Paylaş
Suudi Arabistan Kraliyet yönetiminin cinayet nedeniyle uluslararası baskıyı giderek daha fazla hissettiği izleniyor. Özellikle ABD Kongresi’nin konuya bakışı ve Kongre’deki gelişmelerin Riyad üzerinde ciddi bir baskı oluşturduğu anlaşılıyor. Bu baskının Kaşıkçı cinayetinin Riyad’daki Yönetimi etkilememesini, Veliaht Prens Salman’ın cinayet ile ilişkilendirilmemesini ve ABD-Suudi Arabistan ilişkilerinin bozulmamasını isteyen Trump Yönetimini de tedirgin ettiğini söylemek mümkün.
CIA Başkanı Gina Haspel’in geçen hafta önde gelen bazı Senatörleri Kaşıkçı cinayeti konusunda bilgilendirilmesinden sonra, ABD Kongre’sinde Veliaht Prens Salman’ın cinayetle doğrudan ilişkili olduğuna inananların sayısının arttığı, Senato’nun harekete geçtiği görülüyor. Senato’da bu hafta oylanması beklenen ve çok sayıdaki Senatör tarafından hazırlanan karar tasarısı Prens Salman’ı Kaşıkçı cinayetinden doğrudan sorumlu tutuyor, Suudi Arabistan’ın Yemen savaşındaki rolü kınanıyor ve savaşın bitirilmesi isteniyor, Suudi Arabistan’dan Katar’a uyguladığı ablukayı sonlandırması ve ülkede bulunan çok sayıdaki siyasi tutuklunun serbest bırakılması talep ediliyor.
ABD Kongresi’nde önümüzdeki günlerde Suudi Arabistan’ı zor durumda bırakacak karar tasarılarının oylanması, bu karar tasarılarının Kongre’nin iki kanadından da geçerek, Başkan Trump’ın masasına gelmesi ihtimali giderek artıyor. Ocak ayından itibaren Kongre’nin Temsilciler Meclisi kanadının Demokrat Parti kontrolüne girecek olması bu ihtimali arttırıcı bir etki yapacak gibi görülüyor.
Kaşıkçı olayıyla ilgili diğer önemli bir gelişme Milli İstihbarat Teşkilatı Başkanı Hakan Fidan’ın Vaşington ziyareti oldu. MİT Başkanının Vaşington’da bulunduğu sırada ABD Kongresini ziyaret etmesi ve önde gelen bazı Senatörlerle görüşmesi ilgi çekti. Bu görüşmelerde Türkiye’yi ilgilendiren (Suriye, Ukrayna-Rusya gerginliği gibi) önemli bütün konuların gündeme geldiğini tahmin etmek zor değil. Ancak uluslararası basın MİT Başkanı Fidan’ın Senatörlerle görüşmelerinde Kaşıkçı cinayeti konusunda bilgi vermesi üzerine yoğunlaştı. CIA Başkanı Haspel’den sonra MİT Başkanı Fidan’ın Senatörleri bilgilendirdiği vurgusu basın-yayın organlarında geniş şekilde yer aldı. MİT Başkanı Fidan’ın Kanada’ya yaptığı ziyaretten sonra ABD’ye geçtiği, ABD’li karşıtı (CIA Başkanı) Gina Haspel dışında Beyaz Saray’da ve Kongre’de temaslar yürüttüğü anlaşılıyor.
Suudi Arabistan’ın uluslararası prestijinin Kaşıkçı cinayetinden büyük ölçüde olumsuz şekilde etkilendiği açık. Bu durum da ilk sonuçlarını Yemen’de gösteriyor, Suudi Arabistan ve müttefiklerini (Birleşik Arap Emirlikleri ve Mısır başta olmak üzere) Yemen’de uluslararası baskılara daha açık hale getiriyor. Riyad’ın geçen hafta (daha önce engellenmesine rağmen) Hutsi yaralıların Umman ve Ürdün’e götürülmelerine izin vermesi bu durumun ilk göstergesi oldu.
Riyad’ın Birleşmiş Milletler ve İsveç’in baskılarına yanıt vererek, Yemen Hükümetinin Hutsilerle BM Yemen Özel Temsilcisi ve İsveç tarafından ortaklaşa düzenlenen barış görüşmelerine katılmasını engellememesi önemliydi. Yemen barış görüşmeleri geçen hafta İsveç’te gerçekleştirildi. Bu 4 senedir devam eden Yemen savaşını durdurma ve Yemen sorununa barışçı bir çözüm bulma konusunda diplomasiye bir şans tanınması anlamına geliyor.
Suudi-Emirlik koalisyonunun desteklediği Yemen Hükümeti ile ülkenin büyük bir kısmını kontrolü altında bulunduran ve İran tarafından desteklenen Hutsiler arasındaki tüm temaslar 2 seneden bu yana tamamen kesilmiş, Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri’nin savaşa doğrudan müdahaleleri 4 senedir devam eden Yemen’deki savaşı daha da şiddetlendirmişti.
