Paylaş
Kısa bir süre önce Türkiye Dışişleri, Savunma, Maliye ve Hazine ile Ticaret Bakanları ABD’yi ziyaret etmişlerdi. Başkan Trump’ın, pek de mutat olmamasına rağmen, Türkiye Maliye ve Hazine Bakanı’nı kabul edip görüşmesi dikkatleri toplanmış, ilgi çekmiş, konuşulmuştu. Geçen hafta ise ABD’nin Suriye Özel Temsilcisi Büyükelçi James Jeffrey Ankara’daydı.
Esasen bir müddetten beri iki başkentten gelen işaretler Ankara ile Vaşington’un Başkan Trump’ın muhtemel bir Türkiye ziyaretini görüştüğüne işaret ediyordu. Geçen hafta bu ziyaretle ilgili haberler basın-yayın organlarında da verilmeye başlandı. Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu Trump’ın Türkiye ziyaretinin tarihinin henüz tespit edilmediğini açıkladı.
Trump’ın Temmuz ayında Avrupa’ya (İngiltere ve Fransa’ya) yapacağı bir ziyarettin ayağı olarak Türkiye’ye gelebileceği anlaşılıyor. Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu, Başkan Trump’ın “geniş ve kapsamlı” bir ziyaret için Türkiye’ye gelmek istediğini, Ankara ile Vaşington arasında ziyaretle ilgili görüşmelerin devam ettiğini ifade etti.
Başkan Trump’ın Türkiye’ye yapacağı “başarılı” bir ziyaretin Türkiye-ABD ilişkilerini olumlu şekilde etkileyeceği, Ankara ile Vaşington arasındaki “güven” ortamının yeniden güçlendirilmesine katkı yapacağı açık. Baktığımızda son dönemdeki ABD Başkanlarının hepsinin Türkiye’yi ziyaret ettikleri görülüyor. Bu Başkanlar arasında Obama, oğul Bush, Clinton ve baba Bush da bulunuyor.
Başkan Clinton’un Marmara Depreminden hemen sonra Türkiye’ye yaptığı ziyaretin, Türkiye’de yarattığı çok olumlu etkiler, bu ziyaretin Türkiye’de ABD’ye bakışı son derece olumlu şekilde etkilediği hatırlanıyor. Başkan Obama’nın İstanbul’da yaptığı konuşmanın sadece ABD’nin Türkiye ile ilişkilerini değil, ABD’nin tüm İslam Dünyası ile ilişkilerini etkilemeyi amaçladığı da hatırlarda.
Doğal olarak Başkan Trump’ın bu yıl içinde Türkiye’ye yapmayı düşündüğü ve üzerinde çalışılan bu ziyaretin ABD’nin Türkiye ile bütün sorunlarını çözeceğini düşünmek de yanlış. Türkiye ile ABD arasında ciddi sorunlar, anlaşmazlık noktaları olduğu biliniyor. Ancak mevcut bağların iki ülke için de önemli olduğu, Ankara ile Vaşington arasında olumlu bir gündem yaratma yönünde ciddi bir çalışma, iki ülke arasında sorunları diplomasi ve görüşmeler yoluyla çözme konusunda doğru yönde ilerleyen bir gayret olduğu da açık.
ABD Suriye Özel Temsilcisi Büyükelçi Jeffrey’in Türkiye temaslarının da olumlu geçtiği ve ilerleme sağlandığı anlaşılıyor. Büyükelçi Jeffrey Türkiye’de bulunduğu sırada Suriye konusunu tüm yönleriyle Savunma Bakanı Hulusi Akar, Dışişleri Bakan Yardımcısı Sedat Önal ve Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü İbrahim Kalın ile görüştü.
