TÜRK siyasi hayatı gerçek bir demokrasi áşığını, dünya bilim álemi önemli bir fizik profesörünü, Türk toplumu en alçakgönüllü, en hoşgörülü, en olgun evlatlarından birini kaybetti.
İkinci Cumhurbaşkanımız İsmet İnönü’nün oğlu Erdal İnönü, maalesef 81 yaşında aramızdan ayrıldı.
Biz Erdal İnönü ile 1957’de tanıştık. Ama Erdal İnönü’yü yakından tanıma fırsatını, kendisinin önerisi üzerine 1983’te Sosyal Demokrasi Partisi’nin (SODEP) kurucuları arasına girdikten sonra bulduk. Kısa da olsa bir süre Erdal İnönü Genel Başkan ve biz de Genel Sekreter Yardımcısı idik.
Erdal İnönü tam bir olgun kişiydi. Bir milli kahramanın, Cumhurbaşkanı’nınoğlu olmayı, tanınmış bir bilim adamı sıfatını taşımayı, birinci sınıf bir entelektüelliği, fevkalade uygar ve ölçülü bir kişiliği, kendine özgü bir espri anlayışını kimsenin gözüne sokmadan taşımayı bilirdi.
Merhum Erdal İnönü’nün bazı politik değerlendirmelerine ve kararlarına katılmadığımız oldu. Ama tüm kararlarının ardında iyi niyet dışında hiçbir şey aramadık. Çünkü Türkiye’nin aydınlık geleceğini "tek bir çatı altında toplanmış bir büyük sosyal demokrat harekette" gördüğünden ve bundan başka hiçbir hesabı ve özlemi bulunmadığından emindik. Ne yazık ki parti içindeki bir kısım siyasilerin kişisel ikbal kavgaları, Erdal İnönü’yü bir aşamada bıktırdı. O yüzden aktif siyaseti bıraktı. Artık okuyacağım, yazacağım ve öğrencilerimle olacağım diyerek mütevazı, sakin ama kişiliğine daha yakışan bir çizgide ömrünü tamamladı.
Erdal İnönü’nün en önemli özelliklerinden biri, Altan Öymen’in ifadesiyle söyleyelim, "Kendisi gibi biri olmak"tan hiçbir zaman vazgeçmemesiydi. Babası dahil büyük hayranlık duyduğu kimselerin hiçbirine benzeme çabası yoktu. Her ortamda aynı insandı. İsmet İnönü’nün hayattaki son çocuğu Özden Toker’in sözleriyle onu anlatmayı tamamlayalım:
"Erdal İnönü, İnönü olmanın zevkini her zaman çıkardı. Çağdaş Türkiye için her zaman mücadele etti. Hiçbir zaman kırılmadı. Hiçbir zaman Türkiye’nin hali ne olacak, demedi. Her zaman Türkiye’nin daha iyi olacağına inandı. O çok güzel bir insandı. (...) O bir Atatürkçüydü. Laik cumhuriyet çocuğuydu. Bunların hepsine inanarak yaşadı."
Not: Cumhuriyetimizin 84 yıllık geçmişine hakaret -çoğu kez iftira- etmeyi marifet sayan bir kalemin, önceki günkü yazıma verdiği karşılığı okudum. Günümüzün Ali Kemal’lerinden biri olduğunu bildiğim için iftiralarına hayret etmedim. Seviyesiz üslubunu, terbiyesine verdim. Keşke suratına çarptığım gerçekleri de yanıtlasaydı dedim. Benim "talimatla yazdığımı" söylemesine hayret ettim. Çünkü bana, ne yazacağıma ilişkin tek kelimelik talimat verebilen bir babayiğidin -pek korktuğu asker dahil- henüz doğmadığını, bundan 54 yıl önce birlikte çalıştığım babasına sorsa, ondan öğrenirdi diye düşündüm. Ama gazeteciliği de bilim adamlığı düzeyinde olmalı ki yapmamış dedim.
Bu konuya nokta koymadan belirteyim:
Bunların meselesi sadece "daha gelişmiş demokrasi" ve "Türkiye’nin çağdaş refah devletleri düzeyine kavuşması" olsa sorun kalmazdı. Bunların istediği "hepimiz için demokrasi" değil, "bölücü" için "hain" için demokrasidir. Çünkü bunlar bizim "vatan" dediğimiz yere, satılabilir bir "arazi" diye bakarlar. Nitekim yazdıklarını irdeleyin. Bunlar bu ülkede doğdukları, bu ulusa mensup oldukları için de kendilerini çok talihsiz sayarlar. Bunlarla yolumuz o yüzden ayrıdır. O. E.