Paylaş
İran, Irak’taki 2 ABD üssüne yaptığı saldırının Kasım Süleymani’nin Irak’ta geçen yılın son günü ABD tarafından Bağdat Havaalanı yakınlarında bir roket saldırısı sonucu öldürülmesine bir karşılık olduğunu açıkladı. 8 Ocak günü Kasım Süleymani doğduğu şehir olan Kerman’da gömülmüş, İran üzerinde Süleymani’nin “intikamının” alınması yönündeki baskı artmıştı.
8 Ocak gecesi İran’ın Irak’taki Amerikan üslerine füze saldırısından hemen sonra meydana gelen bir olay dikkat çekti. Ukrayna Havayollarına ait 737 tipi bir uçak Tahran Havaalanından kalktıktan çok kısa bir süre sonra düştü ve uçaktaki 176 kişiden kurtulan olmadı. Sivil bir yolcu uçağının o gece yaşanan İran füze saldırısı sırasında düşmesi “ilginç” bir tesadüftü, ancak İran makamlarından gelen açıklamalar Ukrayna uçağının “teknik bir arıza” sebebiyle düştüğüne işaret etmekteydi.
Bununla birlikte ertesi günden (9 Ocak) itibaren Ukrayna Havayolları uçağının düşmesi ile 8 Ocak gecesi İran ve ABD arasında yaşanan çatışma arasında bir bağ bulunduğu; uçağın o gece düşmesinin bir “tesadüf” eseri olmadığı yönünde haberler yayılmaya, uçağın düşüş sebebiyle ilgili “şüpheler” artmaya başladı. Tahran ilk olarak bu haberleri “yalanladı”, uçağın İran tarafından füzeyle düşürüldüğü şeklinde yayılan suçlamaları reddetti.
Ancak, Tahran’dan, uçağın “kara kutusunun” çarpma sırasında büyük ölçüde hasara uğradığı ve İran’ın kara kutuyu incelenmek üzere ülke dışına göndermeyeceği yönünde gelen haberler, 737’in kalkıştan sadece 7 dakika sonra niye düştüğü yönündeki “şüphelere” ağırlık kazandırmaya başlamıştı. ABD kaynakları Ukrayna uçağının İran füzesiyle düşürüldüğüne işaret etmekteydi.
İlk 3 gün boyunca Ukrayna Havayolları uçağını Tahran’dan kalkmasından kısa bir süre sonra düşürdüğünü kabul etmeyen İran; 11 Ocak günü bir açıklama yapmak ve uçağın Tahran yakınlarında bulunan İran Devrim Muhafızları üssünden atılan 2 kısa menzilli füzeyle “yanlışlıkla” düşürüldüğünü kabul etmek zorunda kaldı. Kendi başkentinden kalkan yabancı bir havayoluna ait sivil bir uçağı düşürmek, kaçınılmaz olarak, İran için ciddi bir prestij kaybı ve “mahcubiyet/rahatsızlık” kaynağı olmuştu.
Ukrayna Havayolları uçağında hayatını kaybeden 176 kişiden 82’si İran, 63’ü Kanada, 11’i Ukrayna, 10’u İsveç, 4’ü Afgan, 3’ü Alman ve 3’ü İngiliz vatandaşı idi. Diğer ülke vatandaşlarının çoğunun İran asıllı oldukları belirtildi. Ukrayna uçağını “yanlışlıkla” düşürdüğünü kabul etmesinden sonra İran’ın uçak ve hayatını kaybeden yolcular için “tazminat” ödemesi zorunluluğu ve konunun Ukrayna ile İran arasında doğrudan görüşülerek sonuçlandırılması zorunluluğu ortaya çıkmaktaydı.