Suriye, Türk dış politikasının en önemli ve öncelikli konusu ve Ankara, Menbiç Mutabakatının uygulanmasını, Türkiye-Suriye sınırı boyunca (Fırat Nehrinden Irak sınırına kadar) Suriye içinde “Güvenli Bölge” kurulması konularında çözümü ve Vaşington’un Türk tutumuna yaklaşmasını bekliyor. “Güvenli Bölgenin” büyüklüğü, bu bölgede kimin kontrolü elinde tutacağı konusunda Ankara ile Vaşington’un tutumları arasında olan farklılıkların daraldığı, bir anlaşmaya yaklaşıldığı ortaya çıkıyor.
Türkiye için “Güvenli Bölgenin” kendi kontrolünde olması “olmazsa olmaz” bir şart. Ankara bu bölgede PYD/YPG varlığını da kesin olarak istemiyor. Münbiç ve “Güvenli Bölge” konularının çözümünün Ankara ile Vaşington’u Suriye konusunda birbirlerine yakınlaştıracağı, Türkiye ile ABD arasında tüm Suriye ile ilgili konularda diyalog ve işbirliği imkanının artacağı beklentisi var. Ankara ile Vaşington’un Suriye konusunda her alanda işbirliği yürüttükleri günler öyle çok geçmişte de değil.
Ankara ile Vaşington arasında S-400 füze hava savunma sistemleri konusundaki anlaşmazlığın da artık geride bırakılması gerekiyor. Eğer Vaşington’un sorunu gerçekten F-35 uçaklarının yapım bilgilerinin Rusya’nın eline geçmesi ise Ankara’nın “Çalışma Grubu” kurulması önerisi bu alanda ilerleme sağlayacak bir adım olabilir. Bir bütün olarak Batı’nın Türkiye’nin kendi savunma sanayiini kurma kararlılığına saygı göstermesi, bu alanda Türkiye’ye “engel” olucu değil “destek” olacak şekilde hareket etmesi gerekiyor.
Türkiye’nin coğrafi konum olarak zor bir bölgede yaşadığı gerçeğinin de müttefikleri tarafından kabul edilmesi gerekiyor. Bu durum Türkiye’ye savunması bakımından ek zorluklar getiriyor. Türkiye’nin bulunduğu bölgede füze teknolojisini geliştiren; kısa, orta ve uzun menzilli füzeler üreten ülkeler bulunuyor. Ankara bu konuda her türlü tedbiri almaya açık olduğunu zaten açıklamış durumda. Türkiye’nin hava savunması için füze sistemleri satın almak istediğinde ilk olarak Batılı müttefiklerine gittiği, ancak Batılı müttefiklerinden gerekli desteği ve anlayışı bulamadığı da bir gerçek.
Türkiye ile ABD ilişkilerinde “olumlu” ve “yapıcı” gündem maddelerinin arasında ekonomik işbirliğinin bulunduğu görülüyor. İki ülke arasındaki ticaret hacminin 20 milyar dolar seviyesine varması önemli. Ayrıca, iki ülke ticaret hacminin 75 milyar dolara çıkartılması konusunda açıklanmış bir hedef var. Bu hedefe ulaşmanın yolu da iki ülke arasındaki ekonomik işbirliğinin Vaşington ile Ankara tarafından aktif bir şekilde desteklenmesinden geçiyor.
Başkan Trump’ın Türkiye ziyareti sırasında 75 milyarlık ticaret hacmine ulaşılmasına yardımcı olacak yolların tespiti ve açıklanmasının, hatta Türkiye ile ABD arasında bir “Serbest Ticaret Anlaşması” imzalanması yollarının aranmasına başlanmasının yararlı olacağı açık. Geçmişte Ankara-Vaşington ilişkilerinin daha çok “siyasi” ve “güvenlik” alanındaki işbirliği üzerine oturtulduğu biliniyor. Bu durum devam ederken ilişkileri sağlamlaştırmak için “ekonomik” işbirliğine hız kazandırılması gerekiyor.
