KAÇ gündür Yimpaş’la yatıyor, Yimpaş’la kalkıyoruz. Daha bir süre bu durum devam ederse şaşmayın. Çünkü ortada sadece sayılamayacak kadar çok insanımızın (bazıları yeşil sermaye denen şirketlere para kaptıranların 500 bin kadar olduğunu söylüyor) dolandırılması olayı yok...
Meselenin siyasi boyutu var, polisle ilgili boyutu var, yargı ile ilgili boyutu var, medya ile ilgili boyutu var... Ve hepsini bir araya getirip de resmin tamamına baktığınız zaman görüyorsunuz ki hepimizi ilgilendiren bir niteliği var.
Siyasi boyutu, iktidardaki Adalet ve Kalkınma Partisi’nin -muhtemelen Yimpaş’tan aldığı maddi destek nedeniyle- konuyu mümkün olduğunca yok saymasından kaynaklanıyor.
Dikkat edin... Son on gündür bu konu, Türkiye gündeminin birinci maddesini işgal ediyor değil mi?
Her gün her şeyi duyup anında tepki vermesiyle bilinen Başbakan Tayyip Erdoğan hálá YİMPAŞ’ın adını ağzına almadı. Bu konuda ne düşündüğünü açıklamadı.
Konuşanlar da bir tuhaf... Yargının bağımsız olmadığını bilen Adalet Bakanı Cemil Çiçek, sanki gerçek bunun tam tersi imiş gibi topu "savcılara" atıyor. Tabii kimsenin kılının kımıldamayacağını, yani yargının görevini yapmayacağını veya yapmaya kalksa bile işlemlerin yürümeyeceğini bile bile...
Sadece o değil, bu gerçeği Başbakan Yardımcısı ve Dışişleri Bakanı Abdullah Gül de bildiği halde, hepimizle alay edercesine:
"Bu konunun hükümetle ilgisi yok. Gereken yapılır. (...) Bu ticari bir dava. (...)" diyor. Almanya ve İsviçre’deki savcıların Yimpaş Yönetim Kurulu Başkanı Dursun Uyar hakkında "ticari" nedenle değil "dolandırıcılık" suçlamasıyla soruşturma başlattıklarını görmezden geliyor.
Ticari ihtilaf nedeniyle "yakalama ve tutuklama" emri çıkarılır mı?
Sayın Gül bir de tutmuş "Uyar’ı Almanya’ya iade edemeyiz. Burada da hakim ve savcılar var" demiş.
Var iseler neredeler Sayın Bakan? Bari parmağınızla gösterin de görelim.
Polis kağıt üstünde, "görevini yapmış" görünüyor, değil mi?
Oysa adı bizde saklı bir uzman yetkililerin "Kardeşim o adam hakkında kırmızı bülten yok. Sadece difüzyon var" türü sözlerine güldüğünü söylüyor. Özetle, "Yeri bilinmeyen, bulunamayan kişi için çıkarılan ’Kırmızı Bülten’dir. Yeri, adresi bilinen için ona gerek yoktur. İstek ’Difüzyon’la yapılır. Bu da sonucu değiştirmez. İlgili hakkındaki yakalama/tutuklama kararı varsa gereği yapılır" diyor.
Dursun Uyar hakkında difüzyon geleli 19 ay olduğuna göre, onu bir defa olsun ifade vermeye çağırmayan polis de belli ki görevini yapmamış.
Medya yönünden bir iç’e yani kendimize diyeceğimiz var... Bazı medya organları bu vahim olayı kendileri ortaya çıkarmadığı için zoraki izler gibiler... Oysa bu konuyu tüm yönleriyle ortaya çıkarmakta hepimizin yarış etmesi gerekmez mi?
Hepsini toplayıp bakarsanız, ortaya kendi resmimiz çıkmaz mı?