ANAYASA Taslağı nihayet siyasi sahibini buldu. Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) adına kurulan komisyon ile taslağı kaleme alan bilim kurulu üyeleri Sapanca’daki bir otelde üç gün süreyle tartıştıktan sonra AKP Genel Başkan Yardımcısı Dengir Mir Mehmet Fırat, "Artık bu, genel anlamıyla bize ait bir taslaktır" dedi.
D.M. Mehmet Fırat’ın sözlerinden, kendilerinin de "ideolojilerden uzak" bir anayasa yapmak istedikleri anlaşılıyor. Gerekçeleri de açık:
Çünkü "bilim" bunu gerektiriyor.
Bilimin hangi noktaya kadar öyle istediğini tartışacak değiliz.
Hadi 1982 Anayasası’nın birilerini pek rahatsız eden Başlangıç bölümündeki "Hiçbir faaliyetin Türk milli menfaatlerinin, Türk varlığının, devleti ve ülkesiyle bölünmezliği esasının, Türklüğün tarihi ve manevi değerlerinin, Atatürk milliyetçiliği, ilke ve inkılapları ve medeniyetçiliğinin karşısında koruma göremeyeceği (...)" türü uzun, hatta bozuk Türkçeli cümlelerini düzeltsinler.
Anlarız...
Peki ama, buradan başlayarak önlerine gelen her maddedeki "Atatürk ilke ve inkılaplarını koruma" amaçlı ibareleri çıkartmanın amacı ve maksadı ne?
"İdeolojik anayasa yapmama" mı? "Teoriye saygı gereği" mi?
O zaman soralım:
Laiklik ilkesinin -artık AKP’ye mal olan- bu taslaktaki tanımında "(...) Laik bir sistemde, devletin resmi dini bulunmaz ve devlet bütün dinlerin mensuplarına eşit davranır" dendiğine göre Diyanet İşleri Başkanlığı’nın devlet bünyesinde yer almaması gerekmez mi?
Oysa taslak Diyanet İşleri Başkanlığı’nı 1982 Anayasası’ndaki haliyle almış 103’üncü madde olarak koymuş.
Hani nerede kaldı teori? Eğer sadece "bilimin dediğini" kabul ediyorsanız burada neden onu yapmadınız yani "din"le ilgili düzenlemelerden devletin elini çekmediniz?
Çekmediniz... Çünkü bir "İslam" ülkesinde devlet camiyi başıboş bırakırsa neler olduğunu İran ve Pakistan başta olmak üzere pek çok ülkede gördünüz.
Demek ki bir ülkenin kendi gerçekleri "bilimin dediği" ile çelişince, bilimin dediğinden ulusal yararın gerektirdiği kadar sapılabileceğini siz de kabul ediyorsunuz.
Bir başka örnek daha var:
Hani "Avrupa Birliği ülkelerinin hepsinde Genelkurmay Başkanlığı, Başbakan’a değil Milli Savunma Bakanlığı’na bağlıdır" demiyor muydunuz? Demokrasinin gereği bu değil miydi?
Neden yeni taslakta Genelkurmay ile Başbakanlık ilişkisini aynen 1982 Anayasası’ndaki gibi korudunuz?
Çünkü Türkiye’nin kendine özgü gerçekleri var değil mi?
O zaman doyurucu bir açıklama getirmeniz gerekir:
İşinize gelince "bilim" onu istiyor. İşinize öteki gelince "Türkiye’nin gerçekleri" öne çıkıyorsa...
Sizin hangi sözünüzde samimi olduğunuza inanacağız?