SEÇİM sandığı yaklaştıkça sinirlerin gerildiği görülüyor. Gerçi bu parti liderlerinin giderek argolaşan üslubundan da anlaşılıyor ama biz seçim yasaklarının hiçe sayıldığı, devlet olanaklarının parti emrine verildiği ve muhalefete yer yer baskı uygulandığı seçim ortamından söz ediyoruz.
Birinci örnek, hayli sakin bir kişiliğe sahip olduğunu bildiğimiz Sağlık Bakanı Prof. Dr. Recep Akdağ’ın seçim bölgesi Erzurum’dan geldi.
Sayın Bakan tüm öteki adaylar gibi esnafla görüşmek amacıyla çarşıda dolaşırken yanındaki "koruma" görevlileri, bir kahvehane önünde oturan gençleri, kalkıp bakanın elini sıkmaya davet etmişler. Bugereksiz bir tartışma başlatmış. Nitekim 23 yaşındaki Dursun Şahin, "Bunlar devlet haini... Ben bunlar için ayağa kalkmam" deyince iş karışmış. Polise şikáyet edilmiş ve tutuklanmış.
O genç adam önünden bir bakan geçerken kendisine düşen saygıyı göstermiyorsa, terbiyesizlik yapmış sayılır ve o olay orada biter. Áleme terbiye öğretmek polisin işi mi?
Bizim aklımız bu yüzden bir insanın tutuklanmasındaki mantığı da almıyor ama haydi "yargı kararı" diye ses çıkarmayalım. Peki ama Sayın Akdağ olayın büyümesini önlese ve o gencin tutuklanmasına sebebiyet vermese daha iyi olmaz mıydı?
Aslında bu örnek ötekilerle kıyaslanınca "hiç" denecek kadar basit. Örneğin, yasanın "Propaganda yasağı" başlığı altında getirdiği özel sınırlama hükümleri bizzat Başbakan tarafından hiçe sayıldı. Yasaya göre hiçbir bakanın veya öteki devlet görevlisinin 12 Temmuz’dan 23 Temmuz’a kadar, hiçbir propaganda faaliyetinde hiçbir devlet aracı kullanmasına olanak yokken Sayın Tayyip Erdoğan’ın makam aracına sivil plaka takıldı. Böylece başlıbaşına bir skandala imza atıldı.
Gerçi Türk Hava Yolları için "uçak" siparişi verirken "Bize bir de bedavadan makam uçağı verin" demekte sakınca görmeyen, MAN firmasından bedava otobüs isteyen bir Başbakan’ın,yasa tarafından konulmuş yasaklara aldırış etmemesinde şaşılacak bir şeyin olmaması gerekir. Hatta "resmi plaka üstüne sivil plakayı Başbakan bizzat takmış değil ya... Yanındakiler gayretkeşlik etmiş" diyebilirsiniz ama o kişiler eğer Başbakan’dan "aferin" beklemeseler buna cesaret dahi edemezler.
Yüksek Seçim Kurulu Başkanı Muammer Aydın’ın verdiği bilgiden anlıyoruz ki bu "plaka takma" işi, bir kişinin göze girmek için alelacele yaptığı gayretkeşliğin ürünü değilmiş. Başkan Aydın’a Başbakanlık’tantelefon edip izin istemişler. O da "Yasa açık, resmi araba kullanılamaz diyor" yanıtını vermiş. Ama "Biz yasalardan üstünüz" kafası bu uyarıyı dinlememiş.
Hadi bu da "Başbakanlık’taki birkaç kişinin gayretkeşliği" olsun. Peki iktidar partisi elindeki belediyelerden bazılarının muhalefet partileri afişlerinin asılmasına engel olmasına ne diyelim?
Ya Başbakanlık Sosyal Dayanışma Vakfı’nın (Fak-Fuk-Fon’un) tam seçim arifesinde, üstelik yasanın ruhuna aykırı şekilde herkese kömür dağıtmasına ve yurdun pek çok yerinde seçmene "gıda paketleri" rüşveti vererek Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) propagandası yapmasına ne diyeceğiz?
CHP’nin "tek parti" döneminde yani bundan 60 küsur yıl önce kendisini devlet yerine koymasını eleştiren Tayyip Erdoğan değil miydi? Eğer o yanlış idiyse şimdi AKP’nin yaptığı doğru mu?