Paylaş
İdlib’in özelliği Suriye muhalefetinin kontrolünde kalan tek alan. Astana Süreci içinde 2017’de ilan edilen 4 çatışmasızlık bölgesinden biri. Diğer (Ürdün sınırındaki Dara, Şam ve Hama yakınlarındaki) 3 çatışmasızlık bölgesi çoktan Şam rejimi tarafından “yutulmuş” vaziyette. Üstelik Şam rejimi diğer 3 çatışmasızlık bölgesini askeri yolla kontrolüne alırken, silahlı milisler dahil, buralardaki rejim muhalifleri İdlib’de taşındığı için İdlib’in şimdiki nüfusu 4 milyonu geçmiş. Bu nüfusun üçte ikisine yakın bir bölümünün kadın ve çocuklardan oluştuğu belirtiliyor.
İdlib’de Astana Süreci çerçevesinde 2017’de ilan edilen ateşkesin devam etmesi birçok açıdan önemli. Her şeyden önce burada yaşayan Şam rejimi muhalifi nüfusun Suriye içinde gidebileceği bir yer artık yok. Şam rejiminin İdlib sorununu askeri yöntemlerle çözmek istemesinin, İdlib’den Türkiye’ye yeni bir sığınmacı krizini tetiklemesinden korkuluyor. Şam rejiminin, Rusya’nın hava desteğiyle, İdlib’de yürüttüğü askeri operasyonlar sebebiyle 600 bin Suriyelinin Türk sınırına yığıldığı ifade ediliyor.
Şam rejimden Türkiye’ye doğru kaçan Suriyeliler halen sınırın Suriye tarafında derme çatma yaşıyor. Bölgedeki kış şartları bu Suriyelilerin yaşamını daha da zorlaştırıyor. Türkiye’nin sığınmacı alma kapasitesi ise zaten dolmuş bir vaziyette. Türkiye’de 3,6 milyon Suriyeli var. Türkiye yeni bir Suriyeli sığınmacılar krizinin sonuçları konusunda Dünya’yı uyarmaya çalışıyor.
Buna rağmen İdlib’de ateşkes bir türlü kalıcı hale getirilemiyor. Şam rejimi ateşkesi, Rusya’nın hava desteğiyle devamlı bozuyor. Rusya, İdlib’de ateşkesin kalıcı olacağı yönünde Ankara’ya ve Dünya’ya sözler veriyor; Türkiye ile Rusya arasında mutabakatlar imzalanıyor, ancak Şam rejimi daha bu mutabakatların “mürekkebi kurumadan” askeri harekatları başlatıyor, sivil halkı da “terörize” ediyor.
Şam rejiminin İdlib ateşkeslerini bozmasının sebebi İdlib’den geçen M-4 ve M-5 karayolları olarak gösteriliyor. M-4 karayolu Lazkiye’yi, M-5 karayolu ise Şam ve Hama’yı Halep’e bağlıyor. Şam rejiminin ekonomik önemi büyük bu iki ana karayolunun İdlib’den geçen bölümlerini ele geçirmeye çalıştığı ifade ediliyor. Birçoklarına göre ise Şam rejimi İdlib sorununu askeri yöntemlerle halletmeye,
Batı Suriye’de kontrolünde olmayan önemli ve büyük bir alanı geri almaya ve buradaki (rejim muhalifi) nüfustan kurtulmaya çalışıyor.
Burada Rusya’nın Türkiye ile anlaşarak kurdurttuğu İdlib Çatışmasızlık Bölgesi’nde Şam rejiminin kendisinin açıkladığı ateşkesleri arka arkaya ihlal etmesine niye izin verdiği, İdlib halkının terörize edilmesine yardımcı olduğu ise önemle sorulan bir sual olarak ortaya çıkıyor. Bazılarına göre Rusya, kendi Devlet Başkanı’nın vardığı mutabakatlara ve açıkladığı ateşkeslere rağmen, esasen İdlib’de askeri bir çözüm peşinde koşuyor. Bazılarına göre ise Rusya’nın, her geçen gün biraz daha güçlendirdiği Şam rejimini kontrol edebilme kapasitesi azalıyor.
