Çankaya ve Gül...

DIŞİŞLERİ Bakanı Abdullah Gül’ün önümüzdeki ikinci hafta dolmadan 11. Cumhurbaşkanı sıfatıyla Çankaya’ya çıkacağına artık kesin gözüyle bakabiliriz.

"Cumhurbaşkanlığı" makamının kime emanet edileceği Türkiye’de hemen her zaman büyük bir sorun olmuş, ancak ciddi gerilimlerden sonra çözülebilmiştir.

Büyük Atatürk’ten sonra İsmet İnönü’nün seçilmesi, Cevdet Sunay’dan sonra Fahri Korutürk’ün seçilmesi, Korutürk’ten sonra kimsenin seçilememesi; Kenan Evren’den sonra Turgut Özal’ın seçilmesi, Ahmet Necdet Sezer’den sonra sırf bu nedenle erken seçime gidilmesi, siyasi kültürümüzün henüz bu konuları serin kanla çözecek olgunluğa ulaşmadığının kanıtıdır.

Nitekim "Uzlaşmama gerek yok" inadıyla "Madem öyle, ben de seçtirmem" inadı Türkiye’ye en az 5 sıcak aya patladı.

Şimdi artık kavganın değil "milletin dediği" yönde çözüm aşamasına geldik.

Beğensek de beğenmesek de millet, kendisine cumhurbaşkanı olarak Abdullah Gül’ü layık gördü.

Bundan böyle Abdullah Gül’ün cumhurbaşkanı olmasının "meşruiyet dışı" bir tarafı varsa, onu konuşalım. Eğer yoksa susalım ve o gerçeği kabul edelim.

Demokrasilerde ve hukuk devletinde mesele bu kadar basittir.

Bu satırları yazan kimse olarak Abdullah Gül’ün iyi bir cumhurbaşkanı olmasını dileriz. Ama dürüstçe söyleyelim ki bu sonuçtan -şahsen- memnun değiliz. Çünkü Sayın Gül’ün kısa süren Başbakanlığı dönemindeki hızlı "kadrolaşma" çabalarını unutamıyoruz. Sayın Gül o zaman da AKP’lilerin değil Türkiye’nin Başbakanı idi. Ama Başbakan iken o çapı, o dirayeti, o tarafsızlığı ve kendisinden beklenen devlet adamı gradosunu gösteremedi.

Tam tersine, devamlı surette gülen, yumuşak ve dikkatli bir üslupla düşüncelerini anlatan ama o sırada olabildiğince boş ve yuvarlak laf eden; bir konuda görüş söylerken her zaman iki kapıyı açık bırakan; "kararlılık" gerektiren sorunların karşısında bocalayan bir Abdullah Gül’le yaşadık. Emanet ettiğimiz dış politikamızda, Abdullah Gül tarafından ilan edilip de silinmemiş hiçbir kırmızı çizgi nerdeyse kalmadı.

Bunlardan daha da önemlisini Deniz Baykal dile getirdi. Sayın Gül’ün siyasi geçmişinin zihinlerde yarattığı kuşkuya işaret etti. "Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanının Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş felsefesiyle problemi olması uygun değildir" dedi. Gül’ü "Bir ideolojik iç çemberin bilinçli bir üyesi" olarak tanımladı. Bununla yanılmıyorsak Gül’ün, Cumhuriyet’le hesaplaşmaktan vazgeçmeyen tarikat ve cemaatlerle yakınlığını kastetti.

Gül’ün Refah Partisi ve Fazilet Partisi milletvekili sıfatıyla Meclis’te olduğu dönemlerde "demokrasiye" bağlılık ifade eden çok konuşması vardır ama Cumhuriyet’in temel felsefesini benimsediğini gösteren -protokol sözleri hariç- örnek bulmak yanılmıyorsak mümkün değildir.

Yarın öbür gün seçim bitip de Çankaya’ya çıktığı andan itibaren gözler Gül’ün üzerinde olacaktır. Sayın Gül’ün Cumhuriyet’in temel felsefesi karşısında tarafsız olmak gibi bir lüksü yoktur. Çünkü orada oturan kişi ya o felsefeyi benimseyerek orada kalır veya bırakır gider.
Yazarın Tüm Yazıları