Yemen savaşının ve Suudi-Emirlik koalisyonunun Yemen’deki hava operasyonlarının Yemen sivil halkı üzerindeki etkilerinin giderek büyümesi ve Yemen’de büyük bir insani krizin yaşanmasının uluslararası toplumu giderek daha fazla endişelendirdiği görülüyor. Yemen’in nüfusu 28 milyonun üzerinde. Yemen’de açlık sorunuyla karşı karşıya bulunan nüfusun 20 milyona yaklaşmasından korkuluyor. Bugün Yemen’de 2 milyonun üzerinde çocuk açlık tehlikesiyle yaşıyor. Beslenememe nedeniyle normal gelişmeleri duran, hayatlarını kaybeden çocukların sayısı giderek artıyor. Yemen’de insan eliyle yaratılan bu felaketten etkilenen Yemenli çocukların resim ve videoları uluslararası toplumda Yemen savaşına karşı büyük bir tepki yaratıyor.
İsveç’in başkenti Stokholm’de gerçekleştirilen görüşmelerin merkezinde de insani konuların olduğu anlaşılıyor. Yemen Hükümetini Dışişleri Bakanı Halit Yamani, Hutsileri ise Muhammed Abdul Salem başkanlığındaki heyetlerin temsil ettiği görüşmelerde taraflar arasında esir değişimi konusunda bir anlaşmaya varılması iyi bir başlangıç olarak değerlendirildi. BM Yemen Özel Temsilcisi Martin Griffitts’in özellikle Sana Havaalanı ve Hudeyde Limanının kontrolünün Birleşmiş Milletlere devredilmesi ve böylece Sana Havaalanı ve Hudeyde Limanı’ndan insani yardım malzemelerini ülkeye girişinin sağlanmasına çalıştığı bildiriliyor.
Son iki üç aydan beri Kızıldeniz kıyısındaki Hudeyde şehri ve çevresinde Yemen Hükümeti ve Hutsi güçleri arasında şiddetli çarpışmalar meydana geliyor. Hudeyde Limanı Yemen gıda ithalatının büyük bir kısmının ülkeye girdiği yer. Limanın kimin tarafından kontrol edildiği büyük önem taşıyor. Sana Havaalanı (Başkent Sana gibi) 2014 yılından bu yana Hutsilerin kontrolü altında, ancak hava trafiğine kapalı. Yemen hava sahasının kontrolü ise, ABD’nin yardımıyla, Suudi Arabistan tarafından yapılıyor. Tüm Yemen hava sahası Suudi Arabistan tarafından uluslararası hava trafiğine kapatılmış durumda.
Özel Temsilci Griffitts ve İsveç’in, Sana Havaalanı ve Hudeyde Limanı konusunda bir sonuç almaları ve Yemen’e insani yardımın akışını sağlayacak şekilde, bu iki giriş noktasının Birleşmiş Milletler kontrolüne alınmasını sağlamaları muhakkak ki önemli bir gelişme olacaktır. Bu yönde uluslararası toplumun Yemen Hükümeti ve Hutsiler kadar Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri ve İran üzerinde de baskı yapması gerekmektedir.
Stokholm görüşmelerinde, büyük bir insani krizle karşı karşıya olan Yemen’e uluslararası yardımın akışı hususu yanında, ülkedeki siyasi krizin nasıl çözümlenebileceği konusu da ele alınmaktadır. Siyasi çözümün nasıl sağlanabileceği noktasında Yemen Hükümeti ile Hutsiler arasındaki görüş ayrılıkları büyüktür. BM ve İsveç’in gayretlerinin iki taraf arasındaki görüş ayrılıklarını kapatmasının zor olacağı ve zaman alacağı görülmektedir.
Suudi Arabistan tarafından desteklenen (ve uluslararası toplum tarafından tanınan) Yemen Hükümeti, Hutsilerin başkent Sana’yı ve ülkenin kuzeyinde kontrolü altında tuttuğu toprakları geri vermesi gerektiğini, Hutsilerin başkent Sana’daki kontrolü bitmeden Yemen savaşının da bitmeyeceğini, Hutsilerin 2014 yılında (askeri) bir darbe ile iktidarı ele geçirdiğini ve Hutsilerin Sana’da oluşturdukları yönetimin meşru olmadığını savunmaktadır.
Hutsiler ise Yemen’deki meşru yönetimin kendileri olduğunu, Cumhurbaşkanı Hadi’nin kendi isteğiyle Sana’dan ayrılarak ilk önce Aden’e oradan da Suudi Arabistan’a gittiğini, yönetimi Hadi Hükümetine devredilmesi için bir neden bulunmadığını savunmaktadır.