Ukrayna uçağının düşürülmesiyle ilgili gelişmeler İran’ı “zor” bir duruma sokarken; o zamana kadar, Kasım Süleymani’nin öldürülmesinin “çok sert” bir “misilleme” olması sebebiyle, İran lehine geliştiği izlenen uluslararası havanın Tahran rejimi aleyhine dönmekte olduğu, Tahran’ın kendisini savunma ihtiyacı içine girdiği izlenmektedir. İran’da rejim aleyhtarı sokak gösterilerinin yeniden başlaması, Dünya’da kendi içinde bölünmüş bir İran ve kendi halkına rağmen iktidarı bırakmayan teokratik bir rejim algılamasının tekrar ortaya çıkmasına sebep olmuştur.
Gerçekten de İran’ı kimin idare ettiği, İran’da kararların nasıl ve kimler tarafından alındığı yönünde cevapları zaten bilinen sorular, şimdi Dünya kamuoyu tarafından daha iyi değerlendirilebilmektedir. Cumhurbaşkanı Ruhani ve Dışişleri Bakanı Zarif gibi makamların ve isimlerin Tahran rejimi tarafından sadece ülkenin Batı ve Dünya kamuoyundaki imajının güçlendirilmesi için “sahte bir yüz” olarak kullanıldığı algısı güç kazanmaktadır.
Kasım Süleymani’den Tahran rejiminin “ikinci adamı” olarak bahsedilmesinin Tahran’daki “Cumhurbaşkanlığı” makamına ve Ruhani’nin Dünya’daki imajına yaptığı “olumsuz” etki açıkça ortadadır. İran’da önemli bütün kararların dini lider Hamaney tarafından alındığı zaten bilinmektedir. Ancak rejim içinde Devrim Muhafızları’nın bu derece öne çıktığının, Tahran’da iç ve dış politikadaki kararların doğrudan dini lidere bağlı, İran’ın mezhepsel politikalarının kaynağı olarak bilinen, Devrim Muhafızları üst kadrosu tarafından alındığının izlenmesi İran konusunda Dünya’da duyulan endişeleri arttırmış görünmektedir.
Ukrayna uçağının düşürülmesinde olayların nasıl geliştiği açıklık kazanmıştır. Uçağı düşürme kararının, Tahran Havaalanından kalkan uçağı ABD füzesi zanneden ve ABD’nin Tahran’daki karargahlarına saldırdığını düşünen, İran Devrim Muhafızları kadroları tarafından alındığı anlaşılmaktadır. Uçağın düşürülmesinden sonra, Cumhurbaşkanı Ruhani dahil, İranlı yetkililerinin uçağın niye düştüğü konusunda ne zaman bilgilendirildikleri ise açık değildir.
Burada akla geçen sene Dışişleri Bakanı Zarif’in, Başar Esad’ın Tahran’da İran Dini Lideri Hamaney ile görüşmesinden sonra istifa etmesi, ancak bu istifanın Cumhurbaşkanı Ruhani tarafından kabul edilmemesi olayı gelmektedir. Dışişleri Bakanı Zarif, Suriye Devlet Başkanının kendi haberi olmadan Tahran’a davet edilmesi ve Tahran’da yaptığı temaslar nedeniyle istifa etmek istediği o zaman basın haberleri arasında yer almıştı. Konuyla ilgili yapılan yorumlarda Orta Doğu’daki İran dış politikasının İran Dışişleri Bakanlığının bilgisi dışında İran Devrim Muhafızları ve Kasım Süleymani tarafından yapıldığı ve uygulandığı hususu da işlenmişti.
Cumhurbaşkanı Ruhani, Ukrayna Havayolları uçağının düşürülmesi konusunda yaptığı konuşmalardan birinde İran’ı savunmak amacıyla geçmişte düşürülen sivil uçaklara atıf yapmış, bu olayların çoğunda uçağı düşüren ülkenin “suçu” kabul etmekten bile kaçındığı imasında bulunmuştur. Gerçekten de geçmişe baktığımızda, her ne kadar kendi başkentinden kalkan bir uçağı düşüren ülke olmasa da, hata sonucu veya kasten çok sayıda sivil uçağın düşürüldüğü, bu uçaklardaki yolcuların siyasi çekişmeler nedeniyle mücadele eden ülkelerin kurbanı oldukları görülmektedir.
