Adalet mi rezalet mi?

YAPTIKLARI çürük binalar yüzünden 17 Ağustos 1999 depreminde pisi pisine ölen 17 bini aşkın insanımızın hesabını büyük bir beceri ve başarı göstererek, "zamanaşımı" yoluyla kapattık.

Devletin birinci görevi adalet dağıtmak değil midir?

Elbet öteki görevleri de var. Örneğin ülkeyi savunacak, toplumun huzurunu, düzenini koruyacak, halkı refaha kavuşturacak, insanları özgür bir ortamda yaşatacak... vs.

Ama adalet dağıtmak gibi en temel görevi yerine getiremeyen bir yapıya hangi yüzle devlet diyebilirsiniz? "Adalet mülkün temelidir" yazısı mahkeme duvarlarında süs olarak mı duruyor?

Biz iyi huylu bir milletiz de son olarak Radikal ve Milliyet gazetelerinin güncelleştirdiği "zamanaşımı" skandalı yüzünden sokaklara dökülmüyoruz, adliye saraylarının önünde protesto gösterileri yapmıyoruz.

Hoş orada gösteri yapsanız ne faydası var?

Yargıyı bağımsızlaştırmak, adaletin hızla tecelli etmesi için gerekli önlemleri almak vaadiyle iktidara gelen bir kadro, o konuda dişe dokunur tek bir adım atmadıktan sonra, yargıçlarla savcılar ne yapsın?

Milliyet’te dün, 17 Ağustos depremi sonunda sorumlular aleyhine, 2100 dava açılmış olduğu, Kocaeli Barosu avukatlarından Ersayın Işık’ın araştırmasına dayanarak bildiriliyordu. Bunlardan 1800’ü "çeşitli nedenlerle" ceza verilmeksizin sonuçlanmış. Kalan 300 davadan 150’si zamanaşımına girmiş. Cezası ertelenen 120 dosyayı düşerseniz sadece 30 dosya ceza ile sonuçlanmış.

Zamanaşımına uğramadan bitirilebilen davalarla ilgili bilgiyi de Yargıtay 9. Ceza Dairesi Başkanı Hasan Gerçeker’in açıklamasından öğreniyoruz.

Başkan, Yargıtay’ın yıllardır şikáyet ettiği çok ağır iş yükünün dosyaları zamanında ele almaya olanak vermediğinden -bizce de çok haklı olarak- yakındıktan sonra aklımızın almadığı şu cümleleri sarf etmiş:

"Deprem davalarını öncelikle görüştük. (...) Her dosyada aynı ilkeyi uygulamaya çalıştık. Ama mağduriyeti önlemek isterken yeni mağduriyet yaratmamak için, cezalarının ertelenmesine karar verilen sanıklar hakkındaki kararları bozamadık. Bozsaydık zamanaşımına uğrayacaktı."

Ne demek bu?

Bu sözler "biz adalet dağıtma işini, kendi vicdanımıza uygun şekilde yerine getiremedik" demek değil mi?

O zaman, adaletin tecellisini "zamanaşımı" yoluyla engellemekten farklı bir şey mi yapılmış oluyor?

Sayın Başkan’ın sözlerini onu eleştirmek için aktarıyor değiliz. Sözlerinden kendi içinin de kanadığını, iki kötüden daha az kötü olanı tercih zorunda kaldıklarını anlatmak istediğini anlıyoruz. Bunun sorumluluğunun mahkemelerimizin tembelliğinden çok, yukarıda değindiğimiz gibi siyasi iktidara ait olduğunda ısrarlıyız.

Ama vatandaş -haklı olarak- mazeret dinlemez. O "adil bir şekilde yargılanmak" ister. Hakkını alamayınca da Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin kapısına dayanır. Nitekim Düzce Depremzedeler Derneği Başkanı Avukat Ayşegül Şenol bu yola başvuracaklarını açıkça söylemiş.

Bir tek Veli Göçer adında birini uzun süreli hapse mahkûm edince kamuoyunun tatmin olacağını sanan zihniyetle mücadele eden herkese başarı diliyoruz.
Yazarın Tüm Yazıları