İSRAİL’in, “İnsani yardım malzemesi taşımak üzere Gazze’ye gemi göndermeye kalkarsanız, bunu savaş sebebi sayarız” tehdidi üzerine İran,gemi gönderme” fikrinden vazgeçmiş. Şimdi İranlılar “yardımı kara ve hava yoluyla Türkiye üzerinden göndermeyi” planlıyorlarmış. Söze devam etmeden bazı “aklı evvel”leri uyaralım:
İsrail’in Gazze’deki masum insanlara zulüm yaparcasına uyguladığı “ambargo”yu insan olan hiç kimse savunamaz. O nedenle sözlerimizi hemen “İsrail’i savunuyormuşuz” gibi algılamak isteyenler boşa gayret etmesin. Gerçekten, Adalet ve Kalkınma Partisi iktidarının, özellikle Ahmed Davutoğlu Dışişleri Bakanı olalı beri iyice belirginleşen “ihtiyatsız” dış politikasıyla, Ahmedinejad’ın yönettiği İran’ın tavrındaki “ihtiyatlılık” arasındaki farka dikkat çekmek istiyoruz. Biliyoruz, bizim bu değerlendirmemiz bugünkü “iktidar”la Ahmed Davutoğlu “yağcı”larının dedikleriyle uyuşmuyor. Çünkü onlardan birinin 19 Mayıs 2010 tarihli yazısına göre bu muhterem, “dış politikadaki başarılarımızı” bir de Davutoğlu’nun ağzından dinleyince kendi kendine: “Vay be! BM (Birleşmiş Milletler) gibi ülke olmuşuz da, haberimiz yok!” demiş. Sonra bunun gerekçesini söylemiş: “Öyle ya; dünyanın neresinde ‘sorun’ varsa, ‘kimin başı ağrıyor’ ise, Türkiye orada... Ya ‘arabulucu’ rolü üstleniyor, ya ‘ikna’ ediyor, ya da ‘maddi ve manevi yardım’da bulunuyor. Ama, bir şekilde ‘sorun’u çözüyor!.. Evet, ‘BM gibi bir ülke’yiz!..” Nasıl? Siz de gaza gelip coştunuz değil mi? Nitekim Davutoğlu sadece bu kıymetli yorumcuya değil kendisini dinlemeleri için davet ettiği 50 kadar gazeteciye “başarılarının sırrını” da söylemiş. Örneğin “Türkiye, olayları seyretmiyor... Vizyonu var ve ön alıyor”muş. Davuoğlu, “Biz” demiş, “masalarda ve salonlarda değil, alanda diplomasi yapıyoruz.” Sonra hızını frenleyememiş: “Türkiye’nin, herhangi bir krize yönelik tavır belirlemesi için 1.5 saat yeter... Uzmanlarla görüşür, 1.5 saat içinde bir tavır belirleriz...” demiş. Sahi Gürcistan’la Rusya arasında “arabulucu” olmaya kalkan ama yüz verilmeyen de bizdik değil mi? Başkan Obama ile önümüzdeki günlerde Ottowa’da görüşmek isteyen ama randevu alamayan da bizim “başarılı” dış politikamız olmasın? Peki ya pek övündüğümüz İran’ın “nükleer takas” anlaşmasını bizimle birlikte imzalayan Brezilya’nın geri çekilmesi de bizim öngörülü dış politikamızın ürünü değil mi? Pek desteklediğimiz Hamas’ın bile Filistin Kurtuluş Örgütü ile arasındaki ihtilafta bizim yerimize Mısır’ın arabuluculuğunu tercih etmesine ne diyeceğiz? Kudüs’teki Mescid-ül Aksa’da namaz kılmaya kalkmadan önce Sayın Davutoğlu, yanındaki “monşer”lere akıl sorsa iyi olmaz mı?