Dünyanın Şam rejiminin diğer 3 çatışmasızlık bölgesini askeri yöntemlerle ele geçirmesine “sessiz” kalmasının hem Şam rejimini hem de Rusya’yı İdlib’te de askeri bir çözüme teşvik ettiği açık. Ürdün sınırındaki Dara Çatışmasızlık Bölgesi Şam rejimi tarafından ortadan kaldırılırken, bu çatışmasızlık bölgesinin garantörü olduğunu belirten Ürdün ve ABD’nin hemen hemen hiç ses çıkartmadıkları hatırlarda duruyor.
İdlib konusundaki Astana ve Soçi mutabakatları çok açıkken M-4 ve M-5 karayollarının kesiştiği bir bölgede intikal halindeki Türk askeri konvoyuna açılan ateş sonucu 7 şehit ve 7 yaralı vermemiz, Şam rejiminin yaptığı ve ödemesi gereken büyük bir “yanlıştır”. 2018 yılı Eylül ayında Şoçi’de Türkiye ile Rusya arasında imzalanan İdlib Mutabakatı ateşkesi teyit ederken İdlib’te M-4 ve M-5 karayolunun kontrolünü Türkiye’ye bırakmaktadır. Şam rejimi yaptığı bu yanlışın bedelini ödemektedir ve ödemeye devam edecektir.
Şam rejiminin İdlib’de hala askeri bir çözüm araması tehlikeli bir oyuna devam etmek istediğini göstermektedir. İdlib’de ateşkesin kalıcı hale getirilmesi Rusya’nın Şam rejimini “dizginlemesi” gerekmektedir. Şam rejiminin İdlib’deki tüm nüfusu ve tüm milisleri “terörist” olarak nitelendirmekten vazgeçmesi şarttır. Kendi halkına karşı sınırsız şiddet kullanan Şam rejimi savaş suçları işlemekte; Şam rejiminin destekçileri ülkelerin bu suçlara ortak olmaları Dünyaca yakından izlenmektedir.
İdlib’de varılan mutabakatlar çerçevesinde bulunan Türk askerlerinin ve 12 Türk gözlem noktasının güvenliğini tehlikeye atacak her davranışın misliyle karşılık göreceği Türk yetkililer tarafından açıklanmıştır. Rusya Devlet Başkanı Putin daha 8 Ocak’ta İdlib’de ateşkesin devam edeceğini İstanbul’da açıklamıştır. Ne sebeple olursa olsun kendi Devlet Başkanının yaptığı açıklamalara ve verdiği sözlere
uymaması Rusya’nın “güvenilirliğine” gölge düşürmekte, Ankara ile Moskova’nın genelde ve Suriye’de yaptığı işbirliğine zarar vermektedir.
Halbuki Türkiye ile Rusya arasında artan ilişkiler ve Ankara-Moskova işbirliği iki ülkenin de yararınadır. Orta Doğu, Doğu Akdeniz, Karadeniz büyük bir istikrarsızlığın içinden geçerken Moskova’nın Şam rejiminin Türkiye-Rusya işbirliğini bozma girişimlerine izin vermesi büyük bir talihsizlik olacaktır. Moskova’nın Türkiye’nin tüm bölgedeki güvenlik ihtiyaçlarını, örneğin Vaşington’dan ve Avrupalı NATO müttefiklerinden, çok daha iyi anlaması Türkiye-Rusya ilişkilerinin bugün vardığı seviyenin temelinde yatan en önemli sebeptir.
İdlib sorununun çözümü mutlaka siyasi olmalı ve genel Suriye sorunu içinde çözümlenmelidir. İran ve daha önemlisi Rusya tarafından kendisine yeşil ışık yakıldığını düşünen Şam rejimi, kendi halkına karşı, cezandırılmadan, insanlık suçları işleyebileceğine ve Suriye sorununu artık askeri metotlarla çözebileceğine inanmaktadır. ABD’nin tüm Orta Doğu’da yürüttüğü yanlış politikalar ve Avrupa ülkelerinin çoğunun vurdumduymazlığı karşısında Moskova’nın Şam rejimine dur diyebilmesi ve siyasi çözüme yönlendirebilmesi daha da önem kazanmaktadır.
