Paylaş
Yurtdışından yazı yazmanın bir handikapı var: Size yeni gelen her şey, başkaları için de yenidir sanıyorsunuz. Oysa bunlardan bir kısmı daha önce yazılmış şeyler oluyor.
Ama gerçek bundan ibaret değil: Daha önce yazılmış olsa bile aynı şey hâlâ değişmemiş ve düzelmemişse, ondan artık bahsetmeyecek misiniz?
Böyle iki konu var:
Biri, uluslararası ağırlığı olan meslek kuruluşlarının gözünde Türkiye'nin hâlâ ‘‘dünyada en çok gazeteci hapseden ülke’’ olması.
İkincisi... Türkiye'nin kendi ‘‘iyi’’lerini hiçbir zaman anlatamaması, buna karşılık onu karalayabilecek her şeyin hızla öğrenilmesi... Böylece Türkiye'nin, onu seven kişiler tarafından bile savunulamaz duruma düşmesi...
Bu ikisinin birbirine karıştığı bir olayı burada yani New York'ta yaşadık.
Gazetecileri Koruma Komitesi (Committee to Protect Journalists) basının, daha özgür olması yönünde mücadele eden gazetecilere ödül vermek için düzenlediği büyük ve görkemli yemeği bu yıl 23 Ekim akşamı New York'taki meşhur Waldorf Astoria Oteli'nde verdi. Bu vesileyle de Komite Türkiye'de kaç gazetecinin hapiste olduğuna ilişkin bir rapor yayınladı ve burada ‘‘Halen 45 gazetecinin, gazetecilik görevi ile ilgili bir suçtan dolayı hapiste olduğunu’’ ileri sürdü.
İlginçtir: Bu komitenin ve yöneticilerinin Türkiye hakkında hiçbir olumsuz yargıları yok. Tam tersine, geride kalan temmuz ayında Türkiye'ye geldiler. Basın Konseyi ile birlikte başta Sayın Demirel ile Sayın Yılmaz olmak üzere ülkenin en üst düzeydeki yetkilileriyle görüştüler. Daha doğrusu birlikte görüştük. Sonra Yılmaz bu temaslar sırasında verdiği vaatlerden birini tuttu ve ‘‘Sorumlu Yazı İşleri Müdürü’’ sıfatı taşıdığı için hapse atılan 6 gazeteci (bu arada Işık Yurtçu) özgürlüğüne kavuştu. Komite bundan çok büyük mutluluk duydu. Ama Türkiye'de birilerinin verdiği yanlış bilgiler burada rapor haline gelince Türkiye'nin görüntüsü işte böyle ‘‘En çok gazeteci hapseden ülke’’ diye ortaya çıktı.
Gerçi biz Washington'daki basın toplantısında da, sonraki temaslarımız sırasında da bu rakamın doğru olmadığını açıkça söyledik. Ama o sırada ok yaydan çıkmıştı. Ne var ki bizim itirazımız sonucu rapora ‘‘Geçici’’ kaydı kondu.
Gördüğünüz gibi kendimizi -üstelik kendi ahmaklarımızla kendi alçaklarımızın yol açtığı zararları da gidererek- anlatmak çok önemli bir iş. Kaldı ki karşımızda bir de bizimkilerin beş altı misli mali güçle çalışan Ermeni, Rum ve ayrılıkçı Kürt lobileri var. Yani bizim 54 derneği şemsiyesi altında toplayan ‘‘Türk-Amerikan Dernekleri Asamblesi’’ ile yaklaşık 40 derneğin oluşturduğu ‘‘Türk-Amerikan Dernekleri Federasyonu’’ adeta cücenin devle savaşı gibi güç bir kavga veriyor. Oysa tam tersi, yani bizim dev ötekilerin cüce olması lazım. Bununla ilgili bir öneri var: Türkiye'nin sırf dışarıdan aldığı malzeme ve silahların yahut dışarıya verdiği büyük ihalelerin yüz binde biri kadar bir paranın Türkiye'yi tanıtma işlerine aktarılması yabancı firmalardan istense, tüm tanıtma masrafımız fazlasıyla çıkacak. Ama yapan yok.
Sahi kim çözecek bu kadar basit problemleri?
Paylaş