Paylaş
Uzun bir süre Orta Doğu Genel Müdür Yardımcılığı görevinde bulunduktan sonra 2000 yılının ilk aylarında Suriye’ye Büyükelçi olarak tayin edildiğimi öğrendim. Şam benim ilk Büyükelçilik görevimdi. Suriye, Türkiye için her dönemde önemli bir ülke olmuştu. Her şeyden önce iki komşu ülke 911 km uzunluğunda ortak bir sınıra sahipti. Ama Türkiye-Suriye ilişkileri, bu ülkenin 1946 yılında bağımsızlığını kazanmasından sonra, hiçbir dönemde iyi bir düzeye çıkartılamamıştı.
Şam’ın, İskenderun Sancağı sorununun 1939 yılında çözümlendiğini kabul edememesi 2000 yılına gelindiğinde bile Türkiye ile Suriye arasında sürtüşme konusu olabiliyordu. Suriye’de basılan resmi haritalarda Türkiye’nin Hatay ilinin Suriye sınırları içinde veya tartışmalı bir alan gibi gösterilmesi Türkiye’de tepki yaratıyor, iki komşu ülke arasındaki ilişkileri ciddi ve olumsuz bir şekilde etkilemeye devam ediyordu.
2000’li yıllara gelindiğinde, Suriye’nin Fırat Nehri’nin sularının paylaşımını bir sorun haline getirme ve Türkiye’yi suların paylaşımı konusunda uluslararası bir anlaşma imzalamaya zorlama politikası başarısızlıkla sonuçlanmıştı. Türkiye, bugün çoğunluğunu kendi kaynaklarıyla yapmak zorunda bırakılsa da, Fırat Nehri üzerindeki (1970’lı yıllarda başlattığı) baraj projelerini tek tek tamamlamış, Fırat Nehri’ni gerektiği şekilde kullanma konusunda büyük bir ilerleme sağlamıştı.
Her şeyden önce Ankara, Suriye’nin Türkiye’ye karşı kullandığı terörizm silahını çok başarılı bir şekilde Şam rejiminin elinden almış, 1998 yılında Suriye üzerinde kurduğu ağır baskı sonucu Şam’ı Türkiye’yle Adana Mutabakatı’nı imzalamaya zorlamıştı. Adana Mutabakatı’nın imzalanmasına giden süreçte Abdullah Öcalan Suriye’den çıkmaya zorlanmış, Suriye topraklarındaki ve kontrolü altındaki Lübnan’ın Beka vadisindeki PKK kampları kapatılmaya başlanmış, Türkiye ile Suriye arasında (1980’lı yıllardan bu yana ilk kez) PKK terörizmi konusunda gerçek bir işbirliği başlatılabilmişti.
Buna rağmen 2000’li yılların başında Türkiye-Suriye ilişkileri hala soğuk, iki ülke de birbirlerine karşı mesafeliydi. On yılı aşkın bir süreden beri PKK terörizmine verdiği destek nedeniyle Türkiye’de Şam rejimine karşı ciddi bir tepki oluşmuştu. Şam rejimi içindeki aşırı Baasçı bazı kişilerdeki Türkiye karşı tutum da Adana Mutabakatı’yla hemen değişmemiş, aksine Türkiye’nin ağır askeri baskısı bu kişilerdeki “Türkiye korkusunu” ve “tedirginliğini” daha da arttırmıştı.
Şam’a Büyükelçi olarak tayin edildiğimi 2000 yılının ilk aylarında öğrenmiştim. Şam’da göreve başlama tarihim Haziran ayı olarak tespit edilmişti. Bu sırada Suriye’de çok önemli bir gelişme meydana geldi. Suriye Cumhurbaşkanı Hafız Esad 10 Haziran 2000 tarihinde 69 yaşındayken hayatını kaybetti; bu Suriye için bir dönüm noktası olabilirdi. Hafız Esad 40 yıla yakın bir zamandan beri Suriye siyasi hayatında rol oynamaktaydı. Hafız Esad 1970 yılında darbeyle Suriye’de yönetimi tek başına ele geçirmiş, 30 yıldan beri de Suriye Cumhurbaşkanlığı makamında bulunuyordu.
