HÜRRİYET’in Başbakanlık Muhabiri Hasan Tüfekçi, 1 Ekim akşamı saat 18.47 ile 18.52 arasında, yani Ankara’da iftar topu atıldıktan 5 dakika sonra, Başbakanlık merkez binasındaki korumaların görev yerinde olmadıklarını saptayan toplam 41 kare fotoğraf çekmiş.
Fotoğraflara göre o sırada Başbakanlığı birileri bassa, "Dur" diyecek bir tek görevli yok.
Açık olalım... Tüfekçi orada sadece Başbakanlığın değil "Türkiye’nin fotoğrafı"nı çekmiş.
Günde en az üç kere "ayrılmayacağız" dediğimiz "laiklik" ilkesi var ya... Onun halini çekmiş.
Aslında biz o sözü yeni değil, on beş, yirmi, hatta otuz sene önce de aynen böyle diyorduk.
Ama o zamanlar resmi dairelerdeki korumalar "top atıldı" diye nöbet yerini bırakıp iftar açmaya giderlerse bir daha o görevi rüyalarında bile göremeyeceklerini bilirlerdi.
Oysa şimdi, "iftar molası"nı "Acaba bir yanlışlık yapıyor muyuz?" diye düşünmeden veriyorlar.
Belki de kendilerine "dininde, imanında" dedirterek terfi etmeyi bile düşünenleri vardır.
Çünkü "mahalle baskısı"nın en alası, hem onları hem de kamu sektöründe çalışanların pek çoğunu yoğun bir şekilde "dininde imanında" görünmeye yönlendirdi.
Mahalle baskısı demişken değinelim:
Her şeye keskin yanıtlar bulan Milli (Dini) Eğitim Bakanı Hüseyin Çelik acaba "İmam hatip liselerindeki kız öğrencilerin istisnasız hepsinin okulda başlarını örtmelerini" eğer "mahalle baskısı" olarak görmüyorsa nasıl açıklıyor? Söylese de öğrensek!
Aslında ortada şaşacak bir şey yok ama, biz yine de yukarıda sözünü ettiğimiz "laiklik" ilkesine gerçekten bağlı Türkiye’yi özlediğimiz için böyle olayları yadırgıyoruz.
Yadırgarken de galiba 1967 yılıydı... O tarihte TBMM Başkanı olan Sayın Ferruh Bozbeyli’nin TBMM Başkanı sıfatıyla milletvekillerine iftar daveti vermesini Yeni Gazete’de eleştirdiğimizi ve kendisinin "Haklısınız... Kamu kaynağını kullanmamam lazımdı" diyen bir açıklama ile kamouyu önünde özür dilediğini anımsıyoruz.
İftar davetine elbet kimse bir şey demez. Ama kamu parasıyla değil kendi cebinden çıkan parayla yaparsan bir şey demez. Aksi halde kendi dini inançlarının bedelini devlete ödetmiş olursun. O da laik bir devlet düzeninde sana zimmet çıkarmayı ve verdiğin iftarın bedelini ödetmeyi gerektirir.
Tabii düzene hálá "laik" demek mümkünse...
Yok eğer "Ilımlı İslam" devleti olmayı baştan kabul ederseniz, sorun kalmaz. O zaman Cumhurbaşkanı -biraz da popülizm adına- tutar "Şehit ailelerine" iftar verir. Başbakan aynı şeyi yapar. Bedelini de sizin bizim vergilerden öder.
Öteki örnekleri saymakla bitmez... Bakanlar, Belediye Başkanları, Emniyet Müdürleri eğer ceplerinden değil, devletin parasıyla iftar veriyor ve biz de bunu olağan karşılıyorsak, "Ilımlı İslam Devleti" olma süreci zaten yürüyor demektir. Mesele ona "dur" demenin yolunu bulmaktır.