Paylaş
Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu Bağdat’ta iken Irak Cumhurbaşkanı, Başbakanı, Meclis Başkanı ile görüştü, Iraklı karşıtı Muhammed El Hakim ile baş başa ve heyetler halinde toplantılar gerçekleştirdi. Bağdat dışında güney Irak’ta Basra, kuzey Irak’ta Erbil şehirlerini ziyaret etti.
Irak’ta siyaset ülkedeki etnik ve mezhep ayrılıkları üzerine oturtulan bir yapı üzerinden yürütülüyor. Cumhurbaşkanı Kürt, Başbakan Şii Arap, Meclis Başkanı ise Sünni Arap kesimden geliyor. Irak Meclisi’ndeki partiler de büyük ölçüde bu etnik ve mezhepsel bölünmüşlük yapısı üzerine oturmuş durumda ve farklı etnik ve mezhep gruplarını temsil ediyorlar. ABD işgali sırasında yapılan 2005 Irak Anayasası ülkeye Araplarla Kürtler arasında kurulan federal bir sistemi getirmiş.
Irak toplumu dini ve etnik temelde bölündüğü gibi, ana grupları oluşturan Şii ve Sünni Araplar, Kürtler ve Şii ve Sünni Türkmenler de kendi aralarında bölünmüş bir görünüm veriyorlar. Ülkede Şii ve Sünni Arapları, Kürtleri temsil eden farklı parti ve siyasi kuruluşlar, farklı liderler bulunuyor. Türkmenler de bu bölünmüşlükten paylarını almış durumda.
Bu çerçevede Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu’nun Irak’taki görüşme programını geniş tutması, Bağdat dışında Şii bölgesindeki Basra ve Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi (IKBY) idari merkezi Erbil’i ziyaret etmesi önem taşıyor. Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu’nun Irak ziyaretinin olumlu geçtiği anlaşılıyor. Bu sene içinde ilk önce (yürütme yetkisini elinde bulunduran) Irak Başbakanı Adil Abdülmehdi’nin Türkiye, daha sonra Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Irak ziyaretlerinin planlandığı ortaya çıkıyor. Irak Cumhurbaşkanı Bahram Salih bu yıl Ocak ayı başında Ankara’yı ziyaret etmişti.
Türkiye’nin Irak’la ilişkilerini bu ülkede 2 yeni Başkonsolosluk açarak genişletmek istediği açıklanmış durumda. Bu yeni Başkonsoloslukların Necef ve Kerkük’te açılmak istendiği, konunun Çavuşoğlu-El Hakim görüşmelerinde ele alındığı, Irak tarafının Necef’e şimdiden izin verdiği ortaya çıkıyor. Türkiye açısından Kerkük’te Başkonsolosluk açılması ayrıca önem taşıyor.
Türkiye’nin Irak’da daha önce açtığı, ancak daha sonra geçici olarak kapatmak zorunda kaldığı Musul ve Basra Başkonsolosluklarını kısa sürede yeniden faaliyete geçireceği görülüyor. Türkiye’nin IKBY Bölgesindeki Erbil ve Süleymaniye şehirlerinde de Başkonsoloslukları var. Yeni 2 Başkonsolosluğun açılması halinde Irak’taki Türkiye Başkonsolosluklarının sayısı 6’ya çıkmış olacak. Bu durumu Ankara’nın Irak’la siyasi, ekonomik ve kültürel ilişkilere verdiği önemin bir göstergesi olarak görmek gerekiyor.
Irak, Türkiye açısından önemli bir ekonomik ortak durumunda bulunuyor. İki ülke arasındaki ticaret hacmi 10 milyar doları aşmış vaziyette. Ancak 2013 yılında Türkiye-Irak ticaret hacminin 16 milyar doları geçtiği, iki ülkenin tekrar bu rakama ulaşmak istendiği biliniyor. Türkiye Irak’la 2. bir sınır kapısını açmaya çalışıyor. Ovaköy Sınır Kapısı’nın Habur’un 15 km kadar batısında açılması planlanıyor. Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu’nun Bağdat ve Erbil görüşmelerinin gündeminde bu sınır kapısının da bulunduğu, Erbil’in bu yeni sınır kapısı konusundaki tereddütlerinin ortadan kaldırılmaya çalışıldığı görülüyor.