Başkan Trump’ın Türkiye ziyaretinin ABD’ye tüm Orta Doğu’ya ve İslam Ülkelerine Vaşington’un yaklaşımları konusunda “olumlu” mesajlar gönderilmesi için önemli bir fırsat yaratabileceği da açıktır. Trump Yönetimi’nin iktidara geldiğinden bu yana Orta Doğu’ya gönderdiği mesajların “yapıcı” olduğunu söylemek çok zordur. DEAŞ’ın yeni ve farklı bir tehdit olarak ortaya çıktığı, Bağdadi’nin (yayınladığı videoyla) tekrar sahnede göründüğü, ABD’nin İran’la çatışmasını farklı ve tehlikeli boyutlara taşıdığı bir dönemde Vaşington’dan, Trump Yönetimi’nden gelebilecek “olumlu” ve “yapıcı” mesajların geniş Orta Doğu bölgesinde istikrara katkı yapmasını beklemek mümkündür.
Geçen hafta ABD için kendi kıtasında bir ülke olan Venezuela’da meydana gelen gelişmelerin çok olumlu olduğu söylenemez. Venezuela’da başarısızlıkla sonuçlandığı anlaşılan darbe girişiminin Başkan Maduro’nun ülkedeki pozisyonunu güçlendirdiğini, Maduro’yu cesaretlendirdiğini belirtmek mümkündür. Venezuela’daki darbe girişiminin arkasında Trump Yönetiminin bulunduğuna inananlar çoğunluktadır. Vaşington’un en azından Venezuela’daki darbe girişimini teşvik ettiği ortadadır.
Venezuela’da darbe girişimi devam ederken Başkan Trump’ın, Başkan Yardımcısı Pence’in, Dışişleri Bakanı Pompeo’nun ve Beyaz Saray Milli Güvenlik Danışmanı Bolton’un attığı “twitler” ABD’nin Başkan Maduro’ya karşı yapılmak istenen darbeyi açıkça desteklediklerini göstermektedir. Başkan Maduro da darbeden “dış güçleri” ve Vaşington’u sorumlu tutmuştur.
Her ne kadar darbe girişimi başarısızlıkla sonuçlanmış ve kendini geçici Başkan ilan eden muhalefet lideri Juan Guaido’nun “ayaklanma” çağrıları (şimdilik) sonuçsuz kalmış gibi gözükse de Venezuela her geçen gün biraz daha derin bir krize sürüklenmekte, ülkede topyekün bir iç savaş tehlikesi giderek artmaktadır. Trump Yönetimi’nin, ülkeyi bir felakete sürüklemekte olsa da, Venezuela’da iktidarı değiştirme yönündeki çaba ve gayretlerini sonlandırmak istemediği izlenmektedir.
Venezuela’daki son gelişmelerin Vaşinton-Moskova sürtüşmesine dönüştüğü de anlaşılmaktadır. Rusya’ya göre ABD Venezula’nın iç işlerine karışmakta, uluslararası hukuka aykırı olarak Venezuela’da darbeyle bir iktidar değişikliği peşinde koşmaktadır. Vaşington ise Maduro iktidarının Rusya ve Küba’nın desteğiyle ayakta durabildiğine inanmakta, Moskova ve Havana’nın doğrudan müdahalesinin Maduro’yu Karakas’ta iktidarda tuttuğunu ileri sürmektedir.
Hatta ABD Dışişleri Bakanı Pompeo darbe sırasında Başkan Maduro’nun Karakas’tan uçakla Küba’ya gitmek için hazırlandığı sırada, Rusya ve Küba tarafından ikna edilerek Küba’ya gitmekten (son anda) vazgeçirildiğini bile iddia etmiştir. Darbe sırasında ABD ve Rusya Dışişleri Bakanları Pompeo ve Lavrov arasında bir telefon görüşmesi yapıldığı, Pompeo’nun Rusya’yı Maduro’yu desteklemekten, Lavrov’un ise ABD’yi Venezuela’nın iç işleri karışmaktan vazgeçirmeye çalıştıkları basında bildirilmiştir.
