BİZ maalesef katılamadık ama öğrendik ki gazeteci Duygu Asena’nın Teşvikiye Camii’ndeki cenaze töreninde de bir curcuna, bir "cami avlusunda kokteyl parti" havası, bir ölene ve olaya saygısızlık tablosu daha yaşanmış.
Hem de "görgü" deyince yanına yanaşılamayan, "bilgi" deyince rakip kabul etmeyen, "çalım" deyince ölçü tanımayan "medeni"(!) insanlarımız yüzünden.
Baştan bir gerçeği kabul edelim:
Bizim kültürümüz ve bizim aile ve sosyal terbiye kalıplarımız "saygı" kavramını bizim insanımıza öğretmiyor. Kendine saygısı olmayanın başkalarına saygılı olamayacağını da...
Saygıyı hálá "büyükler gelince ayağa kalkmak, onların elini öpmek" türü davranışlar sanan bir toplumuz. O nedenle örneğin "kapalı yerde yüksek sesle konuşmanın" başkalarına karşı saygısızlık olduğunu kimse öğretmez bize...
Öteki örnekleri saymayalım; çünkü o kadar yerimiz yok.
Gerçek şu ki, "yaşayana" saygı göstermeyi bilmediğimiz gibi "ölene" saygıyı da bilmiyoruz. O yüzden cenaze törenine giderken kıyafetimizin "yaslı" bir ortama uygun olması gerektiğini düşünmeyiz.
Camide "ha ha... hi hi..."li konuşmaların, ona buna fıkra anlatmanın, şirinlik gösterisine kalkmanın, dedikodu yapmanın, iş bağlamanın ne kadar ayıp kaçtığını görmeyiz.
Türkiye’de 80 bine yakın cami var. Bunların hiçbirinin sorumlusu -veya Diyanetin İşleri’ne mensup görevliler- neden, "Başsağlığı dileyenleri kabul edecek olanlar için" bir yer belirlemez?
Başsağlığında bulunmak için gelenlerin kuyruğa girecekleri bir çizgi, bir işaret, cenaze töreninin yapıldığı yere neden konmaz?
Böyle bir düzenlemeyi biz bir tek merhum Sevgi Gönül’ün vefatı üzerine Teşvikiye Camii’nde gördük. Koç Ailesi her şeyi düzenlettirmiş ve törenin ciddiyetinin bozulmasına fırsat vermemişti.
Sormaya devam edelim:
Ölene saygımız varsa onu neden beton dökerken kullanılan kalıp tahtasından yapılmış tabutlara koyarız da kaliteli bir tabut kullanmayız?
Tabutun taşınmasını itiş-kakış konusu olmaktan çıkarmak, onun için de bu görevi üstlenecekleri baştan belirlemek mümkün değil mi? Ölene sevgi ve saygı duymak başka... "Ben daha çok seviyorum" iddiasıyla kargaşa çıkarmak başka...
Son yolculuğundaki insanı kabristana neden, sebze haline domates taşıyormuşuz gibi, arkası yarı kapalı bir kamyonetle götürürüz? Kaliteli bir cenaze arabası, ölen insan için çok mudur?
Hepimiz biliriz. Kabristandaki durum daha da kötüdür. Çünkü kabristanlar plansızdır. Yolları bozuktur. Yazın tozdan, kışın çamurdan mahvolursunuz.
Hiçbir belediye başkanı, kendisi ölüp gittikten sonra kabrini ziyarete geleceklerin, "Be adam, sağlığında şurayı düzgün şekilde yapsaydın da, şimdi okuduğumuz Fatiha’yı hak etseydin" demek zorunda kalacağını düşünmez.
Merak ediyoruz... Bunları da mı Avrupa Birliği sayesinde düzelteceğiz?