Paylaş
BİZ hálá Tanzimat'ı tartışırız. Ama tartışırken ‘‘ne getirmiş, ne götürmüş?’’ diye bakmayız. Önyargımızdan yola çıkar, argümanları sonra buluruz. Örneğin, Tanzimat madem ki Batı'nın telkini ile ilan edilmiştir, öyleyse kötüdür, deriz.
Bugün 41'inci yıldönümünü yaşadığımız 27 Mayıs da öyle...
Onun da taraftarları var, karşıtları var... Hani geçenlerde 14 Mayıs perdesi altında DP savunuculuğu yapanların 1923-50 dönemini toptan karalayıp DP'yi göklere çıkarmaya çalışmaları gibi.
Neden?
Çünkü DP'yi tutunca, dünyanın ekonomik buhran yıllarında yapılan sanayi hamlelerine; ülkeyi -o döneme göre- demir ağlarla örme anlamına gelen atılımlara; ağaç kabuğunu öğütüp ekmek yapan, çarık bulursa sevinen milyonlarca köylüye hiç değilse kendi vatanına sahip olma hakkı veren; tarihin en büyük, en hızlı ve en başarılı kültür devrimini yapan; tek parti koşullarından aldığı bir ülkeyi, çok partili hayata sokan, sonra da serbest ve dürüst seçimlerle kaybettiği iktidarı rakip partiye devreden bir partinin tüm yaptıklarını karalamak onların hakkı, hatta görevi oluyordu.
Nitekim bu düşüncede olan bir meslektaşımız, kendi sütununda Menderes'in şu sözlerini, benimsediğini gösteren bir üslupla aktarıyordu:
‘‘Yoksul bir halde bırakılmış bir millet, susuz, yolsuz, mektepsiz, ışıksız, her türlü iktisadi cihazlanma eserinden mahrum bir memleket.’’
Konumuz 27 Mayıs olduğu için uzatmayacağız, ama bu sözlerde olduğu gibi, 1950'den önceki yıllarda yapılanları bir cümlede ve ‘‘külliyen kötüydü’’ anlamına gelen bir ifadeyle reddederseniz, birileri, ‘‘el insaf!’’ demeye kendini mecbur hisseder.
Aynı şey 27 Mayıs için de geçerli:
Prof. Dr. Toktamış Ateş dün, 27 Mayıs'ı öven bir yazısında çok önemli bir noktaya işaret ediyordu:
‘‘26 Mayıs 1960'ta Türkiye'de demokrasi yoktu. (...) Ankara Cezaevi gazetecilerle doluyken; ispat hakkı gibi temel demokratik özgürlükler ağza bile alın(a)mazken (...) bu yönetim biçimini ‘demokratik' olarak değerlendirmek, tek kelimeyle ‘utanmazlıktır.'
27 Mayıs'ın doğru bir biçimde değerlendirilmesi için, 1961 Anayasası'na bakmak yeter. İşte o zaman (27 Mayıs'ı) 12 Mart'la, 12 Eylül'le karıştıramayız.’’
Ateş, yazısını ‘‘Yaşasın 27 Mayıs devrimi’’ diyerek bitirmiş. Biz o kadar ileri gitmiyoruz. Çünkü 27 Mayıs'ın sonuçları ne kadar iyi olsa da rejimin bu yüzden sakatlandığı bir gerçektir. Ama 14 Mayıs'ın da, 27 Mayıs'ın da ne getirdiğini, ne götürdüğünü tartmadan kimse karalamacılığa kalkmasın diyoruz.
Paylaş