Venezuela’nın bir yandan ABD-Rusya ilişkilerinde, diğer yandan Amerika kıtası içi ilişkilerde giderek büyüyen bir sorun olduğuna şüphe bulunmamaktadır. Vaşington’un Orta ve Güney Amerika’yı kendi “arka bahçesi” olarak görmesi, Amerika kıtasındaki ülkelerin içişlerine karışması yeni bir durum değildir. “Muz Cumhuriyeti” ifadesi Amerika kıtasındaki tarihi gelişim içinde ortaya çıkan “siyasi” bir terimdir.
Venezuela’daki durumun bölge için ortaya çıkarttığı ilk sorun sığınmacı krizi olmuştur. Komşu Kolombiya ve Brezilya başta olmak üzere Güney Amerika ülkelerindeki Venezuelalı sayısı hızla artmakta; Peru, Bolivya, Paraguay ve Uruguay’a kadar yayılan Venezuelalı sığınmacıların sayısının milyonlara ulaştığı tahmin edilmektedir. Venezuela’daki siyasi ve ekonomik durumun daha da kötüleşmesinin Güney Amerika kıtasındaki mevcut Venezuelalı sığınmacılar krizini daha da büyüteceği açıktır.
Venezuela’daki son darbe girişimi sırasında (tekrar) ortaya çıkan bir isim de muhalefet liderlerinden Leopoldo Lopez olmuştur. Lopez kendisini geçici Devlet Başkanı ilan eden Guaido’nun yanında sıklıkla görülmüş, askeri darbe girişiminin arkasındaki isim olarak dikkat çekmiştir. Darbenin başarısızlığa uğramasından sonra (halen muhalif bir partinin başkanlığını yürüten) Lopez’in Karakas’daki İspanya Büyükelçiliğine sığınmak zorunda kalması dikkatleri bir kez daha “Diplomatik Bağışıklıklar ve Ayrıcalıklar” konusuna çekecek gibi görünmektedir.
İspanya Guaido’yu destekleyen kampta yer aldığı için Venezuela’nın İspanya ile ilişkileri zaten iyi değildir. İspanya Hükümeti henüz İspanya’dan siyasi sığınma hakkı istememesine rağmen Lopez’in Venezuela makamlarına teslim edilmeyeceğini ve Büyükelçilikte kalmasına izin verileceğini açıklamıştır. Aynen (daha önce Londra’daki Ekvator Büyükelçiliğine sığınan) Juan Assange’ın durumunda olduğu gibi, şimdi de Leopoldo Lopez konusunun uluslararası kamuoyunun dikkatini toplamaya devam edeceği (bu arada Venezuela ile İspanya arasında yeni sorunlar yaratacağı) ortadadır.
Son olarak Venezuela’daki durumun ABD Başkanı Trump ile Rusya Devlet Başkanı Putin arasında yapılan 1,5 saat sürdüğü bildirilen telefon konuşmasında gündeme geldiği basında bildirilmiştir. Geçen hafta sonunda yapılan bu telefon görüşmesinde Kuzey Kore, Ukrayna ile nükleer silahların azaltılması ve bu alandaki anlaşmalar gibi konuların da gündemde olduğu anlaşılmaktadır.
Teknolojini getirdiği yeni seyahat ve güvenli telefon görüşmeleri yapma imkanlarının diplomasiyi, diplomatik temas yapma şekillerini bir süreden beri büyük ölçüde değiştirdiği ve dış politikada karar alıcıların diplomatik görüşmelere katılma imkanlarını önemli ölçüde arttırdığı, bu durumun ise Büyükelçiliklerin görevler çerçevesini değiştirdiği görülmektedir. Bu konuya başka bir yazımda geniş şekilde değineceğim.
Paylaş