Paylaş
Geçen hafta sonunda Bahçeşehir Kıbrıs Üniversitesi’nin davetlisi olarak Kıbrıs’taydım. Üniversite’de yapılan yuvarlak masa toplantısında Orta Doğu’yu, Orta Doğu’da meydana gelen gelişmeleri konuştuk. Kıbrıs’a son olarak yıllar önce gitmiştim. Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nde, Kıbrıslı Türklere uygulanan bütün yaptırımlara karşı, ciddi bir ekonomik gelişme meydana geldiğini, Kuzey’le Güney arasındaki ekonomik kalkınma farkının önemli ölçüde kapanmakta olduğunu izlemekten memnun oldum.
Kıbrıs Türk ve Rum toplumları arasında hiç de “mutlu” olmayan son 70 yıla yayılan “sorunlu” bir geçmiş var. Lefkoşe’de iken bu “acı” geçmişin simgelerinden biri haline gelen Barbarlık Müzesi’ni de gördüm. Barbarlık Müzesi 24 Aralık 1963 tarihinde Kıbrıs Türk Kuvvetleri Alayı Doktoru Binbaşı Dr. Nihat İlhan’ın eşi Mürevvet İlhan ve çocukları Murat, Kutsi ve Hakan ile ev sahibesi Feride Güdüm’ün Kıbrıslı Rum çete üyeleri tarafından katledildiği evde kurulmuş. Bugün bu Müze Kıbrıs Türklerinin acı geçmişi ve Kıbrıslı Rumlara niye güvenmemeleri gerektiğini hatırlatan bir simge. Esasen Kıbrıs’ta Kıbrıslı Türklere acı geçmişi hatırlatan başka birçok simge var.
Tarihe Kanlı Noel olarak geçen 24 Aralık 1963 Kıbrıs için dönüm noktası olan tarihlerden biridir. 21 Aralık 1963 tarihinde Kıbrıslı Rumlar tarafından Kıbrıslı Türklere karşı başlatılan saldırılar ve şiddet olayları esasen 1960’da kurulan Kıbrıs Cumhuriyeti’ni yıkmayı amaçlamıştır. Uzun müzakerelerden sonra Kıbrıs’taki ve Türkiye ile Yunanistan arasındaki dengeler dikkate alınarak kurulan Kıbrıs Cumhuriyeti sadece 3 yıl kadar yaşayabilmiştir. Kurulmasından hemen sonra (o dönemdeki) Kıbrıs Rum liderliğinin Kıbrıs Cumhuriyeti’ni sadece bir geçiş dönemi olarak gördüğünü, Kıbrıslı Rumların Kıbrıs’ı tek başına yönetme, Kıbrıs Türklerini (yönetecekleri) bir azınlık statüsüne indirme ve sonuçta Enosis’i sağlama amaçlarından vazgeçmedikleri ortaya çıkmıştır.
Kıbrıs sorunu 1950’lı yıllarda Kıbrıslı Rumların Enosis (Yunanistan’la birleşme) talepleriyle ortaya çıkmıştır. İngiltere yönetimi altındaki Adada Kıbrıslı Rumlar tarafından başlatılan ve EOKA terör örgütünün kurulmasından sonra İngiliz manda yönetimine ve Kıbrıslı Türklere yönelik şiddet olaylarına dönüşen gelişmeler, Kıbrıslı Türklerinin de Taksim (Adanın bölünmesi) istekleriyle bir iç savaşa sürüklenme eğilimine girmiştir. Türkiye, Yunanistan, İngiltere ve Adadaki iki toplum arasında 1955’lerin ortalarında başlayan görüşmeler sonuçta 1959 ve 1960 Zürih ve Londra Anlaşmalarını getirmiştir.
Kıbrıs Cumhuriyeti’ni doğuran Anlaşma ve bu Anlaşmaya eklenen Garanti ve İttifak Anlaşmaları 1959 yılında Türkiye ve Yunanistan arasında ilk önce Zürih’te, daha sonra da İngiltere’nin de katılımıyla (üçlü olarak) Londra’da imzalanmıştır. “Kuruluş, İttifak ve Garanti” Anlaşmaları 16 Ağustos 1960 tarihinde Kıbrıs, Türkiye, Yunanistan ve İngiltere tarafından (tekrar) imzalanmış ve “Kıbrıs Cumhuriyeti” kurulmuştur.
