ATATÜRK’ün "başöğretmen" sıfatını alışının ve Latin harflerini halka öğretmeyi amaçlayan "Millet Mektepleri"nin açılışının dün 78’inci yıldönümüydü. Böyle günlerde resmi sıfat sahiplerinin, içinde "Büyük Atatürk" yahut "Ulu Önder" türü sözlerin bol bol geçtiği nutuklar söylemelerine, mesajlar yayınlamalarına alışkın bir toplumuz.
Tabii "Atatürk’ün izinden gittiğimiz" de ikide bir vurgulanır. Nitekim şimdiki Milli Eğitim Bakanı Hüseyin Çelik de Öğretmenler Günü dolayısıyla yayınlanan mesajında bol bol o tür sözler sarf etti.
Lakin söylemek yetmiyor. Ne yaptığımız ve gerçekten Atatürk’ün izinde gidip gitmediğimiz önemli.
Hüseyin Çelik’e ve Başbakan Tayyip Erdoğan’a sorarsanız eğitim konusunda müthiş adımlar atıldı. Bütçeden de en büyük pay eğitime ayrıldı...
Gerçek bu sözlerdeki gibi olsa, hepimizin mutluluktan uçası gelecek...
Ne var ki eğitim gerçeklerimizi kim incelese neredeyse "dünyanın en kötüsü" olduğumuzu ifade eden raporlar karşımıza çıkıyor. OECD inceliyor, bunu söylüyor. Dünya Bankası inceliyor, "Okul öncesi eğitimde Fas’tan ve Endonezya’dan bile gerisiniz" diyor.
Hüseyin Çelik’e sorarsanız, "Öğretmenlik mesleğinin daha da gelişmesi için mesleğinizi uzman öğretmen, başöğretmen şeklinde kademelendirdik" diyor. Oysa Dünya Bankası raporu, "Bu sistemin öğretmen kalitesini desteklemediğini" söylüyor.
Bakan, 13 Eylül 2003 tarihli Hürriyet’te yayınlanan demecinde, okullarımızda 631 bin öğretmenin ders verdiğini vurguluyor. "Buna göre öğretmen başına 20 öğrenci düşüyor. Bu Avrupa standardı, hatta üzerindedir" diyor. Oysa bu yıl yayınlanan Dünya Bankası raporunda "Orta öğretim kurumlarında öğretmen başına öğrenci oranını 20-25 aralığına çıkarmamız" tavsiye ediliyor.
Ortaöğretim Kurumları Seçme ve Yerleştirme Sınavı’nda bu yıl tam 46 bin 733 öğrenci, sıfır puan aldı. Bu aslında o öğrencilerin değil Milli Eğitim Bakanlığı’nınve özellikle de bakanın başarı (!) puanıydı. Hoş, geçen yıl da durum farklı değildi. Nitekim bu sınavlarda en başarılı sayılan ilk 50 okul arasında devlet okullarından sadece biri yer alabildi. Ama Hüseyin Çelik kendisini başarılı saymaktan vazgeçmedi.
Bakan lafa gelince Atatürk’ü ağzından düşürmüyor. Hatta Cumhurbaşkanı Sezer’in özellikle "Kuran kursları ve özel okulların" bu açıdan sıkı şekilde denetlenmesi isteğine biraz da pervasız bir ifadeyle "varsa bir bildiği söylesin!" anlamında yanıt veriyor. Oysa öğrencilerin eline verilen kitapları yerli yersiz dini mesajlarla dolduran kendi bakanlığı... Öğrencileri üstelik okul formalarıyla İstanbul’da ve Adıyaman’da AKP toplantısına sokturan kendisine bağlı eğitimciler... Laik devlet okullarında "Umre" ödüllü yarışma açılmasına göz yuman kendisi...
Bu örnekler saymakla bitmeyeceği için özetle söyleyelim:
Bu bakan, Atatürk’ün izinden ayrılmıyor ama gidiş yönü ters...