Demedİk söz, başvurmadık çare bırakmadık. Ama sonuç değişmedi. Gerçekten son 26 yıldır bu ülkeyi yönetenlerden hiçbirinin “Terörle mücadelede şunları yaptık, şu başarıyı sağladık” demeye hakkı yok. Nitekim ağızlarından kamuoyunu rahatlatacak açıklama beklediğimiz yetkililer bile, “önümüzdeki günlerin daha da kötü geçeceğini” müjde(!)liyorlar.
Ve o müjde(!)nin ilk kanıtı, Şemdinli dağlarında önceki gece şehit düşen 10 yiğit... Cumhurbaşkanı -mutat üzere- “Bu saldırıların, devletimizi ve milletimizi zayıflatacağını (...) düşünenler, büyük gaflet içindedirler” demiş. Başbakan tutmuş Genelkurmay Başkanı’na başsağlığı telgrafı çekmiş. Muhalefet liderleri esmişler savurmuşlar... Sonuç? Belki bininci defa... Sıfır! Konuşmaya gelince kimi “Sadece askeri yöntemlerle bu sorun çözülmez”ci... Kimi “Ver kurtul”cu... Kimi “pazarlık”çı... Oysa görünen o ki, bunların hiçbiri tam olarak denenmedi. Daha doğrusu hangisi ele alındıysa, denenmesiyle vazgeçilmesi bir oldu. İşte... Olayı önce “Olağanüstü Hal Bölge Valiliği” kurarak çözelim dedik, yürümedi. Olağanüstü Hal ilan ederek bitiririz dedik. Askerimiz yöre halkına “potansiyel terörist” muamelesi yaptı. Köy boşaltarak, hatta boşalttığı köyü ateşe vererek kendi insanımızı devlete düşman etti. Neticede terör örgütüne katılan gençlerin sayısını artırmaktan başka sonuç alamadık. Terörle Mücadele için yetiştirilmiş “Özel Harekât Birlikleri” kurduk. Sonra onları “terörle mücadele”den çok “devlet büyüklerini koruma” işlerinde ve “yasadışı eylemlerle o tür eylemlerin örtülmesinde” kullandık. Böylece hem onları bozduk. Hem de “disiplinsiz ve tehlikeli bir güç haline geldi” diye dağıttık. Kâh sert çıktık, kâh yumuşak davrandık. Başbakanlarımız sayısız defa “bölge kalkınması için uygulayacakları özel politikalar” ilan etti. Hiçbirinden ciddiye alınacak bir sonuç çıkmadı. Ve son olarak Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün Mart 2009’da gazetecilere verdiği “Önümüzde güzel günler var” müjdesiyle, “Milli Birlik ve Kardeşlik Açılımı” -yahut Kürt açılımı- sürecine girdik. Girdik ama ne yapacağımızı bilmediğimiz için önce İçişleri Bakanı kapı kapı dolaşıp, iktidarın hoşuna gidecek laflar söylemesi ihtimali olan herkesten “Aferin” topladı. Sözde tüm görüşlerin sentezinden çözümler üretilecekti. Onun yerini Başbakan’ın film sanatçılarına, spor yazarlarına, şair ve ediplere verdiği “kahvaltı partileri” aldı. Tuhafı, “açılım” konusunda aktris, aktör, şair, futbolcu vb. kişilerin görüşleri sorulurken orada -hafızamız bizi aldatmıyorsa- bir tek İçişleri Bakanı yoktu. Aslında gerekli de değildi çünkü zaten yapılan bir “şov” idi. Daha ötekilere, örneğin Barzani’ye, ABD’ye, onlarla ilgili hokkabazlıklara değinmedik. Şimdi söyleyin... Durum bu ise, varılacak sonuç ne olabilirdi? “Peki ya çözüm?” mü diyorsunuz! Yukarıdaki yanlışlar çözümün ne olduğunu göstermiyor mu?