Paylaş
Nitekim İİT İstanbul Toplantısı’ndan sonra yayınlanan sonuç bildirisinde de ağırlıklı olarak bu konuya yer verildi. Toplantı sonucunda yayınlanan bildiride 15 Mart’ın “İslamafobiye karşı Uluslararası Dayanışma Günü” olarak ilan edilmesi istenildi, BM ile Avrupa Konseyi’nden dini nefret, düşmanlık ve şiddet eylemlerinin izlenmesi ve rapor edilmesi için birer gözlem mekanizmaları kurmaları talep edildi. Sonuç bildirisinde BM Genel Kurulu’nun özel bir oturumla toplanması ve bu oturumda İslamafobinin ırkçılığın bir biçimi olduğunun ilan edilmesi çağrısı da yer aldı.
Yeni Zelanda Dışişleri Bakanı Winston Peters de davet üzerine Türkiye’ye gelerek, İİT İstanbul Toplantısı’na katıldı. Esasen Yeni Zelanda’nın Christchurch terör saldırısı karşısında aldığı tutum son derece olumluydu. Bu durum İİT İstanbul Toplantısı’nın bitiminde kabul edilen sonuç bildirisinde de yansıtıldı. Özellikle Yeni Zelanda Başbakanı Jacinda Ardern’in Yeni Zelanda’da meydana gelen bu terör saldırısı sonrasındaki tutumu örnek olacak şekildeydi. İİT İstanbul Toplantısı sonuç bildirisinde de Başbakan Ardern’in kararlı tutumunun memnuniyetle karşılandığı ve takdir edildiği kaydedildi.
Türkiye’nin önünde Yeni Zelanda ile dayanışma gösterilmesi ve tarihi acı olayların bugün ülkeler arasında dostluk bağlarının güçlenmesi yönünde nasıl kullanılması gereğinin vurgulanması için önemli bir fırsat bulunmaktadır. Çanakkale Savaşı ve Anzak Günü’nü anma amacıyla önümüzdeki 24 Nisan’da Çanakkale’de yapılacak törenlere Yeni Zelanda Başbakanı Jacinda Arden’in özel olarak daveti Dünya verilebilecek iyi bir dostluk mesajı olacaktır.
Christchurch cami saldırılarını görüşmek amacıyla yapılsa da, İİT İstanbul Toplantı’sında gerçekleştirilen konuşmaların önemli bölümünde İslam Dünyasını ilgilendiren başka bir olay, ABD Başkanı Trump’ın (toplantının yapılmasından çok kısa bir zaman önce gelen) Golan Tepeleriyle ilgili ifadeleri vardı.
Geçen hafta Başkan Trump’ın İsrail’in Golan Tepelerini ilhakını tanıyacağı yönündeki ifadeleri Dünya’da ciddi bir tepki yarattı. Başkan Trump aradan geçen 52 yıldan sonra artık Golan Tepeleri üzerindeki İsrail egemenliğini tanıma zamanı geldiğini belirterek, ABD’nin bu kez de İsrail’in Golan’da genişlemesini destekleyeceği mesajını vermiş oldu.
Golan Tepeleri 1967 İsrail-Arap Savaşı sırasında İsrail tarafından işgal edilen 1.800 km2 büyüklüğünde bir Suriye toprağı. Suriye Golan’ı 1973 İsrail-Arap Savaşı sırasında geri almayı denedi, ama başarılı olamadı. Golan Tepeleri 1967 yılından beri, yani 52 yıldan bu yana İsrail işgali altında. Ama uluslararası hukuka göre Golan Tepeleri hala İsrail işgalindeki, İsrail kontrolü altında bulunan bir Suriye toprağı olarak sayılıyor.
İsrail 1981 yılında Golan Tepeleri’ni ilhak ve kendi kanunlarının bu bölgede geçerli olduğunu kabul eden bir kanun kabul etmiştir. Ama İsrail’in Golan Tepeleri’ni ilhakı uluslararası toplum tarafından tanınmamıştır. Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi 1981 yılında kabul ettiği bir kararla İsrail’in Golan’ı ilhak kararını “yok ve geçersiz” saymış, BM ve uluslararası toplum açısından Golan Tepeleri işgal altındaki Suriye toprakları olarak kalmıştır.
