MESLEKTAŞIMIZ Hrant Dink’in alçakça işlenmiş bir cinayete kurban gitmesi, bu tür olaylar ardından sık sık tazelenen "korunuyor muydu, korunmuyor muydu?" tartışmasını gündeme getirdi.
Anımsayacaksınız, Çetin Emeç’i kaybedince bunu konuştuk.
Turan Dursun’u, Bahriye Üçok’u, Uğur Mumcu’yu Ahmet Taner Kışlalı’yı kaybedince de tartışmaların özünde "korunuyor muydu, korunmuyor muydu?" sorusu yer aldı.
Bu satırların yazarı, uzun yıllardır "korunan" gazetecilerden biridir. Her şeyi bilen, her konuda son hükmü veren bazı meslektaşlarımız "korunma"yı bizim istediğimizi düşünüyor olmalılar ki, bize kızınca "devlet tarafından korunuyor" diyerek eleştirirler.
Yeri gelmişken söyleyelim... "Korunmayı" biz talep etmedik.
"Koruma" uygulaması, 1990 yılında, Muammer Aksoy’un alçakça katledilmesinden hemen sonra Anadolu Ajansı’na gelen bir bilginin o tarihte de İçişleri Bakanı olan Abdülkadir Aksu tarafından "Bunun şakası olmaz. Sizi derhal koruma altına aldıracağız" demesiyle başladı. Nitekim sonra birkaç suikast teşebbüsüne hedef olduk. Şanslı imişiz ki hepsinden de kurtulduk.
Zaten her altı ayda bir valilikte yapılan değerlendirmede "koruma devam etmelidir" kararı verilenler korunur, ötekilerden koruma kaldırılır.
Bugün bu satırları biraz da, "koruma" önlemini ciddiye aldığımız için yazabildiğimizi düşünüyoruz.
Nitekim merhum dostlarımız Çetin Emeç, Uğur Mumcu ve Ahmet Taner Kışlalı, maalesef "koruma" istemediler. Her üçü de "karar veren gelir öldürür, koruma da işe yaramaz" diyorlardı.
Bu görüş yanlış değildir ama önlem alma yine de gerekli ve önemlidir.
Hrant Dink’in de "koruma" istemediği, hatta -bir zamanlar Aziz Nesin’in de söylediği gibi- "Korumadan bizi kim koruyacak?" dediği bildiriliyor.
Aslında ne Hrant Dink’in, ne de Uğur Mumcu’nun "koruma" talep etmesine gerek vardı. Devletin onları, istemeseler de -Aziz Nesin’e yapıldığı gibi-koruması gerekirdi. Çünkü her iki ismin de "açıkça tehdit ve tehlikeye muhatap" oldukları belliydi.
Ama bizim kamu görevlilerinden o inisiyatifi bekleyemezsiniz; çünkü pek çoğu görev yapmak için değil maaş almak için oradadır. O nedenle Hrant Dink, keşke devletin harekete geçmesini bekleyeceğine kendisi "koruma" isteseydi.
Bu konuda yetkili her kim ise, özellikle bir kısım eski bakanların, eski başbakan çocuklarının sırf çalım olsun diye aldıkları -ve "sekreter" gibi kullandıkları- "koruma"ları kaldırıp, gerçekten "korunması" icap edenleri koruması gerekir.
Hrant Dink’in "korunmamış olması" bizim yetkililerin kusurudur ama kusur ondan ibaret değildir:
Artık biliyoruz ki Trabzon en azından son iki senedir hassas bir bölgedir.
Genel kamuoyunun yeni öğrendiği bu gerçeği, o ilin valisi bilmiyor muydu? Oradaki Milli İstihbarat Teşkilatı (MİT) temsilcisi bilmiyor muydu?
Biliyor idiyseler valilik ne önlem aldı, MİT kimi uyardı, ne yaptı?
Saydamlıktan yana olan MİT Müsteşarı acaba bu konuda ne diyor?