Türkiye ile Irak arasındaki görüşmelerin gündeminde en ön sırada yer alan bir konu da terörizm konusunda yapılan işbirliğinin arttırılması. Bu işbirliği PKK ve DEAŞ gibi terör örgütlerini kapsıyor. PKK’nin Kandil’den sonra şimdi de Sincar bölgesinde yerleşmemesi Ankara açısından büyük önem taşıyor.
Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu Irak’tayken Türk Silahlı Kuvvetlerinin Irak’ın Zap bölgesinde PKK unsurlarına karşı hava operasyonu düzenlemesi Ankara’nın Irak’ın kuzey bölgelerinin PKK terör örgütünün faaliyet alanı olmaması konusundaki kararlılığını gösteriyor. Ortaya çıkan tablo Türkiye’nin PKK ile mücadeleyi artan ölçülerde Irak (ve Suriye) içinde yürütme ve PKK’ya bu ülkelerden Türkiye’ye sızma imkanı tanımama kararlılığına işaret ediyor.
Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu’nun Bağdat ve Basra’dan sonra Erbil’e geçmesi, Ankara’nın IKBY ile ilişkilerinde “yumuşama” ve “buzların erimesi” olarak nitelendirildi. Çavuşoğlu’nun 2018’de Irak’a yaptığı son ziyaret sırasında Erbil’e uğramadığı hatırlandığında, bu yorumlarda gerçek payı olduğunu düşünmek mümkün. IKBY’nin Türkiye’nin Irak’la ekonomik ilişkilerinde ve PKK ile mücadelesinde önemli bir rol oynadığı dikkate alındığında, esasen IKBY bölgesindeki referandumdan sonra bozulan ilişkilerin düzeltilmesi zamanının geldiğine inananlar çoğunlukta.
Türkiye için Irak’la ilişkiler önemli ve Ankara’nın Irak’taki tüm gruplarla görüşme politikasını devam ettirmesi gerekiyor. Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu hem Bağdat’ta Meclisteki Türkmen milletvekilleri ile hem de Erbil’de Türkmen Cephesi yetkilileriyle bir araya geldi. Türkiye’nin Irak Türkmenlerinin Irak siyasetinde ve yönetiminde hak ettikleri yeri almaları yönündeki gayretlerinin sürdürülmesi gayet normal bir durum.
Dışişleri Bakanı’nın gerek Bağdat ve Basra’da gerekse Erbil’de yaptığı temas ve görüşmeler Türkiye’nin Irak’taki mevcut siyasi yapıyı dikkate aldığını gösteriyor. Çavuşoğlu’nun Erbil’de Bölgesel Yönetim Başbakanı Neçirvan Barzani yanında, Güvenlik Ajansı Müsteşarı Mensur Barzani ile görüşmesi Ankara’nın terörizm konusunda işbirliğine verdiği önemi, Başbakan Yardımcısı Kübat Talabani ile görüşmesi ise iki önemli Kürt partisi (KDP ile KYB) arasındaki dengeyi gözettiğini yansıtıyor.
Türkiye Dışişleri Bakanı’nın Irak ziyareti Orta Doğu bölgesinde gerginliğin, çatışma ve tırmanma riskinin giderek arttığı bir döneme rastladı. Bu hafta sonu ilk artan gerginlik belirtisi Irak ile Bahreyn arasında çıktı. Şii ancak Arap milliyetçisi olarak tanınan Iraklı dini lider Muktada El Sadr’ın İran ile Suudi Arabistan ilişkilerinin düzeltilmesini istemesi, bunun için de Suriye, Bahreyn ve Yemen’de rejim değişikliğinin gerekli olduğu yönündeki ifadeleri Bahreyn Dışişleri Bakanı Halid Bin Ahmad El Halifa’yı son derece “kızdırdı”.
