İyi bir ’çizgi silici’ aranıyor

LÜKSEMBURG’dan gelen haberler pek parlak değil. Galiba bizim "kırmızı çizgi" şampiyonu hükümet, daha önce ilan ettiği "kırmızı çizgi"leri bu defa Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti (KKTC) Cumhurbaşkanı Mehmet Ali Talat’a sildirecek. Çünkü o çizgiler o şekilde durursa, anlaşılan Avrupa Birliği ile müzakereler kesintiye uğrayacak.

Yazının belki de en sonunda söylenmesi gerekenleri baştan ifade ettik. O nedenle filmlerdeki gibi "flash-back" yapalım, yani daha önce ne olmuştu ona bakalım da, vardığımız sonuç doğru mu değil mi o noktaya sonra gelelim:

Kıbrıs sorunuyla ilgili son dönem bilindiği gibi, 24 Nisan 2004 tarihinde tüm Kıbrıs’ta oya sunulan Kofi Annan Planı’nın Türkler tarafından kabul edilmesine karşılık Rumlar tarafından reddedilmesiyle başladı.

Türkiye’deki Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) hükümetiyle KKTC’deki Cumhuriyetçi Toplum Partisi (CTP) bilindiği gibi "Hele siz Annan Planı’nı kabul edin, gerisi kolay. KKTC’yi dünyadan izole etmek için konulmuş önlemler kalkacak. Hatta, zamanı gelince AB’den tam yararlanması için şimdiden KKTC’ye ciddi yardım yapılacak" türü propagandalara bolca destek verdi.

Lakin bunların hemen hiçbiri gerçekleşmedi. Yani Türkler aldandıklarıyla kaldı.

Buna karşılık elimizdeki yegáne koz, Türkiye’nin, Rum uçak ve gemilerine, hava ve deniz limanlarını açmaması idi. Bunun mantığı da vardı, çünkü Türkiye "Hava ve deniz limanlarımızı açarız ama önce AB de izolasyonları kaldırma konusunda verdiği sözü tutsun" diyordu.

Lakin biliyorsunuz 8 Kasım tarihinde AB, Türkiye ile ilişkilerin son bir yıllık durumunu içeren raporu yayınlayacak. Bu raporda ya "Türkiye daha önce attığı imzaya rağmen Rumları tanımıyor. Limanlarını açmıyor. Öyleyse müzakerelere devamda anlam yok" diyecek ve ilişkiler donacak, yahut da bizim meşhur kırmızı çizgilerin sonuncusundan da Türkiye vazgeçecek. Kısaca Rumlar adına AB’nin istediği ödünler verilecek.

Lüksemburg’da işte bunun pazarlığı yapıldı. Zemin olarak da AB’nin dönem Başkanı Finlandiya’nın Dışişleri Bakanı Erkki Tuomioja’nın yaptığı öneriler kullanıldı. Buna göre Kıbrıs’taki "Maraş bölgesi 2 yıl için Birleşmiş Milletler’e (BM) bırakılacak"mış. "Gazi Magosa limanı KKTC ile AB (veya BM) tarafından ortaklaşa yönetilecek"miş. "Türkiye de ’bazı’ limanlarını (zaten İstanbul, İzmir ve Mersin yeter de artar bile) Rum gemilerine açacak"mış.

Peki KKTC’nin veya Türkiye’nin aldığı ne olacakmış?

"Müzakerelere devam edeceğiz ya! Daha ne istiyorsunuz?" diyorlar.

Dışişleri Bakanı Abdullah Gül’ün dün Lüksemburg’daki basın toplantısında "Fin Planı" hakkında verdiği yanıt ilginçti. Sayın Bakan, "Vallaa... Kıbrıslı Türklerle Rumlar evet derse, biz neden itiraz edelim"e getiriyordu.

Sanki bunca yıl, "Kıbrıs’ın Türkiye için stratejik önemi büyük" diyen biz değilmişiz gibi.

İyi de Maraş gitmiş, Magosa Limanı’nda Rumlar söz sahibi olmuş. İzolasyonları kaldırma yönünde tek adım atılmamış, garanti de verilmemiş... Yine de "Onlar anlaşırsa mesele yok" diyoruz.

Bu durumda geriye, bir bez alıp kırmızı çizgileri silmek kalıyor.

Ama dedik ya... Bu defa hükümet o işi KKTC’ye bırakmak istiyor.
Yazarın Tüm Yazıları