İsrail’in ilhak kararından sonra çok sayıdaki Yahudi Golan Tepelerine yerleşmeye başlamış, Golan bölgesinde yaşayan İsrail vatandaşı sayısı 20 bine ulaşmıştır. İsrail işgali sırasında Golan’dan kaçan 150 bin civarındaki Suriyeli ülkenin diğer bölgelerine yerleşmiştir. Golan’da kalmaya devam eden 20 bin civarındaki Suriyeli (çoğunluğu Dürzidir) daha sonra İsrail’in vatandaşlık önerisini kabul etmemiştir.
Bölgeyi işgalinden sonra İsrail Golan’da dinleme istasyonları da kurmaya başlamış, yüksekliği nedeniyle Harmon Dağı’nın da bulunduğu bölgeyi Suriye ve Lübnan’ı “dinlediği” askeri bir üs haline getirmiştir. Bölgenin su kaynakları bakımından zengin olması Golan’ı İsrail açısından önemli kılan diğer bir husustur. Bölge sınırında bulunan Tayberiya Gölü İsrail açısından önemli bir su kaynağıdır ve yine İsrail açısından önem taşıyan Ürdün nehri bu bölgeden çıkmaktadır.
Şam’da Büyükelçi olduğum dönemde Suriye Hükümeti’nin Şam’da görev gören diplomatlar için düzenlediği bir gezi çerçevesinde Golan bölgesine kadar gitmiş, Golan sınırında bulunan Kuneytra şehrini ziyaret etmiştim. Suriye daha önce tamamı İsrail işgali altındaki şehrin bir bölümünü 1973 Savaşı’nda geri almıştı. Savaşlar sırasında büyük hasara uğrayan şehir boş ve Suriye şehri bir açık hava savaş müzesi gibi kullanıyor. Kuneytra şehri İsrail işgali altındaki Golan ile Suriye arasında görev gören BM Ateşkes Gözlem Gücü (UNDOF) kontrolündeki tampon bölgede bulunuyor.
İsrail işgali altındaki Golan Tepeleri İsrail ile Suriye arasında geçmişte süren müzakerelerin de odak noktası olmuştur. Bugün iki Arap komşusu, Mısır ile Ürdün, İsrail ile Barış Anlaşması imzalayarak, İsrail’i tanımışlar ve diplomatik ilişki kurmuşlardır. İsrail ile (diğer iki Arap komşu) Suriye ve Lübnan arasında ise Barış Anlaşması imzalanmamış, diplomatik ilişki kurulmamıştır. Bu çerçevede İsrail ile Suriye arasında ateşkes bulunmasına rağmen, hukuken “savaş durumu” devam etmektedir.
Geçmişte İsrail ile Suriye ABD’nin girişimleriyle uzun dönemler Golan Tepeleri’nin Suriye’ye iadesi ve buna karşılık Suriye’nin İsrail’i tanıması temelinde görüşmeler sürdürmüştür. ABD girişimleriyle devam ettirilen bu görüşmelerin sonuçsuz kalması üzerine 2000’li yılların ortalarına doğru Türkiye de kısa bir dönem Suriye ile İsrail arasındaki görüşmelerin sürdürülmesi amacıyla arabuluculuk yapmış, ancak Türkiye’nin arabuluculuk girişimi İsrail’in 2008 yılı sonunda gerçekleştirdiği Gazze saldırısı nedeniyle sonuçsuz kalmıştır. İsrail’in Gazze’ye karşı giriştiği askeri saldırı ve 2011 yılında başlayan Suriye Savaşı nedeniyle İsrail ile Suriye arasındaki görüşme süreci de tamamen kesilmiştir.
Şimdi Trump Yönetimi ABD’nin bundan önceki politikalarından temelden ayrılarak Başbakan Netanyahu’nun Golan Tepeleri’ne yönelik yayılmacı politikalarına destek sağlaması uluslararası hukuka, BM Güvenlik Konseyi ve Genel Kurul’un aldığı kararlara aykırı bir davranıştır. Trump Yönetimi bu davranışıyla ayrıca uluslararası ilişkilerde kuvvet yoluyla toprak ilhak politikalarına destek olunması bakımından tehlikeli bir örnek yaratmaktadır.
