BUNDAN sonra da dün TBMM’de yaptığı konuşmadaki çizgiyi takip eder mi, etmez mi, dikkatle izleyeceğiz.
Ama sadece dünkü konuşmasına bakarak bir şey söylemek gerekirse yeni Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, bir Cumhurbaşkanı’ndan beklenecek konuşmayla kamuoyunun ve Meclis’in karşısına çıktı.
Söylediklerinde derinlik arıyorsanız, o yoktu.
Hem şu anlama hem ötekine gelebilecek "lastikli" türden ifadeler, cümleler arıyorsanız yoktu.
Hükümetin önüne yeni politikalar koymak gibi bir iddia bekliyorsanız o da yoktu.
Konuşma bu "yok"lar yüzünden değil, içinde var olanları net bir şekilde ortaya koyduğu için bizce iyi idi.
Tabii bir de, Cumhurbaşkanı seçilmesi üzerine yaptığı teşekkür konuşmasında dile getirdiği kendine özgü -daha doğrusu Adalet ve Kalkınma Partisi zihniyetine ait- "laiklik" tanımlamasına burada yer vermediği için "iyiydi" diyoruz.
Başka pek çok olay ve sebep araya girdiği için o zaman değinme fırsatı bulamamıştık, ama Sayın Gül’ün "Laiklik, bir hak ve özgürlükler sistemi olan demokrasi içerisinde farklı hayat tarzları için özgürleştirici bir model olduğu kadar, bir sosyal barış kuralıdır da.(...)" şeklindeki tarifi gerçekten zararlı tohumlar içermekteydi. Çünkü "farklı hayat tarzları için özgürleştiriciliği" laiklik tanımı içine alan yaklaşımın bir adım sonrası "çok hukuklu düzen"dir.
Çok hukuklu düzenin gerisinde "Medine Sözleşmesi" dönemi özlemi yattığını söylemeye gerek yok.
Sayın Gül’ün dünkü konuşmasının bizce altı çizilmeye değer bir tarafı da "Son dönem Osmanlı aydınları ve devlet adamları, Atatürk ve silah arkadaşları, çok partili dönemimizin siyasetçileri ve düşünürleri"nin bugünkü aşamaya ulaşmamızda gösterdikleri gayretin, birbirini tamamlayıcı nitelikte olduğunu söylemesidir.
İnkárcı politikalar arasında çalkalanmış bir ülkede bu tarihi gerçeğin Cumhurbaşkanı tarafından ifade edilmesi bizce önemlidir.
Sayın Gül’ün beklentimize hayli yakın bulduğumuz konuşmasının en fazla dikkate değer tarafı, "Anadolu şehirlerimizde canlanan kültür hayatı, büyük şehirlerimizde arka arkaya açılan modern sanat merkezleri, özel müzelerin de katkısıyla müzeciliğimizde sağlanan aşamaları bu bağlamda övgüyle kaydetmem gerekir" cümlesinde özetlenen yaklaşımdır.
Bu söze önem veriyoruz, çünkü bu ülke, Atatürk,İnönü ve Fahri Korutürk dışında, bu anlayışı egemen kılan bir Cumhurbaşkanı özlemini hep duymuş ama her defasında hayal kırıklığı yaşamıştır. Nitekim 1950’den sonra bizim cumhurbaşkanlarımız ve başbakanlarımız arasında "san’at ve kültür" faaliyetlerine protokol zorunlulukları olmaksızın yani kendi arzusuyla katılan, onları destekleyen isim bulmak maalesef yoktur. O nedenle Gül’ün ilk hangi konsere gideceğine bakıp, içtenliğine not vereceğiz.