Ecevit’in yeri...

BAZI okuyucularımız son üç gündür Bülent Ecevit’in meziyetlerini yazıyor olmamızı yadırgamışlar. "Hiç mi yanlışı yoktu? Hiç mi kusuru yoktu?" anlamında mesajlar alıyoruz.

Kusursuz insan var mı? Elbet Bülent Ecevit’in de "kusurlu" saydığımız tarafları, bizce "yanlış" politikaları ve uygulamaları vardı.

Bunları üstelik kendisinin politikada aktif olduğu yıllar boyu, her fırsatta dile getirdik.

Tıpkı merhum Turgut Özal gibi... Onun da sorumluluk ve cumhurbaşkanlığı döneminde, yüzüne karşı yapmadığımız eleştiri kalmadı. Ama aramızdan ayrılması üzerine yazdığımız yazılar, tam da geleneklerimizin çok doğru bir şekilde bizden beklediği gibiydi:

Hep iyi taraflarını ön plana çıkardık.

Ama sonraki aylarda ve yıllarda yeri gelince, merhumun hayatta iken bizden okuduğu eleştirileri tekrarlamakta hiç sakınca görmedik. Zaten yapmamız gereken de -kanımızca- o idi.

Kamusal bir sorumluluk üstlenmiş, ülke kaderine hükmedecek yetkiler kullanmış bir insanın yanlışları o aramızdan ayrılınca silinip gitmiyor ki... O kararlar sonraki kuşakların yaşamını ve hatta geleceğini etkileyebiliyor. Bu da elbet yeri gelince eleştiriyle, yeri gelince de övgü ile o konuya değinmeyi gerektiriyor.

Kaldı ki Bülent Ecevit gerçekten, eksikleri ve kusurlarıyla kıyaslanmayacak kadar çok ve büyük meziyetlere sahip bir aydın, bir politikacı daha doğrusu bir devlet adamıydı.

Devlet adamıydı deyince o noktada bir nebze durmak gerek:

Bizde üst düzeyde bir devlet makamını işgal eden veya "bakan" olan herkes kendisine "devlet adamı" denilmesi gerektiğini sanır veya öyle anılmak ister.

Oysa "devlet adamlığı" gazilik gibi, şehitlik gibi, bir faninin sahip olabileceği en üst itibar noktasına ulaşmış olanların hak ettiği bir sıfattır. Nitekim Vali, Genel Müdür, Müsteşar olursunuz, Profesör, Büyükelçi yahut en üst rütbeye sahip bir General olursunuz ama "devlet adamı" olamayabilirsiniz. Çünkü devlet adamı, -önceki gün CNN Türk’te vurgulandığı gibi- "gelecek nesilleri" düşünerek karar alan adamdır. Ötekiler özellikle politikacılar "gelecek seçimi" düşünürler.

Ecevit bizim gözümüzde "devlet adamlığı" mertebesine önce 1974 Kıbrıs Harekatı ile ulaştı. Bu sıfatını son başbakanlığı sırasında perçinledi. Çünkü izlediği politikaların kendi partisini sandığa gömeceğini biliyordu.

Tıpkı Türkiye’de çok partili yaşamı başlatan İsmet İnönü’nün bunun sonunda iktidardan indirilebileceğini bile bile demokratik rejimi yaşatmaya ve yerleştirmeye çalışması gibi...

Nitekim İnönü de -daha önceki dönemde ülkeye yaptığı büyük hizmetleri yok saysanız bile- sırf 14 Mayıs 1950’de seçimi kaybedip iktidarı usulüne uygun şekilde Demokrat Parti’ye devrettiği gün, "devlet adamı" sıfatını bir kere daha hak etmişti.

Ecevit de öyle yaptı. Bir önceki seçimde aldığı yüzde 22.2 oranındaki oyun yüzde 1.22’ye düşmesine -ve düşeceğini bilmesine- rağmen, ülkeyi selamete götürecek politikaları izlemekte ısrar etti.

Zaten, o tarihte sandığa gömüldüğünü düşündüğümüz Ecevit asıl o nedenle bugün, karşıtları dahil herkesin kalbine gömülmeyi hak etti.
Yazarın Tüm Yazıları