ON bir gün sonra görevini tamamlayacak olan TBMM’nin "yeni cumhurbaşkanını uzlaşma ile seçmesi" madem, iktidar partisinin başkanı ve Başbakan Tayyip Erdoğan açısından "pekálá mümkün" sayılan bir seçenek idi...
Neden son üç aydır süregelen krizi yaşamaya mecbur edildik?
Demek ki yeni cumhurbaşkanı seçimiyle ilgili sürecin başladığı 13 Nisan günü Sayın Tayyip Erdoğan samimi bir "uzlaşı" arayışına girseydi, son üç ayımızı kaybetmiş olmayacaktık.
Başbakan Tayyip Erdoğan ancak şimdi geldi o noktaya ve gazetelere verdiği demeçlerde, "Uzlaşma arayacağını, bir ön kabulü olmadığını... Seçim sonucu belli olduktan ve tabloyu gördükten sonra, Anayasa’nın koyduğu koşullara göre" bir çözüm üretileceğini söylemeye başladı.
Bu sözlerin "demokratik anlayış" yönünden olumlu ve önemli olduğu bir gerçektir. Ne var ki Başbakan’ınbu noktaya ancak "mecbur olduktan sonra" gelmiş olması kendisinin demokratik zihniyete hálá yabancı olduğunun bir kanıtıdır.
Ancak bu ifadeleri, sütten ağzı yanmışların kuşkusu içinde değerlendiren CHP Lideri Deniz Baykal’ın, "uzlaşı" ararken isimlerin değil, ilkelerin temel alınması yolundaki sözleri "A"dan "Z"ye yerindedir.
Genel Yayın YönetmenimizErtuğrul Özkök’e ve Milliyet Ankara Temsilcisi Fikret Bila’ya verdiği yanıtlarda Baykal, "Bu yeni dönemde Çankaya’ya çıkacak kişi, (bir siyasi partinin) siyasi uzantısı olmayan biri olmalıdır" diyor. Bu kişide "Anayasa’nın temel ilkelerini özümsemişlik" aramak gerektiğini söylüyor ve "Bu özelliğiyle hem siyasileri, hem toplumun öteki kurumlarını, hem de Silahlı Kuvvetleri bir arada tutabilecek bir kişi"den söz ediyor.
Baykal, Sayın Ahmet Necdet Sezer’i örnek göstererek "saygın, tarafsız, politize olmamış, toplumun bütün kesimleri tarafından saygı duyulan bir isim" üzerinde anlaşılmasını öneriyor. Bu ismin TBMM dışından olmasına da "bir siyasi partinin uzantısı olmama" dileği nedeniyle sıcak baktığı anlaşılıyor.
Cumhurbaşkanlığı seçiminde daha önce çok krizler, gerilimler yaşamış bir toplumuz. Bilindiği gibi 12 Eylül 1980 tarihli askeri müdahalenin de gerekçelerinden biri, TBMM’de 100 küsur oylama yapılmasına rağmen, o dönemdeki liderlerin "uzlaşı" kültürü eksiği yüzünden yeni bir cumhurbaşkanı seçilememiş olmasıydı. Şimdiki kriz hiç değilse "uzlaşı"nın önemini ve kaçınılmazlığını herkese öğretmiş oldu. Bu bakımdan özellikle Deniz Baykal’a bir teşekkür borcumuz olduğunu kabul etmeliyiz.
Geldiğimiz noktada saptanmaya değer iki noktaya da kısaca değinmek isteriz. Bunlardan biri yeni cumhurbaşkanının yeni TBMM tarafından seçileceğinin artık kabul görmüş olmasıdır. O nedenle Adalet ve Kalkınma Partisi’nin biraz da "inadına" ve "zoraki" şekilde gündeme soktuğu "Cumhurbaşkanının halkoyuyla seçilmesi" projesi -Meclis’ten geçmiş olmasına rağmen- kanımızca artık geçerli sayılmayacaktır.
Hatta biz, Tayyip Erdoğan’ın "Parlamenter sistemde güçlü başbakan için, cumhurbaşkanının yetkilerini daraltacak bir Anayasa hazırladıklarını" belirtmesine bakarak, daha çok başkanlık sistemine uyan "Cumhurbaşkanını halkoyuyla seçme" projesinin sona erdiğini söyleyebiliriz.
Diğeri de Abdullah Gül sayfasının kapanmış sayıldığıdır.