Trump Yönetimi’nin Golan açıklaması uluslararası toplumda ciddi bir tepki uyandırmıştır. İlk önce Türkiye’den, daha sonra hemen Rusya ve İran’dan Golan Tepeleri’nin Suriye toprağı olduğunu ve Suriye’nin toprak bütünlüğüne saygı gösterilmesi gerektiğini vurgulayan açıklamalar gelmiştir. AB’nin yaptığı açıklamada AB üyesi ülkelerin Golan Tepeleri’nde İsrail egemenliğini tanımayacağı ve Golan Tepeleri’nin hukuki statüsünün tek taraflı olarak değiştirilemeyeceği belirtilmiştir.
Başkan Trump’ın Golan açıklamasına Mısır ve Suudi Arabistan gibi Arap ülkelerinden ciddi bir tepki gelmemesi de ilginçtir. Suriye bir Arap ülkesi, Golan da sonuçta bir Arap toprağı olmasına rağmen aralarında Kahire ve Riyad’ın da bulunduğu Arap başkentlerinin “sessiz” kalmayı seçmesi Arap Dünyası’nın içinde bulunduğu “durumu” bir kez daha gözler önüne sermektedir.
Bakıldığında esasen Golan açıklaması Trump Yönetimi’nin son dönemde Başbakan Netanyahu’yu desteklemek amacıyla peş peşe aldığı kararların sonuncusudur. Kısa bir dönem içinde Trump Yönetimi’nin Vaşington’daki FKÖ bürosunun kapatılması, ABD’nin (Filistinlilere destek olduğu için) UNESCO ve BM İnsan Hakları Konseyi’nden çekilmesi, ABD’nin Filistin Mültecilerine (UNWRA’ya) yaptığı desteği kesmesi, ABD Büyükelçiliği’nin Tel Aviv’den Kudüs’e taşıması ve Kudüs’ü İsrail’in başkenti olarak tanıması, Doğu Kudüs’teki ABD Başkonsolosluğu’nun doğrudan Büyükelçiliğe bağlanması kararları arka arkaya gelmiştir.
Başkan Trump, İsrail 9 Nisan’da Parlamento seçimlerine gitmesine rağmen şimdi de bu hafta içinde (25-26 Mart tarihlerinde) Başbakan Netanyahu’yu Beyaz Saray’da ağırlayacaktır. Başbakan Netanyahu’nun Vaşington ziyaretinin Trump Yönetimi’nin İsrail seçimlerine müdahalesi ve Netanyahu’ya verilen bir destek olarak yorumlanması kaçınılmazdır. Başkan Trump’ın karşılığında 2020 ABD Başkanlık seçimlerinde Amerikan Yahudi lobisinin desteğini kazanmak istediği ve İsrail’le ilgili kararları evangelist seçmen tabanını tatmin etmek için aldığı yaygın bir şekilde konuşulmaktadır.
Başbakan Netanyahu ABD ziyareti sırasında bu hafta içinde İsrail yanlısı AIPAC kuruluşunun yıllık toplantısına da katılacak ve bu toplantıda bir konuşma yapacaktır. Beyaz Saray’daki Trump-Netanyahu görüşmesinden sonra Başkan Trump’ın Golan Tepeleriyle ilgili açıklamasını fiiliyata dökeceği ve İsrail’in Golan’ı ilhakını tanıyan bir kararı imzalayacağı da belirtilmektedir.
Geçen hafta içinde İngiltere’nin Avrupa Birliği’nden ayrılması (Brexit) konusunda ilginç gelişmeler de meydana geldi. Ama Brexit’in ne zaman ve nasıl gerçekleşeceği, hatta gerçekleşip gerçekleşmeyeceği bile hala tam olarak açık değil. Şimdilik açık olan tek husus Brexit’in 29 Mart tarihinde olmayacağı. Beklendiği gibi Başbakan May Brüksel’den kısa bir uzatma istedi. May’in planı bu uzatma süresi içinde kendi Brexit Anlaşmasını bir kere daha (3.kez) İngiltere Parlamentosu’na getirmek ve onaylatmak.