Halifa, Muktada Sadr’a yönelik “hakaret” içeren ifadeler kullandı. Halifa’nın Sadr’ı hedef alması Bağdat’taki Bahreyn Büyükelçiliği ve Necef’deki Bahreyn Başkonsolosluğu önünde gösterilere ve Irak-Bahreyn ilişkilerinin gerilmesine neden oldu. Irak Dışişleri Bakanı Bahreyn’den Muktada El Sadr’dan resmen özür dilemesini talep etti.
Irak’ın Orta Doğu’da giderek büyüyen ve çatışma riskini arttıran (ABD destekli) İsrail-Suudi Arabistan-Birleşik Arap Emirlikleri kampı ile (Rusya destekli) İran arasındaki mücadelede nerede yer alacağı önemlidir. ABD ve İran’ın Irak üzerindeki etki mücadelesinin önümüzdeki dönemde artacağı ve Irak’ın bu iki ülke arasında kalacağı yönündeki işaretler artmaktadır.
Irak’ta halen 6 bin civarında ABD askeri, ABD askeri üsleri bulunmakta; İran’ın ülkedeki Şii milis güçlerine destek verdiği, “danışman” olarak Irak’ta çok sayıda İran Devrim Muhafızının bulunduğu bilinmektedir. ABD ve İran’ın karşılıklı olarak aldıkları İran Devrim Muhafızlarını ve Bölgedeki ABD askerlerini “terörist” olarak ilan eden kararlardan sonra Irak’taki ABD-İran mücadele ve dengesinin daha da karmaşık hale geldiği açıktır.
Hafta sonu bölgedeki gerginliğin nasıl hızla büyüdüğünü gösteren işaretler İran Dışişleri Bakanı Cevad Zarif ile ABD Beyaz Saray Milli Güvenlik Danışmanı John Bolton’un bir ABD televizyonuna verdiği demeçlere yansıdı. Bolton, İran’daki rejimi “teolojik ve askeri bir diktatörlük” olarak nitelendirdi ve İran halkının rejim değişikliği istediğini ve rejim değişikliğinin İran’ın yararına olacağını ifade etti. Zarif ise İsrail-Suudi Arabistan-Birleşik Arap Emirlikleri üçlüsünün Orta Doğu’da savaş istediğini, Beyaz Saray Miilli Güvenlik Danışmanı Bolton’un da “işbirliğiyle” bu üç ülkenin ABD’yi Orta Doğu’da yeni bir savaşa sürüklemeye çalıştıklarını belirtti.
İran Dışişleri Bakanı Zarif’in ifadeleri Tahran’ın Vaşington’daki İran’a karşı “sertleşme” politikasının arkasında John Bolton’u gördüğüne, Bolton’un İsrail, Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri’yle birlikte hareket ederek, ABD’yi Orta Doğu’da bu kez İran’a karşı bir savaşa sürüklemek istediğine işaret ediyor. John Bolton, Vaşington’da evanjalist oy tabanına dayanan, İsrail’le yakın ilişki içinde oldukları bilinen, “Yeni Muhafazakar” grubun önde gelen bir üyesi olarak tanınıyor.
Başkan Trump’ın seçim kampanyası sırasında Irak savaşına karşı çıktığı, Irak savaşının Bush Yönetimi’nin büyük bir hatası olduğunu savunduğu, önemli bir seçmen kitlesinin Trump’a Orta Doğu’daki “sonuçsuz ve yararsız” savaşlara karşı çıktığı için oy verdiğini biliniyor. Bu duruma rağmen şimdi Başkan Trump’ın Beyaz Saray’ı ve ABD Dışişleri Bakanlığı’nı Orta Doğu’da yeni bir savaş isteyen bir grubun eline bıraktığı, ABD dış politikasını yönlendiren Bolton-Pompeo (Güvenlik Danışmanı-Dışişleri Bakanı) ikilisinin ABD’yi adım adım bu kez İran’la bir savaşa yönlendirmeye çalıştığı iddiaları basın-yayın organlarında geniş şekilde yer alıyor.
