İKTİDAR partisine özel bir yakınlık duymayan tüm gazetelerde dün Demokratik Sol Parti’yi (DSP) "biraz daha anlayışlı" olmaya davet eden yazılar vardı.
Çünkü Ankara’dan gelen haberler DSP’nin kendisine CHP tarafından uzatılan işbirliği elini sıkmakta hálá tereddüt ettiğini söylüyor.
Neyse ki ne DSP Genel Başkanı Zeki Sezer ne de CHP Genel Başkanı Deniz Baykal bu dakikaya kadar, "Anlaşamadık. O nedenle görüşmelere son verdik" türü bir söz söylemediler.
Dahası, DSP Genel Sekreteri Ahmet Tan dadün "işbirliği sürecinin devam ettiğini" vurguladı.
Demek ki henüz bitmiş bir durum yok.
Ama görüşmelerde iki tarafın da "anlayışlı" ve "gerçekçi" olması gerektiği anlaşılıyor.
Açık konuşalım... Son seçimde yüzde 1.2 oranında oy almış bir partinin yöneticileri -ve kadroları- kendilerini dev aynasında görme hakkına sahip değildir. "En az 50 arkadaşımızı TBMM’ye taşımak isteriz" türü bir talebi "gerçekçi" saymaya da imkan yoktur. Çünkü buna "Evet" diyecek bir CHP Genel Başkanı, kendi partisinin yetkili organlarına ve örgütüne hesap veremez.
Galiba DSP dünyasında ayağı yere basmayanların sesi çok çıkmaktadır. Bunlar DSP’nin çok güçlü, çok iyi bir örgüt yapısına sahip olduğunu ileri sürmektedirler.
Böyle düşünenlerin önce DSP’nin yüzde 10’luk barajı nasıl aşacağına yanıt bulmaları gerekir.
Bir tez de, "DSP tabanının CHP tabanından çok farklı olduğunu" ileri sürüyor.
Bizce bu DSP’lilerin kendilerini kandırdığı bir görüştür. Hatta merhum Bülent Ecevit’in "inançlara saygılı laiklik" sloganı bile, "inançlara saygılı olmayan neredeyse bir tek kişinin bile kalmadığı Türkiye’de" artık bir fark yaratmamaktadır.
Eğer "inançlara saygı"yı tutar "türban konusundaki tutumla" açıklamaya kalkarsanız, türbanlı Merve Kavakçı’ya TBMM kapısını gösteren kişinin Bülent Ecevit olduğunu unutmamanız gerekir.
O nedenle "laik CHP"nin "inançlara saygılı olmadığını" veya DSP’den farklı çizgide olduğunu ileri sürmek abestir.
Buna karşılık, DSP’yi küçümseyen bir yaklaşımla müzakere masasına oturdukları söylenen CHP temsilcilerinin süreçteki rolünün yapıcı olduğu savunulamaz.
Tüm bunlar gösteriyor ki taraflar arasında henüz yeterli güven ortamı yoktur. Nitekim DSP Genel Başkanı Zeki Sezer’in, "İki parti arasında işbirliği olanaklarını aramak amacıyla Deniz Baykal’dan aylar önce istediği randevuya yanıt alamamış olmasının" altını çizerek, -geçen hafta bu buluşma gerçekleşse de- şimdi çokça kullanılan "birleşelim, bütünleşelim" naralarının samimiyetinden kuşku duyması makuldür.
Keza CHP’nin "işbirliği" veya "seçim ittifakı" konularını, DSP aleyhine kamuoyunda bir hava yaratma aracı haline getirecek sözlerden sakınması gerekir.
Görülüyor ki, Deniz Baykal’ın şahsi dikkati yeterli olmamaktadır. Havanın bulanmasına, karşılıklı yanlış anlamalara ve iyi niyetli olmayanların istismarına fırsat vermeyecek önlemleri almaya ihtiyaç vardır. Bu bağlamda en büyük sorumluluk Deniz Baykal’a düşmektedir.