Şam rejiminin askeri çözüm taraftarlığı ve sahada sürdürdüğü saldırganlık karşısında Astana/Soçi ve Cenevre Barış Süreçlerinin ve Suriye sorununa siyasi çözüm arama gayretlerinin çıkmaza girdiği açıktır. Astana Süreci çerçevesinde toplanan Anayasa Komitesi çalışmaları 2. oturumda rejim temsilcilerinin aldığı tutum nedeniyle çıkmaza girmiş görünmektedir. Şam rejimi 50 yıldan fazla bir süredir yönetimde olduğu Suriye’de bir kez daha siyasi reformları gerçekleştirmemek için direnmekte, Suriye’nin sorunlarını alıştığı zor ve şiddet kullanma yoluyla çözmeyi denemektedir. Anayasa Komitesi’nin yeniden çalışmaya başlaması ve Şam rejiminin tekrar siyasi çözüm sürecine çekilmesi gerekmektedir.
Şam rejiminin İdlib’de intikal eden askeri konvoyumuza saldırısının Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Ukrayna’ya ziyaret gerçekleştirdiği bir günün sabahına rast gelmesi, kaçınılmaz olarak, Rusya’nın tutumuyla ilgili bazı önemli soruların akıllara gelmesine yol açmıştır. Merak edilen husus Rusya’nın Şam rejiminin İdlib’deki ateşkesi bozan saldırgan tutumuna neden göz yumduğu veya izin verdiği hususudur.
Türkiye’nin Ukrayna ile ilgili tutumu ve Rusya’nın 2014’te Rusya’nın Kırım’ı işgalini tanımadığı 2014’ten bu yana zaten bilinen bir husustur. Ancak Moskova’nın Türkiye ile Ukrayna arasında artan silah satış işbirliğini ve ziyaretten
bir gün önce basında çıkan Ankara’nın Kiev’e 200 milyon liralık finansal kolaylık sağlayacağı yönündeki haberleri yakından izlediğine şüphe bulunmamaktadır.
Ankara’nın Ukrayna ile ilişkilerini geliştirmek istediği zaten bilinen bir durumdur. Ukrayna Türkiye’nin önemli bir deniz komşusudur. Ancak Ankara, bugüne kadar Kiev’le ilişkilerini, çok daha büyük ve kapsamlı olan Rusya ile ilişkilerine olumsuz bir etki yapmadan sürdürebilmiştir. Ukrayna’nın Rus dış politikasındaki ve Rusya’nın Batı ile ilişkilerindeki merkezi rolü Ankara tarafından çok iyi görülmekte ve değerlendirilebilmektedir.
Kaldı ki Ankara Karadeniz’de tansiyonun artmasını ve istikrarsızlığın büyümesini istememektedir. ABD’nin Karadeniz’de bulunması, Montrö gibi konularda Ankara ve Moskova’nın görüşlerindeki benzerlikler farklılıklardan çok daha fazladır. Ancak dikkate alınması gereken bir husus Kırımın sadece bir toprak sorunu olmadığı, Kırımın Rusya tarafından ilhakının Kuzey Karadeniz’de deniz yetki alanları konusunda da ciddi görüş ayrılıkları anlamına geldiğidir.
2018 yılı sonunda Rusya ile Ukrayna arasında yaşanan Kerç Boğazı Krizi hala hatırlardadır ve Kırım sorunu devam ettiği sürece Karadeniz’deki istikrarın daha da bozulması kaçınılmaz gibi görünmektedir. Bu çerçevede Türkiye’nin bir yandan Ukrayna diğer yandan Rusya ile ilişkileri, bu iki ülke için, daha da büyük önem kazanmaktadır.
