Paylaş
1. Dünya Savaşı İmparatorlukların yıkımına sebep oluyor. Bu savaştan sonra (savaşın galipleri tarafından) oluşturulan Dünya düzeninin yarattığı etkiler hala (özellikle Orta Doğu ve Kuzey Afrika’da) görülüyor. Avrupa yaşadığı 2 büyük Dünya savaşından sonra, Almanya-Fransa uzlaşısı temelinde, kendisine bir gelecek oluşturmuş görülüyor. 1. Dünya Savaşı’nda imparatorluklarını kaybeden Rusya, Avusturya, Almanya ve Türkiye de bu savaşın yarattığı çok olumsuz sonuçlardan kısa sürede çıkarak, uluslararası ilişkiler içinde yerlerini alıyorlar.
Ama Paris’te anma töreni yapıldığı anlarda bile geniş Orta Doğu bölgesinde yerel savaşlar devam ediyor. 1. Dünya Savaşı’nın galiplerinin Orta Doğu’da kurdukları düzen bölgeye barış ve istikrar getirmemiş durumda. 1. Dünya Savaşı’nın galiplerinin 100 yıl önce biten bu savaş içinde imzaladıkları Sykes-Picot Anlaşması adı hala gündemde. Daha kötüsü bölge için yeni Sykes-Picot anlaşmalarının hazırlandığı, Orta Doğu için dışardan yeni planların ve düzenlemelerin yapıldığı endişesi giderek artıyor.
Bu hafta sonunda uluslararası toplumun dikkatleri bölgede devam eden savaşlar arasında üçü üzerinde yoğunlaşmıştı. Filistin Sorunu 1. Dünya Savaşı sonrasında kurulan düzenle doğrudan ilişkili, hatta bu düzenin doğrudan ortaya çıkarttığı bir mesele. İsrail Başbakanı Netanyahu, anma törenleri nedeniyle Paris’e yaptığı ziyareti kısa keserek İsrail’e döndü. Gazze-İsrail sınırında çatışma ortamı ve istikrarsızlık bir süreden beri devam ediyor.
Gazze’de çatışmaların hafta sonu hızla tırmanmasının bir süreden beri bölgede kalıcı bir düzenleme yapmaya çalışan Mısır, Katar ve Birleşmiş Milletlerin çalışmalarını olumsuz şekilde etkilemesinden endişe ediliyor. Gazze ile İsrail arasındaki tansiyonun artmasına bu sefer İsrail’in Gazze içinde giriştiği askeri operasyon ve bu operasyon sonucu bazı Hamas askeri yetkililerinin hayatlarını kaybetmesi oldu. İsrail’in Gazze içlerine kadar sızarak gerçekleştirdiği operasyon sonucu çıkan çatışmada Filistinliler ve bir İsrail askeri hayatını kaybetti. Tırmanan çatışmalarda İsrail hava gücüyle Gazze’yi bombaladı, Hamas ise İsrail’e çok sayıda füze attı. Sonunda ateşkes ilan edildi ama ateşkesin ne kadar süreceği açık değil.
Hamas-İsrail çatışmasındaki bu hızlı tırmanışın İsrail’in Gazze’deki maaşların ödenmesi konusunda Katar’a izin vermesinden ve Katar parasının İsrail üzerinden Gazze’ye ulaştırılmasından hemen sonra gelmesi biraz şaşkınlık yarattı. Uluslararası toplumun Gazze’ye uygulanan katı ve sınırsız İsrail ambargosunun bir ölçüde yavaşlatılması ve Hamas ile İsrail arasında kalıcı bir ateşkes ve anlayış oluşturulması çabalarının Mısır, Katar ve BM tarafından sürdürüldüğünün anlaşıldığı bir zamana gelmesi bir talihsizlik olarak görülüyor.
İsrail-Filistin çatışmasının bütün yönleriyle önümüzdeki kısa dönemde uluslararası gündemin en ön sıralarına çıkması bekleniyor. Bütün işaretler Trump Yönetimi’nin hazırladığı Filistin “çözüm” planının çok yakında açıklanacağına işaret ediyor. Başkan Trump’ın damadı ve danışmanı Jared Kushner tarafından, İsrail Başbakanı Netanyahu’nun görüş ve istekleri doğrultusunda, hazırlandığı konuşulan bu planın Filistin Yönetimini zor durumda bırakması bekleniyor.
Başkan Trump zaten Filistin Yönetimi üzerinde baskıyı arttıran tüm kararları arka arkaya almış durumda. Trump Yönetimi’nin Kudüs, UNWRA’ya yardımın kesilmesi, Vaşington’daki Filistin Bürosunun kapatılması kararları bunların arasında. Trump Yönetiminin “Jared-Netanyahu çözümünün” Filistinlilere “zorla” kabul ettirilmesi için Mısır ve Suudi Arabistan gibi Arap ülkelerine güvendiği ortaya çıkıyor.