Geçmişe bakıldığında “kazara” veya (başka bir uçakla karıştırıldığı için) “bilinçli” olarak düşürülen sivil havayolu uçağı sayısının hiç de az olmadığı, çok sayıda yolcu uçağının düşürülmesiyle sonuçlanan “faciaların” yaşandığı ortaya çıkmaktadır. Bunlar içinde ilk akla gelenlerden birisi Basra Körfezi’ndeki bir ABD savaş gemisinin, İran Hava Yolları’na ait Tahran-Dubai seferini yapan Airbus (A-330) tipi bir yolcu uçağını, tehdit (İran savaş uçağı) olarak algılayarak, füzeyle düşürmesidir. 3 Temmuz 1988 tarihinde Hürmüz Boğazı’nda meydan gelen bu olayda uçakta bulunan 290 kişi hayatını kaybetmiş; sonuçta ABD uçakta bulunanların ailelerine 61,8 milyon dolar tazminat ödemiştir.
Benzer bir olay Soğuk Savaş’ın en yoğun olarak yaşandığı bir dönemde, 1 Eylül 1983 tarihinde Sovyetler Birliği’nin New York-Seul seferini yapan Kore Hava Yolları’na ait Boeing 747 tipi bir uçağı Japon Denizi üzerinde düşürmesiyle yaşanmıştır. Bu olaya Kore yolcu uçağının, uçağın sistemlerinde meydana gelen bir arıza sebebiyle, rotasından sapması ve Sovyet hava sahasına girmesi; Sovyet makamlarının da uçağı ABD casus uçağı sanması sebep olmuştur. Sovyet füzesiyle düşürülen uçakta bulunan 269 kişi hayatını kaybetmiş, Sovyetler Birliği o dönemde uçak ve yolcuları için tazminat ödemeyi kabul etmemiştir.
Yine çok büyük bir hava faciası 17 Temmuz 2014 tarihinde Malezya Hava Yollarının Amsterdam’dan Kuala Lumpur’a giden uçağında yaşanmış; Ukrayna hava sahasından geçen uçak yerden atılan bir füzeyle düşürülmüş; Boing 777 tipi uçakta bulunan 298 kişiden kurtulan olmamıştır. Uçağı, Ukrayna’ya ait olduğunu düşünerek, ülkenin doğusunda savaşan Ukraynalı milislerin, Rusya’dan sağladıkları, bir füze ile düşürdükleri açıklanmıştır.
Havacılık tarihinde benzer insan yapımı facialar bunlarla da sınırlı değildir. 2001 yılında Sibirya Hava Yollarına ait Tel Aviv-Novosibirsk seferini yapan bir uçak Karadeniz üzerinde, Rusya ile ortak askeri manevralar gerçekleştiren bir Ukrayna gemisinden atılan füzenin uçağa (yanlış hedefe) kilitlenmesi nedeniyle düşürülmüş, uçaktaki 78 kişi hayatını kaybetmiştir.
Bu örnekleri arttırmak mümkündür. 1973 yılında İsrail, Kahire’ye gitmekte olan Libya Hava Yolları uçağını, rotasını şaşırarak Sina yarımadası üzerinde uçtuğu için düşürmüş, uçaktaki 115 kişiden sağ kalan olmamıştır. Bulgaristan 1955 yılında Viyana-İstanbul-Tel Aviv seferini yapan EL AL uçağını Bulgaristan üzerinde rotasından yanlışlıkla çıkması üzerine düşürmüş, Bulgar makamları olaydan 8 yıl sonra özür dilemiş ve sorumluluğu üstlenmişlerdir.
Itavia Hava Yollarının Bologna-Palermo seferini yapan DC-9 tipi bir uçağı 27 Haziran 1980 günü Sicilya Adası’nın kuzeyinde Akdeniz’de düşürülmüş, uçakta bulunan 81 kişi hayatını kaybetmiştir. Uçağın bölgede bulunan ve kimliği tespit edilemeyen bir gemiden atılan füzeyle düşürüldüğü üzerinde durulmuş, uçağın düşürülmesiyle ilgili komplo teorileri ortaya atılmıştır.
