Paylaş
Şimdi, kimini kulak vermeye değer bulduğumuz, kimine “ipe sapa gelmez” diyeceğimiz, kimine de “burada bunun ne işi var” diye bakacağımız bir sürü iddia ve bilgi karşımıza çıkacak. Öyle ya, daha önce bunları görmedik mi?
Gördüklerimiz arasındaki önemli “hukuk ihlalleri”ni Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu (HSYK) üyesi Ali Suat Ertosun, bir basın toplantısında 9 ayrı madde halinde sıralamadı mı?
Cumhurbaşkanı Gül hakkında “yargılama” kararı çıkartarak esmayı üstüne sıçratan Sincan Birinci Ağır Ceza Mahkemesi Başkanı Osman Kaçmaz’ın başına gelenleri gazetelerden okuyunuz.
İnsan atıfta bulunurken bile utanç duyuyor.
Nitekim “Ergenekon” davası sanıklarına da “adil yargılanma hakkı” sağlansın diye HSYK, Adalet Bakanlığı’nı göreve çağırmaya mecbur olmadı mı?
Savcının gözüyle sanıkların hukuku nasıl çiğnediğini İddianameden öğreniyoruz. Peki ama sanıkların gözüyle savcılar ve polisler nasıl görünüyor, onu biliyor muyuz?
Aşağıda o yönden durumu anlatan bir mektup özeti var. Mektubu bize yazan, başında bulunduğu Çağdaş Eğitim Vakfı (ÇEV) merkezi ile evi polis tarafından basılan, içinde ne var ne yoksa çuvallara doldurulup götürülen Gülseven Yaşer’in eşi, Prof. Dr. Yaşar Yaşer dostumuz. Okuyalım:
“Gülseven’in iki yıl evvel olduğu troit kanseri ameliyatından sonra Amerika’daki tedavisini izlemek ve bir kısa tatil yapmak üzere Amerika’ya geldim. İyi ki de gelmişim. 4 gün sonra eşzamanlı olarak Gülseven ile Çağdaş Eğitim Vakfı’na ve bizim eve polis baskın yaptı. Avukatımız ÇEV Vakfı’nda(ki) arama ile uğraşırken bizim evin de baskına uğradığını epeyce geç olarak öğrenmiş. Zira evin kapısını açan kapıcıyı polisler tehdit etmişler. ‘Kimse ile görüşmeyeceksin’ demişler ve ellerini merdiven trabzanına kelepçelemişler. Bizim zavallı kapıcı Metin bayılmış. (...) Polis aramayı bitirdiği için çuvalları polis merkezine götürüyorlar ve avukatı da oraya çağırıp zapta imza atmasını istiyorlar. Avukat ‘Aramada ben yoktum, onun için çuvalların içinde ne olduğunu bilmiyorum’ diye şerh koyarak imzalıyor. Bu hoşlarına gitmiyor. Şerhi kaldırması için ısrar ediyorlar. Ama o direniyor. (2002 yılında polis ÇEV’e yine bir baskın yapmış ve kütüphaneye Abdullah Öcalan’ın propaganda broşürlerini, Fethullah Gülen’i mahkemeye veren Başsavcı Nuh Mete Yüksel’in düzmece seks kasetlerini koymuşlardı. Y.Y.)
(...) Hadi Gülseven’e duyulan kin ve nefreti bir dereceye kadar anladık. Gülseven’in en büyük günahı Cumhuriyet mitinglerinin organizatörlerinden biri olması ve E. Org. Kemal Yavuz’la birlikte Ali Kırca’nın programında daha evvelce Fethullah Gülen harekatını kasetlerle açıklamış olması. (...) Benim ise yegâne suçum, Gülseven’in eşi olmam. (...) İkimiz için de ‘tutuklama kararı’ çıkarıyorlar. Ben de, Gülseven de şu anda neyle suçlandığımızı bilmiyoruz. Çünkü avukatın dilekçesine, ‘gerekçeyi bildirmeyecekleri’ şeklinde cevap veriyorlar. (...)”
Mektup devam ediyor ama yer kalmadı.
Zaten gerisi de “hukuk” adına hukukun nasıl çiğnendiğini gösteren örnekleri anlatıyor.
Nasıl? Anayasamızda “hukuk devleti” olduğumuz yazılıydı değil mi?
Paylaş