Hafta içinde uluslararası dikkatlerin toplandığı diğer “Orta Doğu savaşı” Yemen’di. Yemen’le ilgili olarak ABD ve Batı ülkelerinden “barış görüşmelerinin” başlaması çağrıları gelirken, sahada Yemen’de çarpışmalar hızlandı. Bu arada Vaşington’dan “bundan böyle” ABD’nin, Yemen savaşına katılan Suudi ve Birleşik Arap Emirlikleri savaş uçaklarının havada benzin ikmalini yapmayacağı haberi geldi. Vaşington’un bu kararı Riyad ve Abu Dhabi için fiiliyatta çok önemli olmasa da sembolik bir önem taşıyor. Trump Yönetimi üzerinde insani boyutu giderek ağırlaşan Yemen savaşının sonlandırılması için iç baskının arttığını gösteriyor.
Yemen savaşının giderek büyümesi ve sivil kayıpların artması Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri üzerindeki uluslararası baskıyı da arttıracak gibi görülüyor. Gerek Yemen’de büyüyen insani kriz gerekse gazeteci Kaşıkçı olayı Riyad’ı ciddi bir uluslararası baskı altına sokmuş gibi gözüküyor. Ancak Trump Yönetimi’nin ne Yemen’deki insani kriz ne de gazeteci Kaşıkçı olayı nedeniyle Suudi Arabistan’la ilişkilerini bozmak istemediğini gösteren işaretler ortada.
Bu konuda ABD yalnız da değil. Dünya silah ticaretinde önemli bir payı olan Fransa da ne Yemen’deki insani krizden ne de Kaşıkçı’nın korku filmlerini çağrıştıran ölümünden fazla etkilenmişe benzemiyor. Fransa Cumhurbaşkanı ve Fransa Dışişleri Bakanı’nın ifadeleri sadece Fransa’nın bölgeye yaptığı silah satışlarıyla ilgilendiklerini, hatta Kaşıkçı cinayetinin “tüyler ürperten” ayrıntılarının ortaya çıkarılmasından ve durumun Fransa kamuoyunda olabilecek etkilerinden çekindiklerini ortaya koyuyor.
Böylece mevcut Fransız liderliği bir kez daha Fransız dış politikasının (Paris’in bütün söylem ve “kibirli”, “ders veren” tutumuna rağmen) esasta “prensipler üzerinden” değil “milliyetçi menfaatler” üzerinden yürütüldüğünü gösteriyor. Trump Paris’ten ülkesine döndükten sonra attığı “twitte” Fransa’dan “daha milliyetçi bir ülke” tanımadığını ifade etti. Birçoklarına göre Trump ile Macron arasındaki fark ise, Trump’ın milliyetçi ve ABD dışında kimseyi dikkate almayan bir dış politika izleyeceğini açıkça söylerken, Macron’un bu gerçeği güzel sözler ve uluslararası işbirliği motifleriyle gizlemeye çalışması.
Trump Yönetimi’nin yine de Yemen’deki iç savaşın insani boyutunun ve yaşanan insani krizin artık “görmezden gelinmeyecek” kadar büyüdüğünü savunmaya başladığı anlaşılıyor. Vaşington’un Yemen sorununun savaşla bitirilemeyeceğini de düşündüğü izleniyor. ABD Dışişleri Bakanı Pompeo’nun Yemen barış görüşmelerinin Aralık ayında başlaması yönündeki çağrısının altında bu durum yatıyor. BM Genel Sekreteri’nin Yemen Özel Temsilcisi Martin Griffiths’in Aralık ayında İsveç’te Yemen savaşının taraflarını tekrar bir araya getirmeyi deneyeceği basında bildiriliyor. Özel Temsilci’nin geçen ay Cenevre’de düzenlemeyi planladığı barış görüşmelerinin Hutsi heyetini Cenevre’ye getirecek uçağın Sana’dan kalkmasına Suudi Arabistan tarafından izin verilmemesi nedeniyle başarısızlıkla sonuçlandığı hatırlarda.
Yemen’de BM gözetiminde bir barış süreci başlatma çalışmaları yeniden hızlanırken fiilen Yemen’de çarpışmalar da hız kazanmış görülüyor. Çarpışmaların yoğunlaştığı yer Kızıldeniz kıyısındaki stratejik öneme sahip Hudeyde şehri. Suudi Arabistan destekli Yemen Hükümeti güçleri şehri Hutsi Yönetiminin elinden almaya çalışıyor. Bir ayı aşkın bir zamandan beri şehir çevresinde süren çarpışmalardaki şiddetlenme insani yardım örgütlerini de endişelendiriyor. Bunun sebebi Yemen’e gelen insani yardımın %80 kadarının ülkeye Hudeyde limanından girmesi.
