Mübarek'ten İdlib'e

Geçen hafta içinde basında yer alan, ancak İdlib’deki durum ve Korona virüsü salgını gibi dikkatlerimizin büyük ölçüde odaklandığı gelişmeler nedeniyle, çok da üzerinde durulmayan bir haber eski Mısır Cumhurbaşkanı Hüsnü Mübarek’in 91 yaşında ölümüydü.

Haberin Devamı

 

Mübarek 1981-2011 yılları arasında ülkesini koyu bir diktatörlük rejimi altında yönetmiş; 2011 yılında Arap Baharının görevden uzaklaştırdığı bir Arap liderdi. Bütün yönetim özellikleriyle 1950’li yılların ortalarından itibaren Arap ülkelerinde ortaya çıkan “lider” tipine uyan Mübarek’in Mısır’daki iktidarı kesintisiz 30 yıl sürmüştü.

Mübarek de asker kökenliydi, ülkesinde istihbarat rejimlerinin ağır baskısı altında bir dikta rejimi kurmuştu, iktidarda olduğu süre içerisinde ülkesinde demokratik hiçbir gelişmeye, serbest çoğulcu seçimlere izin vermedi. Kendisinden önce olduğu gibi Mübarek döneminde de Mısır’da Cumhurbaşkanlığı seçimleri sadece “göstermelikti” ve ülke dışında Mısır’a ve Mübarek’e “meşruluk” kazandırmak amacıyla yapılıyordu.

Haberin Devamı

Mısır’daki Mübarek rejimi de tek parti yönetimine ve istihbarat örgütlerinin Mısır halkı üzerinde şiddet kullanılarak kurulan kontrolüne dayanmaktaydı. Mübarek yönetimi de zaman içinde (diğer Arap ülkelerindeki gibi) giderek bir aile diktatörlüğü rejimi haline dönüştü. Arap Baharı 2011 yılında Mısır’ı etkilemeye başladığında Mübarek’in görevi oğluna devretmeye hazırlandığı ciddi bir şekilde konuşulmaktaydı.

Mısır, Arap Dünyası içinde ve bölgesinde çok önemli rol oynayan bir ülkedir. Nüfusu, konumu ve tarihi ile bölgede ve özellikle Arap Dünyası içinde geleneksel olarak üstendiği rol daima ön planda olmuştur. Buna rağmen Mısır bağımsızlığını kazandığından itibaren daima sorunlar içinde olan bir ülke görünümünü de kaybetmemiştir.

İngilizler, Orta Doğu’da sömürge yönetimi kurdukları diğer Arap ülkelerinde yaptıkları gibi, Mısır’da da kendilerine çok yakın bir krallık rejimi oluşturmuşlar ve ülke üzerindeki siyasi etkilerini bu rejim yoluyla yürütmeyi denemişlerdir. İngiltere’nin Mısır’da oluşturduğu krallık rejimi 1952 yılında askeri darbeyle devrilmiş ve Mısır Kralı Faruk İngiltere’ye kaçmıştır.

Ancak bakıldığında Kral Faruk’tan sonra ülkede, Arap Baharından sonraki çok kısa bir dönem dışında, hiçbir zaman halkın oylarıyla iktidara gelen bir rejim oluşturulamadığı görülmektedir. Mısır “cumhuriyet” tarihindeki devlet başkanın hemen hepsi askeri darbeyle iktidara gelmiş, asker kökenli diktatörlerdir. Bu durumun tek istisnası 2012-13 yıllarında Cumhurbaşkanlığı yapan Muhammed Mursi’dir.  1953’den bu yana Mısır Devlet Başkanlığı makamına oturan diğer 5 Cumhurbaşkanı asker kökenlidir, uluslararası standartlarda serbest bir seçimle değil, darbe ile işbaşına gelmişlerdir; Mısır’ı yönettikleri dönemde çoğulcu gerçek bir seçim de kazanmamışlardır.

Haberin Devamı

1953’ten bu yana Mısır’da devlet başkanlığı görevine gelen 6 kişiden 5’inin (Muhammed Naguib, Cemal Abdül Nasır, Enver Sedat, Hüsnü Mübarek ve Abdülfettah Sisi) yönetimleri birçok yönden benzerlik göstermekte; Batı emperyalizmine karşı tutumu nedeniyle Nasır’ın Mısır halkından gördüğü destek bu durumu değiştirmemektedir.

