ADALETİN tayin ettiği ceza eğer kamu vicdanıyla çatışırsa, o hüküm adil olmaktan çıkıyor. Hatta bir süre için kamu vicdanına uygun görünen kararlar da bir süre sonra ‘haksız’ gibi görünebiliyor.Türkiye, -Anayasamızda 1961’den beri yazılı olmasına rağmen- hálá ‘hukuk devleti’ kavramını tam olarak yaşamına geçiremediği için, yukarıdakine uygun örnek bizde çoktur:Dün Yargıtay Dokuzuncu Ceza Dairesi’nin verdiği ‘infazın durdurulması’ kararı sonucu Ankara Merkez Cezaevi’nden serbest bırakılan eski Demokrasi Partisi (DEP) milletvekilleri Leyla Zana, Hatip Dicle, Orhan Doğan ve Selim Sadak olayı ve örneği gibi.Bilindiği gibi bu eski milletvekilleri, PKK lideri Abdullah Öcalan’ı ‘Başkan’ olarak gördükleri ve ondan gelen talimat doğrultusunda hareket ettikleri gerekçesiyle, yani terör örgütüne üye olmak suçundan 1994’te tutuklanmışlar ve 15 yıl ağır hapse mahkûm edilmişlerdi.Bu eski milletvekilleri, cezaları kesinleştikten sonra Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne başvurmuşlardı. Bu mahkemenin ‘yargılamanın yenilenmesi’ yönündeki kararı yeni bir süreç başlatmış, ancak davaya bakan Devlet Güvenlik Mahkemesi, hem eski kararında ısrar etmiş hem de Zana ve arkadaşlarının serbest bırakılması isteklerini reddetmişti.Bu son kararın Yargıtay incelemesi, şimdiki kararı doğurdu.Gerçi Zana ve arkadaşları dün tahliye edilmeselerdi, infaz yasası gereği zaten gelecek haziran ayında özgürlüklerine kavuşacaklardı.Ne var ki geride kalan 10 yıl boyunca Türkiye’de hemen her suçun faili affedildiği halde ‘terör suçu’ işledikleri için ‘aftan yararlanamayan’ bu insanların içeride kalmaları, sadece yurtdışında değil, giderek Türk kamuoyunda da ‘orada bir haksızlık söz konusu’ kanaatinin oluşmasına yol açmıştı.Yukarıda değindiğimiz gibi yurtdışında da bu konu son birkaç yıl içinde çok ele alınıyor ve ‘Leyla Zana ve arkadaşlarının hapiste bulunmaları, Türkiye’nin demokratikleşme iddialarına aykırıdır’ deniyordu.Keşke herkes bunu söylemekle kalsaydı... Son zamanlarda Avrupa Parlamentosu’ndan, Avrupa Konseyi’nden Türkiye’ye kim gelse, bazen de küstahça ifadeler kullanarak ‘Türk hükümeti, Zana ve arkadaşlarını derhal serbest bırakmalıdır. Yoksa Türkiye, Avrupa Birliği’ne giremez’ türünden sözler söylüyorlardı.Bizim hükümetler içeride aslan kadar yürekli, dışarıda tavşan kadar yüreksiz olduğu için, bu küstahlara hiçbir şey yapılmıyor, örneğin kulaklarından tutup sınır dışı etme gibi bir yaptırım uygulanmıyordu. Bu küstahlıkları yeri gelince anımsamak ve anımsatmak üzere bir kenara bırakalım. Biz şimdi son yıllarda demokratikleşme yönünde ciddi adımlar atan Türkiye’nin yeni gerçekleri ile ilgilenelim. Ve Zana ile arkadaşlarının bu yeni Türkiye’nin ulaştığı barış ve huzur ortamına katkıda bulunmalarını bekleyelim.