Paylaş
Bırakın Hutsilerin başkent Sana’dan çıkartılması ve Sana’da Riyad’ın desteklediği Hadi Hükümetinin tekrar yönetime getirilmesi, savaş Suudi Arabistan’a yayılma eğilimine girmiş gibi. İran’a yakın Hutsiler başkent Sana yanında Yemen’in kuzeyini ve Yemen-Suudi Arabistan sınırının büyük bölümünü ellerinde bulundurmaya devam ediyorlar.
Kısa bir süre önce Suudi Arabistan petrol tesislerine insansız hava araçlarıyla (İHA) yapılan saldırıyı Hutsiler üstlenmiş ve Riyad’ı Suudi Arabistan içinde yeni saldırılarda bulunmakla tehdit etmişlerdi. Hutsiler bu hafta başında da Suudi Arabistan’ın Necran bölgesinde yaptıkları kara operasyonunun resimlerini ve ayrıntılarını yayınladılar.
Hutsiler, Suudi Arabistan’ın Necran bölgesinde gerçekleştirdikleri saldırıda Suudi ve koalisyon askerlerinden 500 kadarını öldürdüklerini, 2000 kadarını da esir aldıklarını iddia ettiler; bu askerlerin, imha edilmiş veya ele geçirilmiş zırhlı araçların resimlerini basına verdiler. Öldürülen ve Hutsilerin eline düşen askerlerin büyük çoğunluğunun Suudiler için çarpışan Yemenliler olduğu anlaşılıyor.
Suudi Arabistan bugün Dünya’da en büyük silah alıcısı ülke durumunda bulunuyor; silah alımı için milyarlarca dolar harcıyor. ABD’nin Suudi Arabistan ve Körfez bölgesindeki Arap ülkelerinde binlerce askeri, çok sayıda savaş uçağı, gemisi ve askeri mühimmatı var. ABD’nin bölgeye Patriot hava savunma füzeleri konuşlandırdığı da biliniyor.
Bütün bu askeri varlığa ve hazırlığa rağmen Suudi petrol tesislerine yapılan İHA saldırısının önlenememesi “tartışmalara” ve “eleştirilere” neden oluyor. Hutsilerin daha önce Suudi Arabistan’da havaalanları dahil bir çok hedefe İHA saldırısı düzenlediği, bunların da engellenemediği hatırlarda. Hutsilerin basına verdiği esir koalisyon askerlerini gösteren resimlerin Riyad yönetimi için ciddi bir “mahcubiyet” ve “sıkıntı” kaynağı olacağı da ortada.
Hutsilerin daha önce de Haziran ayında Suudi Arabistan’ın güneyindeki Abha şehri havaalanına iki ve Cizan şehri havaalanına da bir kez İHA saldırıları düzenlediği, kayıplara ve havaalanlarının kısa süre içinde olsa kapanmasına
neden olduğu basında yer alan haberler arasında yer alıyor. Geçmişte Suudi başkenti Riyad üzerinde İHA’ların tespit edildiği ve düşürüldüğü de yine basında yer alan haberler arasında.
Suudi petrol tesislerinin İHA’larla hedef alınması bütün Dünya’yı, petrol arz ve talep dengesini ve petrol fiyatlarını ilgilendiriyor. Eylül ayı içinde iki önemli Suudi petrol tesisinin İHA’larla hedef alınmasından önce de benzeri saldırıların gerçekleştirilmeye çalışıldığı biliniyor. Hutsilerin kısa bir süre önce Suudi Arabistan-Birleşik Arap Emirlikleri(BAE) sınırına yakın bir bölge de bir petrol çıkartma platformunu hedef aldıkları haberi de basında çıkmıştı.
Riyad’ın Yemen’deki tek “sorunu” savaşta Hutsilerin giderek artan “etkinliği” ve savaşın Suudi Arabistan’a “taşması” da değil. Dünya’nın Yemen Savaşı’nın yarattığı “insanı drama” tepkisi de giderek artıyor. Savaşın Yemen’de büyük bir insanı drama yol açması Suudi Arabistan’a duyulan uluslararası “tepkiyi” arttırıyor.