Basında verilen Türkiye’nin Ukrayna ile savaş uçağı, uçak motoru yapımı konusunda işbirliği aradığı yönündeki haberler de son derece ilginçtir. Bu haberler Vaşington’un F-35’ler konusundaki olumsuz tutumunun devam ettiğini ve bu durumun Türkiye’yi tüm alternatiflere bakmaya yönlendirdiğini göstermektedir. Batı’nın kabul edilmez tutumları ve “güvenilmezliği” karşısında Türkiye’nin kendi savunma sanayisini kurması, güçlendirmesi ve kendi kaynaklarına dayanması, kendi teknolojisini oluşturması kaçınılmaz olmaktadır.
İdlib’deki Şam rejimi saldırganlığının Orta Doğu’da risklerin arttığı bir dönemde yükseldiğinin Moskova tarafından değerlendirilmesi de gerekmektedir. İdlib’i Suriye’den, Suriye’yi de tüm bölgedeki sorunlardan ayrı değerlendirmek Rusya’yı yanlış yerlere götürecektir. Irak ve Lübnan’daki durum her geçen gün biraz daha istikrarsızlaşmakta, bu ülkelerdeki riskler artmaktadır. Trump Yönetimi Filistin “Çözüm” Planı bölge istikrarına katkı değil olumsuz etki yapacaktır. Böyle bir dönemde Ankara-Moskova işbirliği daha da önem kazanmaktadır.
3 Şubat Pazartesi günü Cidde’de yapılan İslam İşbirliği Teşkilatı toplantısında bu Plan reddedilmiş ve Filistinlilere aradıkları destek sağlanmıştır. Böylece Arap
Ligi’nden hemen sonra İİT da Trump Planını reddetmiş ve Arap Ligi’nin 1967 savaşı öncesi sınırlarda (başkenti Doğu Kudüs olacak) bir Filistin Devleti kurulmasını öngören “gerçek” iki Devletli Çözüm Planı’na olan desteğini yinelemiştir. Arap Ligi ve İİT’nin arka arkaya aldığı bu kararlar, Vaşington’un ağır baskısı altında olan Mısır, Birleşik Arap Emirlikleri ve Bahreyn gibi ülkelerin yönetimlerinin kendi halklarının Filistin konusunda olan hassasiyetine ve hissiyatına karşı çıkamadıklarını Dünya’ya bir kere daha göstermektedir.
İİT Cidde Toplantısında alınan karar bundan sonraki adım olarak Trump Planı konusunun Birleşmiş Milletlere taşınacağını göstermektedir. Buna göre konunun ilk önce BM Güvenlik Konseyine getirilmesi gerekecektir. Burada Trump Planı konusunda bir karar alınması, 5 daimi üyenin veto yetkisi nedeniyle, imkansızdır. Plan’ı reddeden bir kararın ABD (ve muhtemelen Birleşik Krallık) tarafından veto edilmesi kaçınılmaz görünmektedir. Halen 3 İİT üyesi (Endonezya, Nijer ve Tunus) seçimle gelen 10 geçici BM Güvenlik Konseyi üyesi ülke arasında bulunmaktadır.
Bundan sonra BM Genel Kurul’unun olağanüstü toplantıya çağrılması ve Trump Planı’nın Genel Kurul’da görüşülmesi ve bir karar çıkartılması mümkündür. Her ne kadar BM Genel Kurul kararı, bundan önceki kararlarda olduğu gibi, İsrail ve ABD tarafından kabul edilmeyecek ve uygulanmayacak olsa da, Dünya’nın geçen hafta Beyaz Saray’da Başkan Trump ve Başbakan Netanyahu tarafından sahneye konulan seçim “şovuna” iyi bir cevabı olabilecektir.
BM Genel Kurul kararları Güvenlik Konseyi kararları gibi bağlayıcı olmasalar da Dünya’ya, BM üyesi ülkelerin ezici çoğunluğunun bir konuda ne düşündüğünü göstermeleri bakımından “moral” bir değerler taşımaktadır. BM Genel Kurul’unun Trump Yönetimi Planını reddetmesi de ABD ve İsrail kamuoylarına bir kere daha uluslararası toplumun gerçek iki Devletli bir çözümü desteklediğini ve Beyaz Saray’daki “gösteriyle” ümitsizliğe sevk edilmek istenen Filistinli kitlelere de Dünya’nın bu konuda esasen ne düşündüğünü gösterecektir
Paylaş