AB’nin 27 üyesi Londra’nın uzatma isteğini kabul etti ve İngiltere’ye 2 aşamalı bir uzatma süresi tanıdı. Buna göre ilk uzatma tarihi 12 Nisan. Eğer İngiltere Parlamentosu bu 14 günlük uzatma içinde Brexit Anlaşmasını onaylarsa uzatma tarihi 22 Mayıs’a kadar itilecek, böylece İngiltere’nin AB’den (Anlaşmalı şekilde, düzenli) çıkış tarihi de 29 Mart’tan 22 Mayıs’a çekilmiş olacak.
İngiltere Parlamentosu’nun tanınan ek süre içinde (12 Nisan tarihine kadar) Brexit Anlaşmasını onaylamaması, yani (beklendiği şekilde) Anlaşmayı 3.kez reddetmesi halinde ne olacağı ise kesin değil. Bu durumda AB’nin İngiltere’ye daha uzun (bu yılın sonuna kadar) bir süre tanıyabileceği anlaşılıyor. Ama uzun süreli bir uzatma tanınması için AB’nin ön şartı var. AB, İngiltere’nin 23 Mayıs’ta yapılması planlanan Avrupa Birliği Parlamentosu seçimlerine katılmasını ve yeni oluşacak Parlamento’da İngiltere’yi temsil edecek parlamenterlerin seçilmesini istiyor.
İngiltere’nin Avrupa Parlamentosu seçimlerini gerçekleştirmesi ve AB’den bu sefer uzun bir erteleme alması durumunda Brexit ihtimalinin kendiliğinden azalacağı, İngiltere’de yeni seçim hatta yeni bir Brexit referandumu ihtimalinin artacağı konuşuluyor. Başbakan May, yapılacak referandumdan 3 yıl kadar bir zaman geçmesine rağmen İngiltere’nin şimdi Avrupa Parlamentosu seçimlerine katılmasının İngiliz halkına karşı bir “haksızlık” olacağını ve İngiltere’de Avrupa Parlamentosu seçimlerinin yapılmasına karşı olduğunu açıklamış durumda. İngiltere Avrupa Parlamento seçimlerini yapmazsa, AB’nin yeni bir uzatmayı kabul etmeyeceği açıklanmış olduğuna göre, İngiltere’nin önünde sert (anlaşmasız) bir Brexit’ten başka bir alternatif kalmamış oluyor.
Kısacası AB’nin şimdilik yaptığı 29 Mart tarihini 22 Mayıs’a çekmek ve İngiltere’ye Brexit Anlaşmasını yeniden oylamak ve Brexit için ne düşündüğünü kesinleştirmek için zaman tanımak ve topu tekrar Londra’ya göndermek oldu. İngiltere’nin AB’den çıkıp çıkmayacağı, Brexit’in gerçekleşip gerçekleşmeyeceği ve gerçekleşse de Brexit’in nasıl olacağı (anlaşmalı mı anlaşmasız mı) hala açık değil, Londra’da kafalar çok karışık. Ortaya çıkan tablo kısa uzatma içinde İngiltere’nin Brexit Anlaşmasını onaylamaması ve daha sonra İngiltere’nin Avrupa Parlamentosu seçimlerine katılmaması durumunda sert (anlaşmasız) bir Brexit ihtimalinin büyük ölçüde artacağına işaret ediyor.
Bu arada bu hafta sonu Londra’da yapılan Brexit kararının tekrar İngiltere halkına bırakılmasını, yani yeni bir Brexit referandumunu talep eden ve 1 milyondan fazla kişinin katıldığı gösterinin de Başbakan May’ı daha güç duruma soktuğu, kafaları daha da karıştırdığı konuşuluyor. Hafta sonu yapılan bu AB yanlısı gösteri İngiliz halkının Brexit konusunda nasıl bölündüğünü de açık bir şekilde ortaya koyuyor.
Paylaş