Havacılık tarihindeki benzer “facialara” baktığımızda İranlı yetkililerin kendilerinin “yalnız” olmadığı yönündeki ifadeleri haklı görünebilse de, bu durum Ukrayna uçağının Tahran’da füzeyle düşürülmesi olayının zamanlamasının İran rejimi bakımından çok “talihsiz” olduğu gerçeğini değiştirmemektedir. İran, Trump Yönetiminin çok ağır ekonomik yaptırımları altında bulunmakta; İran’ın Avrupalı ülkelerle de ilişkileri her geçen gün bozulma eğilimine girmiş bulunmaktadır.
İran ekonomisinin içinde bulunduğu zor şartları rakamlar açık bir şekilde ortaya koymaktadır. İran ekonomisi 2010 ve 2011 yıllarında % 5,7 ve 3,1 oranlarında büyümüştür. Ancak, Obama Yönetimi sırasında, ABD’nin İran’a ekonomik yaptırımları sıkılaştırdığı 2012 ve 2013 yıllarında İran ekonomisinde %7,7 ve %0,3 oranlarında küçülmeler yaşanmıştır. ABD-İran ilişkilerinin diyalog sürecine girdiği 2014 yılında İran ekonomisi % 3,2 oranında büyümüş, 2015 yılında ise İran ekonomisinde % 1,6 oranında bir daralma görmüştür.
2015 yılı Temmuz ayında İran Nükleer Anlaşmasının imzalanmasından sonra İran ekonomisinin gösterdiği gelişim ise çarpıcıdır. İran ekonomisi 2016 yılında % 12,5; 2017 yılında ise % 3,7 oranında büyümüştür. Bu durum Vaşington’da Başkan Trump’ın iktidara gelmesinden sonra değişmiş, ABD’nin Nükleer Anlaşmadan çekildiği 2018 yılında İran ekonomisi % 4,8 oranında küçülmüş, İran ekonomisindeki hızlı daralma 2019 yılında da devam etmiştir. Uluslararası Para Fonu tahminlerine göre İran ekonomisi 2019 yılında % 9,5 oranında küçülecektir.
ABD’nin İran petrol ihracatını tamamen durdurmak ve İran’a döviz girdisini engellemek istediği anlaşılmaktadır. İran dış ticareti büyük ölçüde petrol satışına dayanmakta, petrolden elde ettiği gelirin kaybolması İran için büyük bir sorun olarak ortaya çıkmaktadır. İran yetkililerinden gelen beyanlar ise İran’ın hala petrol satabildiği ve ekonominin yönetilebildiği yönündedir. Ancak Tahran’daki son rejim aleyhtarı gösteriler İran içindeki bölünmenin ciddiliğini ortaya koyar niteliktedir.
Önümüzdeki ay yapılacak Meclis seçimleri Dini liderin “ılımlı” mı “sertlik” yanlısı mı bir yasama organı görmek istediğini ortaya koyacağı için önem kazanmıştır. İran’da Cumhurbaşkanlığı seçimi de önümüzdeki yıl yapılacak; Ruhani daha önce 2 kez seçildiği için bu kez aday olamayacaktır. İran’da Cumhurbaşkanının kim olacağı da İran rejiminin Dünya’ya hangi “yüzünü” göstereceğini belirlemesi açısından önemlidir.
Bölgedeki İran aleyhtarı “Cephe” ile Tahran arasındaki mücadelenin önümüzdeki dönemde hızlanarak artacağı yönündeki işaretler ortadadır. Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri, Mısır ve İsrail’in oluşturduğu bu “Cephe” bölgede fiilen bulunan ABD tarafından desteklenmekte; Cephe-Tahran mücadelesinin Irak üzerinde yoğunlaşabileceği izlenmektedir. İran Nükleer Anlaşmasının fiilen artık ortadan kalkması şimdi bu mücadeleye tekrar nükleer bir ağırlık kazandırması bakımından daha da endişe verici bir boyut kazanmıştır.
Paylaş