Yemen’de devam eden savaş sebebiyle çoğu çocuk olmak üzere on binlerce insanın hayatını kaybetmesi Yemen’deki Suudi hava operasyonlarına gösterilen tepkiyi arttırıyor; ülkedeki gıda sorunu ve açlık Suudi Arabistan’ın Yemen’e uyguladığı deniz ablukasını uluslararası toplumun dikkatine getiriyor. Bugün Batılı ülkeler Suudi Arabistan’a silah satışından milyarlarca dolar para kazanıyor. Ama Batı ülkeleri kamuoyunda Suudi Arabistan’a duyulan “tepki” ve “kızgınlık” artıyor; Riyad Dünya’da büyük bir “prestij” kaybına uğruyor.
Gazeteci Kaşıkçı cinayetinin üzerinden bir sene bir zaman geçti. Bu korkunç cinayeti aydınlatmaması, suçluları hala cezalandırmaması ve Riyad’ın Kaşıkçı cinayeti konusunda açık, şeffaf bir “soruşturma” ve “yargılama” süreci uygulamamasının Suudi Arabistan’ın Dünya’da yaşadığı büyük “prestij” kaybında, Yemen Savaşı ile birlikte, önemli bir rol oynadığı ortada.
Suudi yöneticilerin Kaşıkçı cinayetinin ülke dışında bir konsoloslukta işlenmesi sebebiyle uluslararası hukuku çiğnediklerinin ve uluslararası ilişkilerinin işleyişine temelden büyük bir darbe vurduklarının bile (hala) farkında olmamaları (ve umursamaz tutumları) Dünya’da Riyad’a olan “kızgınlığı” körüklüyor.
Suudi Arabistan’ın uluslararası ilişkilerin işleyişine ve diplomatik ayrıcalıklara getirdiği bu ağır “darbe” kısa sürede etkisini kaybedecek gibi görünmüyor. Suudi Arabistan Veliaht Prensi Salman’ın Kaşıkçı cinayetinden bu yana Avrupa ve Kuzey Amerika’da hiçbir ülkeye ikili ziyarette bulunamaması dikkat çekiyor. Suudi Arabistan’a milyarlarca dolar silah satmaktan memnun olan Batılı ülkelerin
yönetimlerinin bile Prens Salman’ı, kendi halklarından görecekleri tepkiden çekindikleri için, ülkelerine davetten kaçındıkları anlaşılıyor.
Yemen’de Suudi Arabistan’ın sorunları burada da bitmiyor. Suudi Arabistan-Birleşik Arap Emirlikleri arasında Yemen’de işbirliğinin “zorlanmakta” olduğu yönünde işaretler var. Suudi Arabistan 2015 yılında Hutsilerin devirdiği Cumhurbaşkanı Hadi’yi desteklemeye devam ediyor. BAE ise Yemen’i bölme yönünde hareket ediyor ve “ayrılıkçı” Güney Geçici Konseyi’ne destek veriyor.
BAE’nin desteklediği Güney Yemen’i Kuzey’den ayırmak isteyen güçlerle (bir yandan Hutsilere karşı savaşan) Hadi güçleri arasında Aden’de yaşanan mücadele ve çarpışmalar dikkatlerden kaçmıyor. BAE’nin Aden Körfezi’ndeki Yemen’e ait “stratejik” Socotra adasını işgali gibi gelişmeler Abu Dhabi’nin Yemen’deki savaşı artık Riyad’dan farklı mı gördüğü sorusunu daha da güçlendiriyor.
