GÜNLERDİR DYP Genel Başkanı Mehmet Ağar önemli şeyler söylüyor.
Cesaretle konuşuyor. PKK terörüne karşı yapılan mücadele ve alınması gereken önlemler konusunda yeni bir yaklaşım öneriyor. Gerçi dedikleri ne kadar hayalci, ne kadar gerçekçi sorusu tartışılmaya değer ama en azından "Durun bakalım, üzerinde düşünmeye değmez mi?" dedirtecek görüşler ortaya atıyor.
Ve ona en sert yanıtı CHP Genel Başkanı Deniz Baykal veriyor.
Konu genellikle bilinir hale geldiği için ayrıntıya girecek değiliz. Şu kadarını tekrarlayalım:
Ağar’ın görüşü "Eşkıya (PKK) dağda silahla gezeceğine, düz ovada siyaset yapsın" cümlesiyle; Deniz Baykal’ın görüşü de, Hürriyet’e verdiği son mülakattaki "Teröre karşı yumuşak davranırsanız, asıl tehlike o zaman başlar. Teröre karşı gevşek davrananlar, bilmelidirler ki (bu) ülkenin barışına ve kardeşliğine hizmet etmez. Belki onların niyeti barışa ve kardeşliğe hizmet etmektir; iyi niyetle hareket ediyorlardır. Ama bilinmelidir ki teslimiyetçi yaklaşım yarar getirmez, aksine teröre kan verir!" cümlesiyle özetlenebilir.
Daha önce söylediğimiz gibi, bunlar sanki Türkiye’de değil de Mançurya’da tartışılıyormuş gibi olaya uzaktan bakan hükümetin tavrını bir kenara koyalım. Çünkü gerçekten AKP iktidarının bu konularda politika üretecek kadar dahi iktidarı yok.
O zaman hangi politika doğrudur tartışmasını kendi aramızda yapmaya mecburuz.
Baştan belirtelim... İki görüşün de güçlü ve zayıf yanları var.
Ağar’ın tezinin gücü, başka ülkelerde yaşanmış benzeri olayların (Kuzey İrlanda’daki IRA veya İspanya’daki ETA terörlerini örnek gösterebilirsiniz) "terör örgütlerini ezerek değil, ehlileştirerek" çözüm yoluna girmesinden kaynaklanıyor.
Baykal’ın tezinin gücü ise, Türkiye’nin karşı karşıya bulunduğu sorunun sadece PKK teröründen ibaret olmadığını, Türkiye’yi parçalamayı amaçlayan birçok gücün hep birlikte hareket halinde olduğunu görmemizi istemesinden kaynaklanıyor.
Sadece bu değil... PKK’ya karşı mücadelede İngiltere’nin ve İspanya’nınkinden farklı bir başka husus daha var:
IRA ve ETA, İngiltere ve İspanya’nın dost veya komşu dediği ülkelerden yardım almadılar. Daha doğrusu ETA’nın Fransa’dan, IRA’nın İrlanda Cumhuriyeti’nden aldığı -elbet gayri resmi- destek yıllar önce bitti. Oysa PKK hálá Türkiye’nin dostu (!) ve/veya komşusu ülkelerin aktif ve/veya pasif koruması altında. Bu ülkeler arasında ABD’yi görmemek mümkün değil. Başta Irak hükümeti olmak üzere Barzani ve Talabani’yi de listeye ekleyin.
NATO toplantısında bile "Türkiye’yi parçalanmış gösteren" haritaların ortaya çıkabildiği bir ortamda, dağdaki PKK’lıyı "siyaset yapmak üzere ovaya indirmek", Türkiye’yi parçalamak için çalışan güçleri cesaretlendirmek sonucunu doğurmaz mı?
Eşkıya dağdayken bile, ona sempati duyan bir Belediye Başkanı tutup, "o bölgedeki enerji kaynakları gelirinin kendilerine bırakılmasını" öneriyorsa, bunu nelerin izleyeceğini bilmemek safdillikle bile açıklanamaz.
Kaldı ki Baykal basit bir öneride bulunuyor:
"Terör sorununun çözülmesi için Türkiye’nin iki halklı bir devlet olduğu talebinden ve İmralı’da çizilen bayraktan vazgeçilmesi gerekir" diyor.
Dağdaki eşkıyayı ovaya indirmeden önce "Bu sözlerin bir yanıtı var mı?" sorusuna ne dendiğini öğrenmemiz gerekmez mi?