Hafız Esad’ın ölümü Suriye’de onun yerine kimin Cumhurbaşkanı olacağı konusunu gündeme getirmişti. Suriye’de bir aile yönetimi olduğu biliniyordu. Ancak Hafız Esad’ın yerine geçirmek amacıyla hazırladığı oğlu Basel Esad 31 yaşında Şam’da geçirdiği bir trafik kazasında hayatını kaybetmiş, bu durum Suriye’de Cumhurbaşkanlığının kime geçeceği konusunda ciddi bir kafa karışıklığına yol açmıştı. Suriye Anayasası Cumhurbaşkanının en az 40 yaşında olmasını gerektiriyordu. Hafız Esad’ın (hayattaki) en büyük oğlu olan Başer Esad babası öldüğünde 36 yaşındaydı.
Hafız Esad’ın ölümü Türkiye için komşu ülkedeki “Cenaze Törenine” kimin katılacağı, Türkiye’nin (Cumhurbaşkanı makamında bulunurken hayatını kaybeden) Hafız Esad’ın cenazesinde hangi seviyede temsil edileceği sorusunu ortaya çıkartmıştı. Cenaze Töreni’nin 14 Haziran 2000 tarihinde yapılacağı açıklandı. Dışişleri Bakanlığı’nın önerisi Cenaze Töreni’nde Türkiye’nin Başbakan Yardımcısı düzeyinde temsil edilmesi oldu.
Dışişleri Bakanlığı Cenaze Töreni’nde temsil seviyesini 2 sebepten dolayı daha “alt seviyede” tutma eğilimindeydi. Her şeyden önce 10 seneyi aşkın bir süreden beri Hafız Esad yönetimindeki Suriye’nin PKK terörizmine ve örgütün elebaşlarına verdiği destekten dolayı Türkiye’deki kızgınlık (Adana Mutabakatı’na rağmen) hala ortadan kalkmamıştı ve Türkiye’de akıtılan kandan dolayı Hafız Esad yönetimini doğrudan sorumlu tutanların sayısı büyük çoğunluktaydı. Diğer taraftan Cenaze Töreni’ne diğer NATO üyesi ülkelerden ve genel olarak “Batı’dan” katılımın “yüksek “ olmayacağı, birçok Batılı ülkeyi Cenaze Töreni’nde Şam’daki Büyükelçilerinin temsil edeceği anlaşılmaktaydı.
Dışişleri Bakanlığı’nın bu önerisine rağmen dönemin Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer Suriye’deki Cenaze Töreni’ne katılma kararı aldı; Türkiye’yi Cenaze Töreni’nde Cumhurbaşkanı Sezer temsil etti. Hafız Esat’ın 14 Haziran 2000 tarihinde yapılan Cenaze Töreni’nde sadece 2 NATO üyesi ülke (Türkiye ve Fransa) Cumhurbaşkanı düzeyinde temsil edildiler. Diğer Batılı ülkelerin Cenaze Töreni’ne katılım düzeyine bakıldığında Cumhurbaşkanı seviyesinde temsil Türkiye’den Suriye’ye yapılmış çok önemli bir siyasi bir jest olarak görüldü. Daha sonra Şam’da yaptığım temaslar Türkiye’nin Hafız Esad’ın Cenaze Töreni’ne Cumhurbaşkanı seviyesinde katılımının Şam’da çok olumlu bir izlenim bıraktığını, Türkiye ile ilişkileri arttırmayı savunan kesimleri güçlendirdiğini gösterdi.
Şam’daki Büyükelçilik görevime Hafız Esad’ın Cenaze Töreni’nden bir gün sonra, 15 Haziran 2000 tarihinde, Türkiye-Suriye ilişkilerinin yeni bir döneme girdiği bir sırada başladım. Şam’daki ilk günlerimde fark ettiğim husus Adana Mutabakatı’na ve Mutabakatı izlemek amacıyla kurulan “Ortak Komite” çalışmalarına rağmen Türkiye-Suriye ilişkilerinin hala istenilen seviyede olmadığı, iki ülke arasında görüşme ve temasların büyük ölçüde askeri makamlar arasında sürdürüldüğüydü.