Yemen tarihine bakınca bu ülkenin yönetiminin hiç de kolay olmadığı zaten ortaya çıkıyor. Osmanlı İmparatorluğunun Yemen’de yaşadığı zorlukları “Burası Yemen’dir, Gül’ü Çemendir” türküsü bugün bile bütün açıklığıyla yansıtıyor. Tarih bize Osmanlı Yönetiminin Zeydi olan Hutsilerle yaşadıkları zorlukları, Osmanlıların Yemen’i ele geçirdikleri 16. yüzyıldan sonra karşılaştıkları Zeydi isyanlarını anlatıyor.
Yemen’in artan stratejik önemi bu ülkeyi daha sonra Britanya İmparatorluğunun hedefi haline getirdiğini görüyoruz. Londra, Yemen’i Akdeniz, Süveyş Kanalı, Kızıl Deniz ve Hint Okyanusu’ndan Hindistan’a giden deniz yolunda önemli bir parça olarak kabul ediyor ve Aden’e yerleşiyor.
Daha sonra Yemen Soğuk Savaş’ta Batı ile Doğu arasındaki mücadelede de yer alıyor. Yemen ikiye bölünüyor, Kuzey Batı etkisinde, Güney Sovyetler Birliği etkisinde kalıyor. Kuzey ve Güney Yemen’in birleşmesi ancak (Sovyetler Birliği’nin çöküşünde) 1990 yılında mümkün olabiliyor. Güney Yemen’de ayrılıkçı hareket bugün de güçlü. Yemen nüfusunun mezhepsel ve aşiret düzeyinde bölünmesi etkilerini geçmişte de bugün de gösteriyor.
Günümüzde Yemen Orta Doğu’da Suudi Arabistan ile İran arasında yaşanan güç mücadelesinin bir savaş alanı durumundadır. Hutsiler Şii mezhebinin Zeydi koluna girmekte ve Yemen nüfusunun % 30 ila % 40 arasındaki bir bölümünü oluşturmaktadır. Yemen nüfusunun diğer bölümü (çoğunluğu) Sünni olmakla beraber Yemen’de aşiret bağları çok güçlüdür.
Yemen 2011 yılında bütün Arap Dünyasını sarsan Arap Baharının etkisi altına girmiştir. Arap Baharı çalkantıları nedeniyle Cumhurbaşkanı Ali Abdullah Salih bir
patlamada yaralanmış, istifa etmiş ve ülke dışına çıkmak zorunda kalmıştır. Yerine Suudi Arabistan tarafından desteklenen Cumhurbaşkanı Yardımcısı Mansur Hadi geçmiştir. Ama Yemen’de sular durulmamış, bu kez 2014 yılında kuzeyde Hutsi isyanı başlamıştır.
Hutsiler 2015 yılında başkent Sana’yı ele geçirmişler, ülkeyi yönetmeye başlamışlardır. Sana’dan ilk önce (güneye) Aden’e daha sonra da Suudi Arabistan’a kaçan Cumhurbaşkanı Mansur Hadi’ye bağlı güçler ile Hutsiler arasındaki çarpışmalar o tarihten sonra artmış, 2015 yılında Suudi Arabistan ve BAE (Riyad’ın oluşturduğu koalisyon) Hadi güçleri yanında savaşa katılmıştır.
Yemen’deki savaşta Suudi Arabistan Aden merkezli Mansur Hadi’yi desteklerken, İran Hutsilerin arkasında yer almaktadır. Yemen’deki savaşta bugün Hutsiler, Hadi güçleri, güneydeki ayrılıkçı hareket milisleri ve Al Kaide yanlısı güçler savaşmakta, Suudi Arabistan ve BAE (koalisyon) güçleri savaşta açıkça yer almakta, İran Hutsileri desteklerken, ABD Suudi Arabistan’a her türlü desteği sağlamaktadır.
Yemen bugün de “stratejik” önemini korumaktadır. Yemen, güney sınır komşusu olarak, Riyad için büyük önem taşımaktadır. Yemen’in Hint Okyanusundan Kızıl Deniz’e geçişi sağlayan Babül Mendep Boğazı’nın doğu yakasını kontrol etmesi bu ülkenin startejik önemini uluslararası düzeye çıkartmaktadır. Yemen’i kimin kontrol edeceği petrol ve doğal gaz deniz ticaret yolları ve Süveyş Kanalı’nın güvenliği bakımından önem taşımakta; Yemen Savaşı bu çerçevede tüm Dünya’yı ilgilendirmektedir.