ABD’nin İran Nükleer Anlaşması’ndan ayrılmasından sonra devreye soktuğu tüm kararların İran’ı köşeye sıkıştırma yönünde olduğu açık. Trump Yönetimi’nin son olarak aldığı İran Devrim Muhafızlarının “terörist” bir kuruluş olarak ilan edilmesi ve 8 ülkenin İran’dan petrol satın almasına “muafiyet” uygulanmaması kararlarının Tahran’da ciddi bir endişe yarattığı da muhakkak. Buna rağmen uzmanlar mevcut piyasa şartlarında ABD’nin İran’ın petrol satmasını engelleyemeyeceği ve İran’ın petrol gelirlerini sıfırlayamayacağı görüşünde.
Bu görüşte olanlar ABD’nin daha önce de İran’a petrol satış yasağı uyguladığını, hatta o dönemlerde İran’a karşı Avrupa Birliği ve Birleşmiş Milletler yaptırımları da uygulandığını, ancak İran’ın yine de petrol satışı yapmaya devam edebildiğini hatırlatıyorlar. Ancak o dönemde Vaşington’da Trump Yönetimi’nin olmadığı, ABD dış politikasını (Beyaz Saray, Dışişleri Bakanlığı ve Savunma Bakanlığı’ndan) “sertlik” yanlısı bir grubun yönlendirmediği de bir gerçek.
Bu nedenle bundan sonraki gelişmelerin büyük ölçüde İran petrolünü satın alan Çin ve Hindistan gibi ülkelerin kararlarına ve tutumlarına, Moskova’nın hemen yanı başındaki bir ülkede Vaşington’un rejim değişikliğine izin verip vermeyeceğine bağlı olacağına inananların sayısı oldukça yüksek. Trump Yönetimi’nin bundan sonra İran’la alacağı kararların ve İran’ın petrol satışını tamamen durdurmak için harekete geçip geçmeyeceğinin önem kazandığı izleniyor.
Böyle bir ortamda dikkatler Körfez’e ve Hürmüz Boğazı’na çevriliyor. Dünya petrol ticaretinin önemli bir bölümü, %20 kadarı, Hürmüz Boğazı’ndan geçiyor. Dünya’nın en büyük doğal gaz satıcıları arasında bulunan Katar da ticaretini Hürmüz Boğazı’ndan gerçekleştiriyor. Körfezde askeri bir tırmanmanın Dünya ekonomisi üzerindeki etkisinin ağır olacağı tahmin ediliyor. İran’ın geçmişte, kendisinin petrol satamaması halinde, Hürmüz Boğazı’nı kapatma tehdidinde bulunduğu hatırlarda.
İran’ın bu tehdidini gerçekleştirmesi halinde Hürmüz Boğazı’nı nasıl kapatacağı açık değil. Boğazın mayınlanması, Boğaz’dan geçen gemilere silahlı saldırı seçenekleri akla geliyor. İran-Irak Savaşı (1980-1988) sırasında İran’ın Irak’a giden tankerlerin Hürmüz Boğazı’ndan geçişini engellemeye çalıştığı hatırlarda. O dönemde Irak’ın petrol ihracatını sadece Kerkük-Yumurtalık Boru Hattından gerçekleştirebildiği biliniyor.
Bugün Orta Doğu Dünya’da silahlanmanın en fazla yaşandığı bölgelerin başında yer alıyor. Suriye’de büyük sayıda Rus askeri ve önemli Rus askeri üsleri bulunuyor. ABD’nin tüm Orta Doğu’da bulundurduğu asker sayısının 50 binin üzerinde olduğu tahmin ediliyor. ABD’nin ülke dışındaki en büyük askeri hava üssü Katar’da bulunuyor. ABD’nin Bahreyn’de büyük bir askeri deniz üssü bulunuyor. ABD’nin 5. askeri deniz filosu burada konuşlandırılmış durumda. Birleşik Arap Emirlikleri, Kuveyt ve Irak’taki askeri üslerde önemli sayıda ABD askeri var. İran’ın Hürmüz Boğazı konusunda alacağı askeri bir tedbirin ABD’nin tepkisini getireceği ve çatışmanın hızla genişleyeceği kesin.
Paylaş