Adadaki iki toplumun eşitliği ve ortaklığı üzerine kurulan Kıbrıs Cumhuriyetini bitiren gelişme ise Kıbrıslı Rumların Kıbrıs Anayasası’nda revizyon isteyen 13 maddelik bir değişiklik önerisini gündeme getirmeleri ve Kıbrıs Türklerini bu değişiklikleri kabul etmeye zorlamaları olmuştur. Kıbrıs Türklerinin Anayasadaki eşit statüsünü ortadan kaldırmayı hedef alan bu değişik önerilerini reddetmeleri üzerine, Kıbrıslı Rumlar (daha önce hazırlandığı sonradan ortaya çıkan bir plan çerçevesinde) 21 Aralık 1963 tarihinde Kıbrıslı Türklere karşı yoğun bir saldırı başlatmışlar, Kıbrıslı Türkler evlerini terk ederek belirli bölgelere kaçmak zorunda bırakılmışlardır.
Daha sonra 1966 yılında Makaryos ile Grivas arasında Enosisin nasıl sağlanması gerektiği konusunda ortaya çıkan anlaşmazlıkların büyüdüğü bir sırada, Kıbrıs Rum kesimindeki bir gazetenin yayınladığı “Akritas Planı” 1963 Aralık ayındaki Rum saldırılarının ayrıntılı bir şekilde ve daha önce planlanan bir komplo çerçevesinde gerçekleştiğini ortaya çıkartmıştır. Rumların amacının Kıbrıslı Türklere yönelik etnik bir temizlik gerçekleştirmek ve Kıbrıslı Türkleri hükümet ve meclisten uzaklaştırarak devleti ele geçirmek olduğu açıkça görülmektedir.
Her ne kadar Türkiye’nin (1964 yılındaki Johnson mektubuna rağmen) 1965 Ağustos ayında Kıbrıs’ta Erenköy bölgesinde Kıbrıs Türklerini hedef alan saldırıda bulunan Kıbrıs Rum kuvvetlerine karşı düzenlediği ve çok sayıda Türk jetinin katıldığı hava harekatı Rum saldırılarını durdurmada etkili olduysa da, sonuçta (1974 yılına kadar) Kıbrıs Türkleri Kıbrıs Rumlarının yoğun bir baskısı altında, çok zor şartlar altında yaşamak zorunda kalmışlardır. Kıbrıslı Rumların şiddet hareketleri ve güvenlik nedeniyle daha çok şehirlere ve adanın %3 kadarlık bir bölümünü teşkil eden küçük bölgelerine sıkıştırılan Kıbrıslı Türkler ağır bir siyasi, sosyal ve ekonomik bir ambargonun altına sokulmuştur. Bu dönemde Kıbrıs Rumlarının amacının Kıbrıslı Türklerin adadan göçünü sağlamak ve adada etnik temizlik olduğu anlaşılmaktadır.
Ancak Kıbrıs Türkleri bütün olumsuz şartlara rağmen Kıbrıslı Rumların ağır baskılarına karşı durabilmişler ve direnerek, adadaki haklarından vazgeçmemişlerdir. Kıbrıslı Türkler için büyük bir dönüm noktası 1974 yılında gelmiş, Kıbrıslı Rumlar ile (o dönemde askeri bir junta tarafından yöneltilen) Yunanistan arasındaki görüş ayrılıkları ve çatışma, Yunanistan’ın Kıbrıs’ta (Makaryos’a karşı) düzenlediği EOKA darbesi Türkiye’ye Garanti Anlaşmasından doğan haklarını kullanarak, adaya mücadele etmesi için gerekli uluslararası şartların ortaya çıkmasını sağlamıştır. Türkiye’nin 1974 Kıbrıs müdahalesinden beri Kıbrıs Türkleri adada kendi yönetimleri altında, serbestçe yaşayabilmektedir.
Kıbrıslı Türkler ve Rumlar arasında görüşme süreci, iki toplumun birlikte yaşayacakları yeni bir devlet kurulması yönündeki (Birleşmiş Milletler gözetimindeki) müzakereler adada çok uzun bir zamandan beri devam etmektedir. Kıbrıs Rum tarafının geçmişte Kıbrıs sorununu görüşme masasında çözme yerine sorunu uluslararası kuruluşlara taşıma ve Türkiye aleyhinde istismar etme gayretlerine rağmen adada görüşme süreci (ortaya çıkan uzun kesinti dönemlerine karşın) günümüze kadar sürmüştür.
Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyetinin 1983 yılında ilanı da adadaki görüşme sürecini kesmemiş, Kıbrıslı Türkler esas amaçlarının Kıbrıslı Rumlarla federal bir yapı içinde yaşamak olduğunu açıklamışlardır. Adada Kıbrıs Türk ve Rum Toplumları arasında eşitlik esasına dayanan iki toplumlu, iki devletli federal bir Kıbrıs Cumhuriyeti kurulması amacıyla müzakereler bu tarihten sonra da sürdürülmüştür.
