BİR zamanlar, söz Ortadoğu ülkelerinden, dolayısıyla Araplardan açılınca merhum İsmet İnönü’nün temel ilkesi hemen su yüzüne çıkardı:
"Araplar arasındaki ihtilaflara karışmamak, biz Türkler için en doğru politikadır."
Lübnan’a asker gönderme meselesinin giderek daha şiddetli bir tartışma konusu olması, bilenlerin zihninde merhum İnönü’nün sözlerini çağrıştırdı.
Ama burada İnönü’nün koyduğu ilkeden farklı bir durum var:
Sorun Ortadoğu sorunu ama ihtilaf "Araplar arası" denecek türden değil. Burada İsrail ile Lübnan, (daha doğrusu Lübnan’daki silahlı yasa dışı güç olan Hizbullah isimli örgüt) arasındaki ihtilaf söz konusu. O nedenle zihninizde İsmet Paşa’nın ilkesi olsa bile konuya biraz daha rahat bakma olanağı var.
İkinci nokta...
Tamam keşke hiç ihtiyaç olmasa ve askerimizi riskleri olan bir yere göndermesek...
Lakin "keşke"nin geçerli olmadığı bir durum söz konusu:
Sorun uluslararası boyut kazanmış. Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi yöreye bir askeri kuvvet gönderilmesini karara bağlamış. Türkiye bölgenin önemli bir devleti olarak -üstelik tüm ilgili tarafların talebini de dikkate alarak- konuya ilgi göstermiş. Gönderilecek askerin asgari riske muhatap olması için elinden geleni yapmış.
Ve daha önce 28 yere nasıl asker göndermişse bu defa da aynı yoldan giderek "Birleşmiş Milletler tarafından kurulan güce katkıda bulunmaya" prensip olarak karar vermiş.
Doğrusunu isterseniz öncekilerden ne fazla ne de az riski olan bu kararı ve bu politikayı şimdi bir felaket söz konusuymuş gibi takdim etmenin, kime ne yarar sağlayacağını biz anlayamıyoruz.
Mesele sadece "risk almak" ise, Başbakan Tayyip Erdoğan’ın -incelikten mahrum bir üslupla- önceki akşam yaptığı "Ulusa Sesleniş" konuşmasında söylediği gibi "risk" hayatın kaçınılmazıdır.
Gerçekten doğduğunuz andan, son nefesinizi verdiğiniz saniyeye kadar hep risk altındasınız.
Akıl, gereksiz ve anlamsız risklerden kaçınmanızı sağlar ama hiçbir zaman sıfıra indiremez.
Burada da askerimizin beklenmedik bir anda tehlikeli bir durumla karşılaşması elbet mümkün olabilir. Ama bu risk, aynen bizim gibi kendi evlatları üzerinde titreyen öteki ulusların üstlendiğinden ne fazla ne de eksik olur.
Daha önce de yazdık:
Biz ülkemizi yöneten resmi ağızların, "Asker gönderirsek Ortadoğu’da söz sahibi oluruz" türü sözlerinin bir ağırlık taşıdığına inanmıyoruz. Öyle olsa 28 yerde bunun örneğini görürdük.
Bizi Türkiye’nin ve Türk ulusunun yüksek çıkarları ilgilendirmeli. Bu açıdan bakınca, Lübnan’a asker göndermenin ülkemize zararı değil yararı olacağını düşünüyoruz ve hükümetin kararını yerinde buluyoruz.