Hüsnü Mübarek iktidarı Enver Sedat’ın 1981 yılında bir suikast sonucu hayatını kaybetmesinden sonra o sırada Genel Kurmay Başkanı olması sebebiyle devralmıştır. Bugün Mısır devlet başkanlığı makamında oturan Sisi de, Mısır’da gerçek bir seçimle iktidara gelen yönetimi 2013 yılında askeri darbeyle yıktığında, Genel Kurmay Başkanlığı makamında bulunmaktaydı.

Haberin Devamı

Arap Baharının (bir ölçüde Tunus dışında) niçin başarısızlıkla sonuçlandığı, Mısır’da demokrasinin niçin devam edemediği; Arap Baharının başarısızlığı ve Kaddafi, Saddam, Salih gibi Arap diktatörlerinin görevlerinden ayrılmalarından sonra bazı Arap ülkelerinde iç savaş ve savaşların niçin patlak verdiği gündeme çok gelen ve tartışılan konulardır. Arap ülkelerinin büyük çoğunluğunun neden kötü yönetildiği; Arap ülkelerinin Doğu Avrupa, Güney Amerika ve hatta Güney Doğu Asya ülkelerinin başardığı siyasi ve ekonomik reformları yapabilmede neden başarısız kaldıkları sorulan ve cevabı bulunmaya çalışılan sorulardır.

Ülkesinde 30 yıl iktidarda kalan Mübarek, iktidara geldikten sonra Enver Sedat’ın Batı ve İsrail yanlısı politikalarını, halkından gelen tepkiye rağmen, devam ettirmiştir. İsrail’de Büyükelçi olduğum dönemde Mısır ile İsrail yönetimleri arasındaki ilişkilerin ne kadar yakın olduğunu, bu ilişkilerin istihbarat servisleri arasında sürdürüldüğünü, o dönemde Mısır istihbarat servisinin başı olan General Ömer Süleyman’ın sıklıkla İsrail’e geldiğini izlemiştim.

Haberin Devamı

Mısır Cumhurbaşkanı Mübarek Türkiye’de de iyi tanınmaktaydı. Özellikle 1998 yılında Şam rejiminin terörizmi Türkiye’ye karşı bir silah olarak kullanmaya devam ettiği bir sırada Türkiye ile Suriye arasında çıkan krizin Adana Mutabakatıyla neticelenmesinde rol oynamış, Şam’ın Adana Mutabakatını kabul etmesi için Ankara ile Şam arasında arabuluculuk yapmaya da soyunmuştu.

Dışişleri Bakanlığında aktif görevde bulunduğum bir dönemde, Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’in 17 Eylül 1997 tarihinde Mübarek ile İskenderiye’de gerçekleştirdiği istişarelere katılan Türk heyetinde yer almıştım. O sıralarda gündemdeki en önemli konulardan biri Mısır’ın Rusya’dan satın aldığı S-300 hava savunma füzelerini Kıbrıs Rum Yönetimi’ne devretmemesi idi. İskenderiye’de masadaki konuların başında da yine o dönemde Suriye’nin PKK’ya verdiği destek ve PKK yönetiminin terör faaliyetlerini Şam’dan yürütmesi bulunuyordu.

Haberin Devamı

Bugün Mısır’da askeri darbeyle iktidara gelen Sisi Yönetimi’nin Mübarek’ten de öteye katı bir diktatörlük rejimi oluşturduğuna, Sisi yönetiminin ayakta kalabilmesinin Batı ve İsrail kadar, Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirliklerinden aldığı dış desteğe bağlı olduğuna inanların sayısı oldukça fazladır. Ortada olan bir husus Mısır’ın Arap Dünyası içindeki “geleneksel” yerini büyük ölçüde kaybettiği, Sisi yönetiminin Mısır’ı Batı kadar bölgede Riyad ve Abu Dabi’nin politikalarını uygulamaya koyan (ikinci sınıf) bir güç durumuna getirdiğidir.

