DÖNDÜ dolaştı, Başbakan Tayyip Erdoğan’la o zamanki Adalet Bakanı Cemil Çiçek’in "Ha değişti, ha değişecek" türü oyalamalarıyla yedi-sekiz aydır rafta bekletilen meşhur 301’inci madde, Avrupa Birliği Komisyonu tarafından yayımlanan yeni "İlerleme Raporu" ile tekrar karşımıza çıktı.
Lafı dolandırmamışlar, kısaca "Türk Ceza Yasası’ndaki 301’nci madde ve benzer maddelerin, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’yle (AİHS) uyumlu hale getirilmesi gerekiyor" demişler.
Raporun böyle çıkacağını haber almış olmalı ki yeni Adalet Bakanı Mehmet Ali Şahin de önce gün "çalışmaları tamamladıklarını" belirterek, "301’le ilgili beş altı öneri var. Bunlardan herhangi birinin, 301’in değişikliğinde kullanılabileceğini düşünüyorum. Hükümet tasarısı olarak önümüzdeki günlerde parlamentoya göndeririz. Ama henüz içeriğine karar vermiş değiliz" demiş.
Bu maddenin içeriğine yani nasıl düzenlenmesi gerektiğine yeri gelince değiniriz. Ama aslında bilmeliyiz ki, 301’inci maddeyi değiştirmenin, çok göze batan Hrant Dink davası, Orhan Pamuk ile Elif Şafak hakkında soruşturma açılmış olması gibi birkaç örneği engellemekten başka bir yararı olmaz. Bu da kozmetik bir yarardır. Yani problemin özüyle ilgili değildir.
Problemin özü, devletimizin gerçekten bir hukuk devleti olmayışıdır. Oraya gelince karşımıza ciddi engeller çıkmaktadır.
Ciddi engellerden birincisi bugünkü siyasi iktidarın (bugünkü hükümetin de diyebilirsiniz) kendisidir.
İktidar "hukuk devleti" kavramını benimseyip yaşama geçirmeye karar vermedikçe, ister 301’nci madde değiştirilsin, ister yeni Ceza Yasası’nın özellikle ifade özgürlüğünü kısıtlayıcı öteki maddeleri yeni baştan yazılsın, sonuç fazla değişmez.
Oysa bugünkü iktidar sıra "yargı reformuna" gelince, örneğin yargıyı gerçekten bağımsız hale getirecek adımlar atması istenince çeşitli bahanelere sığınarak direnmektedir. Nitekim parti programında ve bu parti tarafından daha önce kurulmuş iki hükümet programında açıkça "yargının bağımsızlaştırılması gerektiği" ifade edildiği halde, 5 yılı aşan AKP iktidarı döneminde bu yönde dişe dokunacak hiçbir adım atılmış değildir. Esasen bugünkü hükümetin programında da böyle bir taahhüt yer almamaktadır.
Hükümetin bu tutumuna karşılık Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, Türkiye Adalet Akademisi’nin yeni eğitim yılı açılış töreninde yaptığı konuşmada "Yargı bağımsızlığını güçlendirecek, adaletin zamanında tecelli etmesini sağlayacak (...) yargı reformuna ihtiyaç olduğunu" söylemekteydi.
Hükümetin tavrı bu olduğu için de İlerleme Raporu’nda en geniş yer verilen bölüm "Yargı Sistemi", "Yolsuzlukla Mücadele politikası"; "İnsan Hakları ve azınlıkların korunması"; "Sivil ve siyasal haklar" başlıklarını taşıyor.
Tabii o başlıkların altında önemli saptamalar var. Örneğin Türkiye’de "yolsuzluğun yaygın ve yolsuzlukla mücadeledeki ilerlemenin sınırlı olduğu" bildiriliyor. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin son bir yılda verdiği 330 ayrı kararla Türkiye’nin, "insan haklarını ihlal ettiğinin ortaya çıktığı" ifade ediliyor.
İfade özgürlüğü, işkence, kötü muamele gibi konulara gelince bugünkü iktidarın sicili o kadar bozuk ki, onlara ancak yeri geldikçe değinebiliriz. Çünkü o kadar yerimiz yok.