Senede iki kez toplanması öngörülen ve iki ülke arasında terörizm konusunda işbirliğini yönlendirmek amacıyla kurulan Ortak Komite’nin eş başkanlığını Türk tarafında Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Aytaç Yalman, Suriye tarafında da (en etkili istihbarat kuruluşu) Siyasi Güvenlik Teşkilatı Başkanı General Adnan Bedr El-Hasan getirilmişti. İzleme mekanizmanın (Ortak Komite) kurulmasıyla iki ülke ilgili kuruluşları arasında temasların düzenli bir şekilde yürütülmesi ve Suriye üzerinde baskının ve denetimin devam ettirilmesi yönünde önemli bir imkan elde edilmişti.
Şam’la ilgili ilk intibalarım da olumluydu. Şam adeta düzenlenmemiş, yenilenmemiş bir arkeoloji müzesi görünümündeydi. Şehirde Perslerden Büyük İskender’den Romalılara, Araplardan Haçlılardan Osmanlılara kadar birçok medeniyet izlerini bırakmış, Şam büyük bir Arap İmparatorluğu olan Emevi Devleti’nin (661-750) başkentliğini yapmıştı.
Şam’da 400 yıl kadar süren (1516-1918) Osmanlı döneminden bugüne kadar kalan birçok eser, bina bulunmaktadır. Şam’da büyük, “modern” alışveriş merkezleri olmadığı için Osmanlı döneminde inşa edilen Hamidiye ve Mithat Paşa kapalı çarşıları hala şehrin ticaretinin odak noktaları olmayı sürdürmektedir. Şam’da İçişleri Bakanlığı ve Şam Üniversitesi Rektörlüğü olarak kullanılan binalar Osmanlı döneminde inşa edilmiştir. İçişleri Bakanlığı binasının girişinde Osmanlı Devleti’nin arması o dönemde hala yerinde durmaktaydı.
Şam’daki Hicaz Demiryolu İstasyonu, Azem Paşa Köşkü Osmanlı döneminden bu yana ayakta kalan göze çarpıcı eserlerdir. Şam’da Osmanlılardan kalma önemli sayıda cami bulunmaktadır. Bunlar içinde en göz alanı Kanuni Sultan Süleyman döneminde Mimar Sinan tarafından yapılan Süleymaniye Camii ve Süleymaniye Tekkesinin ve dükkanların içinde bulunduğu Süleymaniye Külliyesi’dir. Suriye’de valilik yapan Koca Sinan Paşa’nın 1590 yılında inşa ettirdiği Sinaniye Camisi ise yeşil ve turkuaz renkleri bir araya getiren minaresi ile dikkatleri üzerine toplamaktadır.
Osmanlıların Şam’da inşa ettikleri ilk caminin İbn Arabi Cami olduğu düşünülmektedir. Suriye ve Şam’ı Osmanlı Devleti’ne katan Yavuz Sultan Selim (Selim I) büyük İslam düşünürü Şeyh Muhiddin Arabi’nin mezarının bulunduğu yerde Kasyun Tepesinin eteğinde türbe, camii ve imaret inşa ettirmiştir. Bu Cami’nin arkasındaki hikayeye göre Yavuz Sultan Selim Şam’ı almadan önce Şeyh Muhiddin Arabi’yi rüyasında görmüş, Şam’ın fethinden sonra da büyük İslam düşünürünün mezarının bulunduğu yerde bu camiyi yaptırmıştır.
Süleymaniye Camii’nin bahçesinde son Osmanlı Padişahı Vahdettin de dahil olmak üzere Osmanlı Hanedanına ait kişilerin mezarları bulunmaktadır. Son Osmanlı Padişahı Vahdettin 1926 yılında öldüğünde cenazesi Beyrut üzerinden Şam’a getirilerek, Süleymaniye Külliyesi’nin bahçesine gömülmüştür. Şam dışında Suriye’de birçok Türk eseri bulunmaktadır.
Suriye’deki Türk Şehitliklerinin sayısı 3tür. Bunlar Süleyman Şah Türbesi, Halep yakınındaki Katma Şehitliği ve Şam’daki Türk Hava Şehitliği’dir. Şam Türk Hava Şehitliği Emeviyye Camii’nin bahçesinde bulunmakta, bu Şehitlikte 1. Dünya Savaşı’nın başında 1914 yılında İstanbul’dan İskenderiye’ye uçarken bölgede düşen ve hayatlarını kaybeden 3 ilk hava şehitlerimiz yatmaktadır. Şam’da Büyükelçi olduğum dönemde her yıl Şehitler Günü’nün Emeviyye Camii’nin avlusundaki bu Hava Şehitliğinde düzenlediğimiz törenle anıldığını da hatırlıyorum.