Diğer birçok Arap ülkesi gibi Suriye de bağımsızlığını kazandığından bugüne kadar hiçbir dönemde iyi yönetilmemiştir. Ülkede 1963 askeri darbesiyle iktidara gelen ve ülkeyi neredeyse 60 yıldan bu yana yöneten Baas Partisi de Suriye için bir “felaket” yaratmıştır. Bu durum Irak için de aynıdır. Esasında hem Suriye de hem de Irak da olan Baas Partisi şemsiyesi altında bu iki Arap ülkesinde de azınlık ve aile diktatörlükleri kurulmasıdır.

Şam’daki rejimin İsrail’le mücadele gibi Suriye halkının bir bütün olarak desteklediği bir olguyu bile bir Suriye üst kimliğinin yaratılması için değil, Suriye halkının içerde “ezilmesi” ve ülkede bir diktatörlük rejiminin sürdürülebilmesi için kullanması ibret vericidir ve son derece ilginçtir. İsrail’le mücadele ve savaş durumu gerekçe olarak kullanılarak Suriye halkının elinden bütün özgürlükleri alınmış, Suriye 1960’lardan itibaren sıkıyönetimle idare edilen, halkın hiçbir şekilde ve düzeyde yönetime katılmasına izin verilmeyen bir ülke durumuna getirilmiştir.

Esasen bugün İdlib’te olanlar ile Suriye Savaşı’nın patlak verdiği 2011 senesinde tüm Suriye’de yaşananlar birbiriyle yakından bağlantılıdır. Şam rejimi yine kendi halkına karsı sınırsız şiddet kullanmakta ve sorunları şiddet yoluyla ve askeri yöntemlerle çözmeye çalışmaktadır. Suriye Savaşının patlak vermesine Şam rejiminin halkının daha fazla demokrasi, çoğulculuk, yönetime katılma ve ekonomik yeniden yapılanma isteklerine siyasi ve ekonomik reformlarla karşılık verme yerine, bu istekleri şiddet ve zorla bastırmak için harekete geçmesi neden olmuştur.

Şimdi Şam rejimi, dış destekle ayakta kalabilmesinin de doğurduğu cesaretle, İdlib sorununu askeri yöntemlerle çözmek için harekete geçmiştir. Halbuki genel Suriye Sorunu gibi İdlib Sorununun çözümü de siyasi ve ekonomik reformlardan geçmektedir. Suriye sorunu çözülmeden İdlib Sorununu çözmek imkanı bulunmamaktadır.

Nitekim Şam rejimi İdlib’te karşısında rejim muhalifi Suriye halkıyla birlikte Türkiye’yi bulmuştur. Rejimin Türk askerlerine karşı da, aynı kendi halkına yaptığı gibi, şiddet kullanması İdlib’teki tırmanmanın ve varılan durumun sebebidir. Şam rejimin Türk askerlerine karşı saldırganlığı rejime misliyle ödettirilmiştir. İdlib’te tekrar sükûnete dönülmesi, Anayasa Komitesi çalışmaları yoluyla Suriye sorununun siyasi çözümüne gayret gösterilebilmesi için Şam rejiminin İdlib’te çatışmasızlık bölgesi sınırlarına geri çekilmesi ve kalıcı ateşkesi kabul etmesi gerekmektedir.

Türkiye’nin İdlib’te rejimin oldubittilerini ve askeri çözüm yöntemlerini kabul etmesi imkanı bulunmamaktadır. Bu İdlib’te bulunan (3 ila 4 milyon olduğu belirtilen) rejim muhalifi sivil halkın rejim kontrolüne girecek İdlib topraklarından kaçması ve Türkiye’nin yeni bir sığınmacı krizi ile karşı karşıya kalması (yani İdlib’teki sorunların Türkiye sınırları içerisine taşınması) demek olacaktır. Rejimin İdlibte’ki askeri hareketliliği zaten 1 ila 1,5 milyon Suriyelinin Türkiye sınırındaki derme-çatma kamplara kaçmasına, çok kötü şartlarda yaşamlarını sürdürmeye çalışmasına neden olmuştur.