Kıbrıs’ta çözüm için görüşmeler iki toplum arasında ve Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri’nin gözetimi altında sürdürülmektedir. Bugüne kadar (1964’ten sonra) bütün BM Genel Sekreterleri Kıbrıs Sorununun çözümüne müdahale etmişler, sorunun çözümü için katkı yapmışlardır. Kıbrıs Sorununun (barışçı) çözümüne en fazla yaklaşıldığı zaman ise BM genel Sekreteri Kofi Annan döneminde olmuştur. Annan Planı 2004 yılında Kıbrıs’ın iki kesiminde de referanduma konulmuş, Türk tarafında kabul, Rum tarafında ise ret edilmiştir.
Annan Planı, Avrupa Birliği, ABD ve (hatta) Yunanistan tarafından desteklenmiştir. Kıbrıs Rum Yönetimi de referanduma kadar Annan Planını desteklediği görüntüsünü vermiştir. Buna rağmen Annan Planı’nın Kıbrıs Rum tarafında büyük farkla reddedilmesi şaşkınlık yaratmış, o dönemki AB Genişlemeden Sorumlu Komiseri Günter Verheugen, Kıbrıs Rum lideri Tassos Papadopoulos’un kendilerini “kandırdığını” ifade etmiştir.
Daha sonra ortaya çıkan tablo Annan Planına (referandumdan önce) verilen bütün bu desteğin Kıbrıs Rum Kesiminin AB üyeliğinin daha kolaylıkla gerçekleştirilmesi amacına dönük olduğunu ortaya koymaktadır. Nitekim Annan Planı’nın (Papadopoulos dahil Rum liderlerin büyük çoğunluğunun desteğiyle) reddedilmesinden sadece kısa bir zaman sonra Kıbrıs Rum Kesimi AB üyeliğine alınmıştır. Kıbrıs Rum Yönetimi’nin AB’ye alınması Kıbrıs Rum Kesimini çözüme ikna edebilecek önemli bir teşvik unsurunu masadan kaldırmış, Yunanistan ve Kıbrıs Rum Kesimi’nde (kendileri açısından) sorunun AB üyeliğiyle (AB içinde birleşmeyle) çözüldüğü algısının ortaya çıkmasına neden olmuştur.
Nikos Anastasiadis’in Kıbrıs Rum Kesiminde Cumhurbaşkanlığına seçilmesinden sonra Kıbrıs sorununun görüşmeler yoluyla çözümlenebileceği yönünde beklentiler ( referandum sırasında Anastasiadis’in Annan Planını desteklemesi sebebiyle) artmıştır. Ancak Kıbrıs’ta 2015 Mayıs ayında tekrar başlayan müzakere sürecinin bu kez de sonuçsuz kalması ve 2017 Temmuz ayında kesilmesi bu beklentileri de boşa çıkartmıştır. Anastasiadis’in 2018 Ocak ayında Kıbrıs Rum kesiminde Cumhurbaşkanlığına yeniden seçilmesinden sonra Kıbrıs’ta görüşmelere yeniden başlatılmasının istendiği izlenmektedir.
Halbuki uzun zamandır beri bilen (Anastasiadis’in bir kere daha ispatladığı) gerçek Kıbrıs Rumların Kıbrıslı Türklerle siyasi eşitlik temelinde ortaklık kurmaya ve siyasi gücü paylaşmaya hazır olmadıklarıdır. Kıbrıs Rumlarının (Kıbrıs Türklerini eşit olmayan bir azınlık olarak gören) bu zihniyeti değişmediği sürece görüşmelerden sonuç çıkması ve Ada’da eşit ortaklık temelinde yeni bir Devlet tesisi mümkün değildir. Kıbrıslı Rumlara Ada’da iki tarafın eşit olduğu ve sürdürülebilir bir çözümün ancak bu gerçek üzerine inşa edilebileceği ancak dış baskıyla kabul ettirilebilecek gibi görünmektedir. Bununla birlikte, bunu en iyi yapabilecek durumdaki AB ise Rumlar üzerine (çözüm için) baskı kurmak yerine, Kıbrıs Rum Kesimi’nin uzlaşmaz tutum ve uygulamalarını (Kıbrıs açıklarındaki tek taraflı hidrokarbon faaliyetlerinde görüldüğü gibi) destekleme peşindedir.
Rumların (yoğun bir dış baskı olmadan) 1950’lerden beri devam eden bu zihniyetlerini değiştirmeleri ihtimali olmadığına göre ve Ada’daki statünün devamından (yoğun izolasyonlar nedeniyle) Kıbrıs Türk tarafının mağdur kaldığı noktasından hareketle, Kıbrıs Türk tarafının artık (Maraş’ın kullanıma açılması ve Türkiye ile konfederasyon gibi) bazı (çekişmeli) düşünceleri ciddi bir şekilde tartışmaya açması zamanı gelmiş gibi görünmektedir.
Paylaş