Geçen hafta sonu uluslararası ilginin Afganistan savaşına da arttığı izlendi. Afganistan savaşında merkezi Afgan hükümeti ile Taliban arasında barış görüşmelerinin başlatılmasına çalışıldı. Rusya Moskova’da Afganistan Hükümeti ile Talibanı ve Afganistan savaşında rol oynayan güçler ile bütün komşu ülkeleri bir araya getirmeyi amaçlayan bir konferans düzenledi.
Afganistan 40 yıldır savaş içinde olan bir ülke. Afganistan’ın ilk önce 1979 yılında Sovyetler Birliği, daha sonra 2001 yılında ABD tarafından işgali ülkedeki bütün dengeleri tamamen altüst etmiş durumda. Sovyetler Birliği’nin 1990 yılında çökmesinde Afganistan’ı işgalinin ve on yıl kadar süren savaşın rolü bugün bile tartışma konusu.
Sovyetler Birliği’nin 1989’da Afganistan’dan çekilmeye zorlanmasından sonra ülkenin bu kez on yıldan fazla süren bir iç savaşın içine sürüklendiği, bu iç savaşın Taliban’ın başkent Kabil’i ele geçirmesinden sonra da sürdüğü, Kabil’deki katı Taliban yönetimi sırasında da ülkede iç savaşın devam ettiği biliniyor. Taliban’ın, Kuzey Suriye ve Irak’taki DEAŞ yönetimini akıllara getiren, çağdışı yönetiminin 2001 yılında Afganistan’ın bu kez ABD tarafından işgaliyle sona ermesinin Afganistan’da iç savaşı daha da alevlendirdiği de hatırlarda.
ABD’nin Kabil’deki Taliban yönetimini 2001 yılında yıkmasının üzerinden 17 yıl geçmesine rağmen Afganistan’daki iç savaşın bitmemesi bu ülkenin içinde bulunduğu durumu çok açık şekilde gösteriyor. ABD’nin harekete geçirmesiyle Afganistan savaşına katılan NATO da halen ülkede. Çoğunluğunu ABD kuvvetlerinin oluşturduğu NATO’nun Afganistan’daki askeri varlığı bir sıralar 150 bine kadar varmıştı. Bu sayı bugün 15 binin altına inmiş vaziyette. Ayrıca NATO kuvvetleri fiilen savaşa katılmıyor.
ABD ve NATO tarafından desteklenen Kabil’deki Afganistan hükümeti ile Taliban arasındaki iç savaş ise devam ediyor. Kabil ülkenin tamamında kontrolü sağlayamıyor, ülkedeki askeri saldırılar, terör olayları ve istikrarsızlık devam ediyor. ABD ve NATO güçlerinin tamamen çekilmesi halinde Kabil’deki hükümetin çökeceğine ve Taliban’ın tekrar ülkenin büyük bölümünü ve Kabil’i ele geçireceğine inananlar çok.
Ortaya çıkan gerçek, diğer hemen tüm bölgesel Orta Doğu çatışmalarında olduğu gibi, Afganistan sorununa da savaşla çözüm bulunmasının zorluğu. Bu nedenle Rusya gibi ABD de Afganistan sorununa barışçıl bir çözüm bulunup bulunmayacağını görmek istiyor. ABD bu senenin başında Salman Halilzad’ı Afganistan Özel Temsilcisi olarak atadı. Halilzad ABD Dışişleri Bakanlığında daha önce Afganistan, Irak ve BM gibi önemli yerlerde Büyükelçilik yapmış, aslen Afgan asıllı bir diplomat. Başkan Trump’ın Afganistan Özel Temsilcisi olarak Afganistan sorununa nasıl barışçı bir çözüm bulunabileceği konusunda çalışacağı anlaşılıyor. Halilzad’ın Taliban’la da temasta olduğu izleniyor.
Rusya’nın geçen hafta sonunda düzenlediği Afganistan toplantısına ABD’nin (davetli olmasına rağmen) katılmaması Afganistan üzerinde bir ABD-Rusya rekabetinin işaretleri olarak görülüyor. Afganistan Hükümeti de toplantıda Dışişleri Bakanlığı tarafından değil Afganistan Barış Konseyi’nce temsil edildi. Taliban ise Moskova toplantısında Katar’da yeni açtığı siyasi ofisten gönderdiği kişilerce temsil edildi. Afganistan Hükümeti ile Taliban arasındaki bütün görüş ayrılıklarının açıkça ortaya çıktığı Moskova toplantısının, ABD’nin muhalefetine rağmen, bir barış sürecine dönüşmesi şimdilik zor görülüyor.
Paylaş