Şam’da bulunduğum dönemde Halep-Haseke yolu üzerinde Halep’e 123 km uzaklıktaki Karakozak köyündeki Süleyman Şah Türbesini bir kaç kere ziyaret etmiştim. Süleyman Şah Osmanlı Devleti’nin kurucusu Osman Gazi’nin dedesidir. Türkiye yeni bir devlet olarak kurulurken bu yeni devleti ilk tanıyan Batılı ülke Fransa olmuş, o dönemde Fransa “mandası” altında olan Suriye’yle sınır Fransa Hükümeti ile 20 Ekim 1921 tarihinde imzalanan Ankara Anlaşması’yla çizilmiş, Süleyman Şah Türbesi’nin de bulunduğu Caber Kalesi Türkiye’ye bırakılmış, bu durum Lozan Anlaşması’nda da teyit edilmiştir.
Süleyman Şah Türbesi’nin bulunduğu küçük alan Türkiye’nin ülke sınırları dışındaki tek toprağıdır. Süleyman Şah Türbesi’nin yeri (Rakka şehrine oldukça yakın olan) Caber Kalesinin etekleridir. Ankara ve Lozan Anlaşmaları Caber Kalesi ve Süleyman Şah Türbesini Türkiye toprağı saymış, Türkiye’nin burada koruma amaçlı küçük bir karakol kurmasına izin vermiştir.
Süleyman Şah Türbesi şimdiye kadar 2 kez taşınmıştır. İlk taşınma 1975 yılında, Suriye’nin Tabka Barajı’nı bitirdiği dönemde olmuştur. Suriye Hükümeti bu dönemde Süleyman Şah Türbesi’nin Tabka Baraj suları altında kalacağını bildirerek, Türbe’nin (Türkiye’ye veya Suriye içinde başka bir yere) taşınmasını istemiştir. Ankara, Şam’ın verdiği bu bilgiler doğrultusunda Türbe’yi 1975 yılında Karakozak köyü yakınlarındaki 2. yerine taşımıştır. Ancak Şam’ın Ankara’ya verdiği bilgiler doğru çıkmamış, Caber Kalesi su altında kalmamış, daha sonra Suriye tarafından restore edilerek, ziyarete açılmıştır.
Suriye Hükümeti 2001 yılında (Şam’da Büyükelçi olarak bulunduğum sırada) Süleyman Şah Türbesi’nin taşındığı 2. yerin de bu kez Teşrin Barajı suları altında kalacağını bildirerek Türkiye’ye başvurmuş ve Türbe’nin yeniden taşınmasını istemiştir. Ancak bu kez Türbe taşınmamış, Suriye makamlarıyla yapılan müzakereler sonucu Türbe’nin yerinde kalması kabul edilmiş, Türbe’nin bulunduğu 10.090 km2 büyüklüğündeki yarımada tahkim edilmiştir. Bir yıl kadar süren inşaat ve tahkim çalışmaları sonucu Türbe yerine kalmıştır.
Ancak, Suriye’de savaşın sürdüğü bir dönemde Münbiç ve Karakozak köyü DEAŞ kontrolü altına girmiş, Türbe’ye ve Türbe’yi koruyan askerlerimize yönelik tehdit artmıştır. Bunun üzerine 22 Şubat 2015 tarihinde yapılan askeri bir operasyonla (Şah Fırat) Türbe ve 40 askerlerimiz yine Fırat Nehri kıyısında ve Suriye’de ancak bu kez Türkiye sınırına çok yakın olan Eşme köyü yakınındaki 3. yerine taşınmıştır.
Suriye’de şartlar müsait olduğunda Halep yakınlarındaki Katma Şehitliğimizin restore edilmesi ve Süleyman Şah Türbesi’nin Caber Kalesi eteklerindeki ilk yerine dönmesi, Türbe ile Ankara ve Lozan Anlaşmalarındaki orijinal düzenlemenin tekrar hayata geçirilmesi yerinde olacaktır. (Bu yazı dizime önümüzdeki haftalarda devam edeceğim).
Paylaş