TÜRKİYE’yi iki buçuk yıldır sallayan “Ergenekon” suçlamalarına, o vesileyle medyaya sızdırılan belge ve bilgilere, o karmaşa içinde kurumları, kişileri hedef alan iftira kampanyalarına rağmen yine de safiyetimiz gözümüzü bağlamış. Neyse ki Birinci Ordu Komutanı Org. Hasan Iğsız’ın başına gelen gözümüzü açtı.
Biliyorsunuz Hasan Iğsız, tam da Kara Kuvvetleri Komutanlığı’na tayini konusunun Yüksek Askeri Şûra’da konuşulacağı gün “İfade vermek üzere acele Savcılığa başvurun” türü bir tebligat aldı. Tabii bu tebligat, -belki de ondan önce- başta “yandaş”lar olmak üzere medyaya uçuruldu. Bu olay kamuoyuna böyle yansımasaydı, biz hâlâ saf saf “Yüksek Askeri Şûra’da görüşülen konu yargıyı neden ilgilendirsin? Yargının işi başka, askerinki başka...” demeye devam edecektik. Sanki bizzat Başbakan Tayyip Erdoğan tarafından verildiği ileri sürülen talimat sonucu gazeteci Ufuk Akkaya ile Deniz Yıldırım’ın on aydır “tutuklu” olduğu ülkede yaşayan biz değilmişiz gibi... Yeri gelmişken anımsatalım: Bu iki gazetecinin tutukluluklarının “Ergenekon”la, “Balyoz”la, “Islak imza” ile, “Poyrazköy mühimmatı” ile, “Örnek Paşa anıları” ile “Bülent Arınç’a suikast tertibi” iddialarıyla, “Kozmik oda” ile, “Danıştay” cinayetiyle, “Cumhuriyet Gazetesi’ne atılan bombalar”la veya Hrant Dink cinayeti ile ilgisi yok. Onlar, aynen Vakit isimli basılı kâğıt parçasının ve Star, Bugün, Yeni Şafak, Zaman, Taraf gibi gazetelerin zaman zaman yaptığı gibi, ellerinde bulunan bir ses kaydını yayınladılar. Ne var ki ötekiler Başbakan Erdoğan’ı memnun eden yayınlardı. Bunlarınki Erdoğan ile işadamı Remzi Gür arasındaki bir telefon konuşmasını kamuoyuna duyuruyordu. Konuşmanın içeriğinde de fazla bir şey yoktu. Sadece Erdoğan’ın, Gür’den, o sırada ABD’de okuyan kızına 20-25 bin dolar kadar bir para göndermesine ilişkin bir ricada bulunduğu anlaşılıyordu. Tutuklanmalarına bu kadarı yetti. Ama işte biz bunu bile göz ardı edip, “Yargının işi başka, askerinki başka” havasında laflar ediyorduk. Ama tam yeni bir göreve terfiinin Yüksek Askeri Şûra’da konuşulacağı gün önünde Zekeriya Öz imzalı bir “İfadeye gel” çağrısını bulduğu ortaya çıkınca, itiraf edelim ayıldık. Iğsız paşa Kara Kuvvetleri Komutanlığı’na ister getirilsin, ister getirilmesin. Açık söyleyelim, ne kendisini tanırız, ne asker -yahut komutan- olarak meziyetleri var mıdır, varsa nedir, biliriz. O nedenle hakkında özel bir şey söylemeye kendimizde yetki görmeyiz. Ama nitelikleri o göreve getirilmesini gerektiren bir Komutan ise, sırf Başbakan Tayyip Erdoğan tarafından “sevilmediği” veya “istenmediği” için önünün kesilmesini, en azından bunu yapanlar yönünden “ayıp” sayarız. Hele söz konusu “ifade” çağrısı “Bakın, hakkında savcılık tarafından soruşturma açılmış biridir bu Paşa” izlenimi verilsin diye, mahsus bugün yapıldıysa, imzası olanları ayıplamayı bile yetersiz sayarız.