SON bir haftamız cenaze yazılarıyla geçti. Dün de merhum dostumuz, meslektaşımız, eski Dışişleri Bakanı İsmail Cem’in ebedi istirahatgáhına nakli töreni vardı.
"Vardı" diyoruz ama "Katıldık" diyemiyoruz.
Cem’in dostları Orhan Birgit, Necati Zincirkıran, İzzet S.Sedes, ezan okunmadan 30 dakika önce Teşvikiye Camii’ne ulaşmıştık. Lakin caminin bahçe kapısına gelince gördük ki izdihamdan içeri girmek mümkün değil:
Çevrede sayısız polis memuru var. Yöreye araba sokulmuyor. Kısacası çok önlem alınmış.
Ama aile bireylerine ve yakınlarına başsağlığı dileyecek olanları sıraya sokacak düzenleme unutulmuş. Daha doğrusu -şanslı olup içeri girebilenlerden öğrendiğimize göre- bahçe içinde bir düzenleme yapılmak istenmiş ama, törene binlerce insan gelince, o önlem hiç işe yaramamış.
Bu sadece düne özgür bir olay değil. Devletin çok üst düzeydekiler için yaptığı pek az sayıdaki tören dışında, düzenli bir cenaze töreni hemen hemen hiç görmedik. Buna İnci Pirinççioğlu’nun merhum Sevgi Gönül’ün cenaze töreni için aynı camide yaptığı düzenleme ile, kendi cenaze töreni istisnadır.
O iki olayda da, ailenin duracağı yer, taziyette bulunmak için gelenlerin tek sıra halinde yaklaşmalarını sağlayacak kordonlu yol vs. medeni bir toplum standardındaydı.
Maksadımız yanlış anlaşılmasın. Bu sözlerle, zaten yaslı olan ve bu törenlerin detaylarını düşünmeleri beklenmeyen aileye dönük tek kelime söylemiyoruz, "Kendi kusurumuzu görüp düzeltelim" diyoruz.
Sadece cami avlusunda değil, müteveffanın tabutunu taşıyan arabanın niteliğinde ve kalitesinde de özensiziz. İsmail Cem’i götüren arabanın Hrant Dink’i taşıyan arabadan daha düşük kaliteli olmasını açıklamamız mümkün mü?
Kabristandaki törenlerimiz de öyle. Ne kimin nerede duracağı bellidir ne de hangi aşamada ne yapılacağına ilişkin bilgi veren vardır.
Ya o, tören ardından yaşanan "Abi kabre su getirdim, para ver" diyen mezarlık çocuklarının sergilediği tabloya ne dersiniz? İçiniz burkulur...
Tabutlarımız ise, insana -ölümüze- saygı duyduğumuzu değil, hiç saygı duymadığımızı gösterecek kalitededir. Çünkü öyle bir tabutla insan değil ancak domates yahut patates taşınabileceğini yetkililerimize anlatamazsınız.
Biz bunu bir kere, Belediye Başkanı’yken Tayyip Erdoğan’a anlattık, anlamadı. Bir kere de şimdiki Diyanet İşleri Başkanı Ali Bardakoğlu’na söyledik, sonuç alamadık.
Neden? Bunların iyisini, kalitelisini yapmaya gücümüz mü yetmiyor, yoksa kültürümüzün o noktasında bir körlük mü var?
Kabristanlarımıza bir bakın... Bir yakınınızı defnedecek noktaya ulaşmak için en az 8-10 mezar çiğnemek zorunda kalırsınız. Bir de olayı yağmurlu havada yahut kışın yaşarsanız, çamurdan ve pislikten batmadık yeriniz kalmaz.
İstanbul’un en itibarlı kabristanı sayılan Zincirlikuyu’nun önünden geçerken yüreğiniz buz keser, çünkü kapının üstünde kocaman harflerle "Her canlı ölümü tadacaktır" yazılıdır.
Aksini iddia eden mi var?
Bunu din adına söylüyorsak, o sayede dinimizi sempatik mi kılıyoruz? Yoksa ölümü herkesin gözüne sokmanın keyif veren bir tarafı mı var?
Cem’den iki gün önce Hrant Dink’in cenaze töreni vardı. O törene yüz bini aşkın insan katıldı. Onlar da bu toplumun insanlarıydı. Ama törende ne bir düzensizlik oldu ne bir çirkinlik yaşandı.