BM Özel Temsilcisi Griffitts, Yemen’de (aynen Suriye’deki gibi) birleştirici yeni bir Anayasa’ya gereksinim duyulduğunu, yeni Anayasa üzerinde mutabakat sağlandıktan sonra ülkede Cumhurbaşkanlığı seçimlerinin yapılabileceğini düşünmekte, ancak (yine Suriye’de olduğu gibi) Yemen’de de yeni Anayasal bir düzen kurulması önünde (dış müdahaleler dahil) engeller bulunmaktadır.
Geçen hafta Suriye’yle ilgili önemli bir gelişme ise ABD Suriye Özel Temsilcisi Büyükelçi Jeffrey’in Türkiye ziyareti olmuştur. Büyükelçi Jeffrey’in Ankara’daki görüşmeleri başlamadan önce Astana sürecinin bittiğini ifade etmesi tepki doğurduysa da, Jeffrey’in Ankara ziyaretinin olumlu geçtiği, Türk tarafının görüşmeler sırasında Jeffrey’ye gerekli mesajları aktardığı anlaşılmaktadır. Jeffrey, Ankara’da Savunma Bakanı ve Dışişleri Bakan Yardımcısı ile görüşmüş, Dışişleri Bakanlığı’nda Suriye Ortak Çalışma Grubunun 3. toplantısına katılmıştır.
Görüşmelerde Türkiye’nin Münbiç yol haritasının uygulanmasının çabuklaştırılması talebini yönelttiği, ABD’nin PYD/YPG işbirliğiyle Suriye-Türkiye sınır bölgelerinde “gözlem noktaları” kurulması fikrinden vazgeçmesini istediği, Doğu Suriye’deki durumun konuşulduğu ve Münbiç yol haritasının (PYD/YPG kontrolündeki) Doğu Suriye için de bir örnek olabileceği hususunun gündeme geldiği izlenmektedir.
Türkiye’nin PYD/YPG’ nin Münbiç’den hala çekilmemiş ve Münbiç’de yerel halktan oluşan bir yönetim kurulmamış olmasından şikâyetçi olduğu bilinmektedir. Büyükelçi Jeffrey’in Ankara görüşmelerinde bu konuda ilerleme olduğu, ABD’nin Münbiç yol haritasının yıl sonuna kadar uygulanmasını sağlayacağı ortaya çıkmaktadır.
Türkiye, Vaşington’un Türkiye sınırında oluşturmayı istediği “gözlem noktalarından” büyük rahatsızlık duymaktadır. Büyükelçi Jeffrey (ABD Savunma Bakanı Mattis gibi) bu gözlem noktalarının Türkiye’nin sınır güvenliği için kurulacağını ve Türkiye’ye sızmaların önlenmesini amaçladığını ileri sürmüştür. Ancak Ankara’dan bakıldığında bu gözlem noktalarının amacı son derece şüphelidir ve (Türkiye’nin) sınır güvenliğini değil PYD/YPG’yi korumayı amaçlamaktadır. Vaşington’dan gelen ABD-PYD/YPG işbirliğinin artacağına işaret eden ifadeler Ankara’daki tepkiyi daha da arttırmaktadır.
Suriye ile ilgili olarak Türkiye ile ABD arasındaki görüş ayrılıkları ciddidir ve Ankara için rahatsız edicidir. Ankara NATO müttefiki ABD’nin PKK’nin Suriye uzantısı PYD/YPG ile işbirliğinden büyük rahatsızlık duymaktadır. Vaşington ise (PKK’nin uzantısı olduğunu bildiği) PYD/YPG ile işbirliğini (diğer bir terör örgütü) DEAŞ ile mücadele için gerekli olduğu gerekçesiyle açıklamaya devam etmektedir. Büyükelçi Jeffrey de Ankara’da aynı görüşü savunmaya devam etmiştir. Vaşington’a göre PYD/YPG ile işbirliği DEAŞ’la devam eden mücadele için ve DEAŞ’in “temizlenen” bölgelere geri dönmemesi için gereklidir. Büyükelçi Jeffrey’in ABD’nin Suriye bağlamında Türkiye ile yaptığı işbirliğinin hayati olduğu ve Suriye’de “sonuç alınması” için bu işbirliğinin devam etmesi yönündeki ifadelerinin de Ankara’da fazla bir “rahatlık” yarattığı görülmemektedir.
Türkiye ile ABD’nin (sadece Suriye değil) Dünya’ya farklı baktıklarının diğer çarpıcı bir örneği de Orta Doğu’dan çok uzakta Amerika kıtasında görülmüş; Cumhurbaşkanı Erdoğan Arjantin’de yapılan G-20 Zirvesinden sonra Paraguay ve Venezuela’yı ziyaret etmiştir. Venezuela Devlet Başkanı Nikolas Madura ile ABD arasındaki ilişkiler son derece gergindir. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Venezuela’da çok sıcak bir şekilde karşılanması ile bu ziyaret sırasında Dünya’ya verilen mesajların Vaşington’da yakından izlendiğini tahmin etmek zor değildir.
Paylaş