 Şam rejiminin İdlib’te sebep olduğu insanı krizin boyutlarının büyümesine izin verilmemesi ve ortaya çıkan bu insanı krizin İdlip’te Suriye toprakları içinde halledilmesi gerekmektedir. Şam rejimi 9 yıldır süren Suriye Savaşı sırasında kendi halkına karşı birçok insanlık ve savaş suçu işlemiştir. Birleşmiş Milletler rakamlarına göre İdlib’te sivil halka karşı işlenen suçların hemen tamamının müsebbibi rejimdir. Şimdi Moskova’nın karar vereceği husus (Şam rejimini korumak değil) bu suçlara ortak olmayı sürdürüp sürdürmemek olmalıdır.

İdlib’te Şam rejiminin neden olduğu askeri tırmanma başladığından bu yana Rusya’ya yöneltilen eleştiri Şam rejimini engellememesi ve rejimin İdlib sorununu askeri yöntemlerle çözümleme istediğini teşvik eden bir tutum içine girmesi olmuştur. Bu çerçevede hem Rusya (hem de İran) İdlib’te meydana gelen anı tırmanmadan sorumludur. Rusya’nın bu tutumunu değiştirmemesi ve İdlib’te siyasi bir çözümden yöne tavır almaması halinde, Suriye bağlamında Ankara ile Moskova’nın bundan sonra işbirliğini yürütmeleri imkanı büyük ölçüde tehlikeye girmiş olacaktır.

Bu bakımdan gözler 5 Mart günü Rusya’da yapılacak Erdoğan-Putin görüşmesine çevrilmiş bulunmaktadır. Ankara’nın bu görüşmeden çıkmasını istediği sonuç Moskova tarafından çok iyi bilinmektedir. Şam rejiminin İdlib’te Türk gözlem noktalarıyla oluşturulan orijinal çatışmasızlık bölgesi sınırları gerisine çekilmesi ve İdlib’te kalıcı bir ateşkes ilan edilmesi iki Devlet Başkanının Rusya’da yapacağı görüşmenin başarısını sağlayacaktır.

Ankara’nın Avrupa Birliği ülkelerine gitmek isteyen sığınmacılara sınırlarını açmasıyla Türkiye-Yunanistan sınırında yaşananlar konunun diğer ibret verici bir yönüdür. Bazı Avrupa basın-yayın organlarının Suriye sorunu ve bu sorunun yarattığı insanı krize hala sadece Türkiye’nin bir meselesi gibi bakmaları gerçekten ilginçtir ve bazı Avrupalılardaki çok “karmaşık”, “ikiyüzlü” kafa yapısını ortaya koymaktadır.

Ancak bir hafta içinde Avrupa’dan Ankara’ya arka arkaya gelen üst düzey “misafirlerin” en azından hükümetler düzeyinde mevcut durumun anlaşılmasına “yardımcı” olduğu umulmaktadır. Avrupa Birliğini “yönlendiren” ülkelerin artık ne Suriye ne İdlib ne de sığınmacılar sorunlarında mevcut “vurdum-duymaz” “ilgisiz” tutumlarını sürdüremeyeceklerini anlamaları; bu sorunlarda ciddi politika değişikliklerine gitmeleri, bu sorunların çözümü için Türkiye’ye “gerçekten” yardımcı olmaları gerekmektedir.

Bu hafta içinde ABD’den üst düzey iki Dışişleri Bakanlığı görevlisinin (Büyükelçi Kelly Craft ve James Jeffrey) Türkiye’ye gelmesi ve sınırda incelemeler yapmaları önemlidir. ABD’nin Birleşmiş Milletler Daimi Temsilcisi, Amerikan sisteminde, Bakan düzeyindedir ve Trump kabinesi içinde yer almaktadır. Bu adımlar Ankara ile Vaşington arasında, Suriye bağlamında, “güven” ortamının yeniden tesisi için önemlidir. Ankara şimdi Vaşington’dan Patriot hava savunma bataryalarının tekrar bölgede (Türkiye’de) konuşlandırılması, gerçek anlamda istihbarat paylaşımı, İdlib üzerinde uçuşa yasak bölge tesisi gibi somut adımlar beklemektedir.                            

Yazarın Tüm Yazıları