AĞZINDAN çıkanı bildiğini söyleyen Kültür ve Turizm Bakanı Atilla Koç, eğer "Latin alfabesi 11’inci alfabemiz oldu. 29 harften oluşan alfabe Türkçe’deki bazı sesleri karşılamıyor. Alfabede 32 harf olsa, bazı sesleri daha rahat karşılardı. (...)" demeden önce konunun geçmişini biraz okusaydı, sanırız ağzından başka sözler çıkardı.
Önce Sayın Bakan’ın bir yanlışını düzeltelim... Bugünkü alfabemiz, Türklerin 11’inci alfabesi değil, 18’inci alfabesidir. Sayın Bakan merak ederse Kaya Türkay’ın, müteveffa dil bilgini Agop Dilaçar hakkındaki kitabına bakabilir.
İkincisi "harf devrimi", Sayın Bakan’ın ayaküstü verdiği fetvalarla gözden düşürülecek kadar çürük değildir. Nitekim "harf devrimi"nin Büyük Atatürk’ünyaptığı devrimler arasında en yoğun ve uzun hazırlık dönemine ihtiyaç duyulan devrim olduğu bilinir.
Aslında harf devrimi (belki daha doğru ifadeyle yazıda reform) yapma fikri ilk olarak 1862 yılında Münif Paşa (1862-1910) tarafından ortaya atılmıştır. Tarihi olayları yaradana sığınıp yazma marifeti basınımızda yaygın hale geldiği için, aynı kategoriye girmemek amacıyla söyleyelim:
Sultan Abdülhamid’in "Siyasi Hatıralarım" isimli 1974 baskısı kitabına göre Abdülhamid de, "Halkımızın büyük cehaletine sebep, okuma yazma öğrenimindeki güçlüktür. Belki bu işi kolaylaştırmak için Latin harflerini kabul etmek yerinde olur" demiştir.
İşin tuhafı aynı Abdülhamid’in "devletin resmi dili Arapça olmalıdır" dediği de bilinir.
Demek istediğimiz şu:
Latin harflerine dayalı Türk alfabesi, üzerinde uzun süre kafa yorulan, dönemin basınında çok tartışılan, o nedenle de yaşama geçirildiği tarihe kadar fikri altyapısı tamamlanmış olan bir devrimin ürünüdür.
Hatta Latin alfabesine dayalı Türk alfabesine geçme fikrini Atatürk’ün, daha Erzurum Kongresi bitince kendisine söylemiş olduğunu Mazhar Müfit Kansu anılarında bildirmektedir. Ancak aynı Atatürk’ün bu devrimi gerçekleştirmek için uzunca bir süre beklediği -hatta Falih Rıfkı Atay’a göre- 1928’e kadar geciktiği de bir gerçektir. Nitekim Atay, gazeteci Hüseyin Yalçın’ın kendisine 1923’te "Latin yazısına niçin geçilmediğini" sormasına Atatürk’ün kızdığını ve "Bana vakitsiz bir iş yaptırmak istiyordu" dediğini Türk Dili Dergisi’nin Ağustos 1958 tarihli sayısında bildirmektedir.
Falih Rıfkı Atay’ın o yazısı, Sayın Bakan’ınşimdi "Alfabemize 3 harf daha eklenmeli" anlamındaki sözlerine de yanıt verdiği için alıntı yapalım:
"Nitekim şartların olgunlaştığını görünce Atatürk harekete geçti. Alfabe komisyonunda ben de üye idim. (...) Komisyonda yazı değiştirmek lazım mı değil mi tartışmasını çabuk atlatmıştık. Fakat harflerin seçilmesine yalnız Türk kelimelerini esas tutanlarla Osmanlıca’daki yabancı (Arapça, Farsça, O.E.) kelimelerin bütün söyleniş haklarını verecek harfler ve işaretler bulundurmak fikrini ileri sürenler (bugün Sayın Bakan’ın görüşünde olanlar O.E.) arasında anlaşmazlık uzun sürdü. Biz Türkçü ve Türkçeciler sade bir alfabe istiyorduk. Arap söyleyişinin de, eğer Arapça kelimeler dilde kalacaksa, bu yeni kalıp içinde eriyip kaybolmasının doğru olduğunu iddia ediyorduk. (Örneğin) "q" harfini bu sebeple reddetmiştik. Türkçe kelimeler için "k" harfi yetiyordu.(...)"
Yer kalmadı... O nedenle Sayın Bakan’a kısa söyleyelim: