BATILI dostlarımız (!) ağız birliği etmiş gibi Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı’nın iktidar partisi hakkında açtığı dava nedeniyle ahkám kesip duruyorlar.
Önce Avrupa Birliği’nin kendisini çoban, bizi koyun sanan yetkilileri başlamıştı. Onları, çoğu Avrupa’da bulunan Batı basınındaki yazılar izledi.
Ne dediklerine geleceğiz. Ama önce bu meslektaşlarımızın hep birlikte tanık olduğumuz uygulamalarından söz ederek, bunlara ne kadar önem vermek gerektiğini size bırakmak istiyoruz.
Bunlar değil miydi George Bush’un "Saddam’ın elinde nükleer kitlesel ölümlere yol açacak biyolojik ve kimyasal silahlar var" diyen? Bunlar değil miydi "Saddam eğer isterse 45 dakika içinde Batı ülkelerini mahvedecek silah üretti" palavrasını sıkan? Bunlar değil miydi, "Saddam’ın Nijer’den zenginleştirilmiş uranyum aldığını (veya alacağını)" dünyaya duyuran?
ABD bunların oluşturduğu kamuoyu gücüyle Irak’a saldırmadı mı? Bu saldırı sonunda orada (tahminlere göre) 1 milyona yakın insan ölmedi mi? Bu yalanların sorumluluğunu üstüne alan oldu mu?
Bırakın onu... İskenderiye Kütüphanesi’nin MS 391’de -bir iddiaya göre- Roma İmparatoru I.Theodosius’un emriyle yakılmasından bu yana yapılmış en büyük kültür cinayeti Bağdat’ta işlendi. IrakUlusal Müzesi’ndebulunan binlerce yıllık eserler ve buluntular, Amerikan askerlerinin koruması altında yağma edilip müze mahvedildi.
Söyleyin lütfen kültür, bilim áşığı Batı medyasından ve pek iddialı Avrupa aydınlarından bu konuda bugüne kadar kaç cümle duydunuz? Duymadınız, çünkü önce "işimize geliyor mu gelmiyor mu?" hesabı yapmadan ağzını açan fikir namusu sahibi adam bulmak orada da çok kolay değildir.
Türkiye hakkında yazdıkları zaman da dikkat etmek lazım. Eğer o olayda çıkarları yoksa "doğruyu" yazar ve söylerler. Ama bir şekilde çıkar ilişkisi söz konusuysa, doğru söyleyeni bulmanız, bir çuval pirinç içinde bir tane taş bulmak kadar zor olabilir.
Bu olaydaki çıkarlarının da bugünkü iktidarı işbaşında görmek olduğu biliniyor. Çünkü bugünkü iktidarın "ulusal çıkardan önce Batı’nın çıkarları" ile uyumlu olmaya dikkat eden siyasi anlayışıyla onların beklentileri örtüşüyor. O nedenle de "hukukun üstünlüğü" imiş, "hukuk devletinin kuralları" imiş hiç aldırış etmiyorlar. Meseleyi, Anayasal sisteme aykırı eylemlerin odağı olmak gibi önemli bir nedenin dışına çıkarıp "seçimlerde şu kadar oy almış bir parti hakkında dava açılır mı"ya getiriyorlar ve oraya kilitlemek istiyorlar.
Dikkat edin, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin "laiklik korunmazsa demokrasi yaşayamaz" anlamına gelen, "Türkiye gibi gelişmekte olan bir ülkede laikliği korumanın, demokrasiyi yaşatmanın temel koşulu olduğunu" vurgulayan kararlarını görmezden geliyorlar. Türkiye’de ABD Büyükelçisi sıfatıyla görev yapmış olan -bu nedenle Türkiye uzmanı geçinen- Morton Abramowitz ile bilim adamı Henry J.Barkey bile Newsweek dergisinde çıkan bir yazılarında, "Bizim çıkarlarımız bu iktidarın kalmasını gerektirdiğine göre, onun gereğini yapmalıyız" anlamına gelen tavsiyelerle başlayıp "gerekirse Türkiye’ye müdahale etmeliyiz" noktasına gelen laflar ediyorlar.