Riyad ve Vaşington, Suudi petrol tesislerine yapılan saldırıdan dolayı doğrudan İran’ı suçlamaktadır. Bu saldırıları Hutsiler üslenmiş olup, Tahran saldırıların arkasında kendisinin olduğu yönündeki suçlamaları reddetmektedir. Suudilere ve Amerikalılara göre Suudi petrol tesislerine saldırılar İran’dan gönderilen İHA’lar ve roketlerle gerçekleştirilmiş olup, Hutsilerin bu saldırıları düzenlemek için teknik imkanları bulunmamaktadır.
Doğal olarak Suudi petrol tesislerine yapılan saldırılar Suudi Arabistan-İran gerginliğini yeni bir düzeye çıkartmıştır. Saldırılardan Tahranı suçlayan Trump Yönetimi İran’a karşı askeri bir misillemede bulunmaya fazla istekli görünmese de Körfez’deki durum son derece gergindir ve bölgede her an sıcak bir çatışma ihtimali artmaktadır. Suudi Arabistan, ABD ve İran arasında çıkacak silahlı bir çatışmanın büyümesi ve bu çatışmaya diğer ülkelerin (zor durumda olan Başbakan Netanyahu idaresindeki İsrail gibi) katılması ihtimali yüksektir.
Yemen’de Birleşmiş Milletler tarafından (İsveç’in yardımıyla) yürütülen barış çabaları şuana kadar sonuç vermemiştir. On ay kadar önce İsveç’in başkenti Stokholm’de imzalanan anlaşma uygulanamamış, Hudeyde limanı Yemen’e gelen insani yardımlara açılamamıştır.
13 Aralık Stokholm Anlaşması Yemen’de genel bir ateşkese giden süreci başlatamamış, Yemen’in büyük şehirleri Hudeyde, Taiz ve başkent Sana’daki havaalanlarının BM kontrolünde uçuşlara açılması da gerçekleşmemiştir. Yemen’de bugün hem Hutsiler ve Hadi güçleri, hem de zaman zaman (Suudların desteklediği) Hadi kuvvetleri ile (BAE’nin desteklediği) güney ayrılıkçı güçleri arasında çarpışmalar yaşanmakta, El Kaide bağlantılı güçler de Yemen’in bazı kısımlarında kontrolü elinde bulundurmaktadır.
Yemen sorunu bütün bölgeye yayılmış bulunan Riyad-Tahran çekişmesi ve rekabetiyle doğrudan ilişkilidir. Bugün bu çekişme Suudi Arabistan ile İran’ı sıcak bir çatışmanın eşiğine kadar getirilmiştir. Bunun sebebi olarak İran’ın mezhep esasına dayanan hegemonyacı politikaları kadar, Başbakan Netanyahu tarafından kışkırtılan, Trump Yönetimi ve Suudi Arabistan Veliaht Prensi Salman’ın yanlış politikalarını görenlerin sayısı çoktur.
İslam Dünyasının iki önde gelen ülkesinin adım adım bir çatışma ve savaşın eşiğine getirilmesinde Başbakan Netanyahu’nun çıkarlarının ne olduğunu anlamak herhalde kolaydır. Ancak, Orta Doğu’nun içinde bulunduğu istikrarsız durumdan Tahran ve Riyad’ın ne çıkar sağladığını anlamak giderek daha zor bir hale gelmektedir. Başbakan Netanyahu’yu “dinleyerek” İran’la çatışmanın kapılarını açan Trump Yönetiminin de adım adım içine sürüklenilen kriz ve çıkmazdan çok da “mutlu” olmadığını gösteren işaretler artmaktadır.
Trump Yönetimi hala zamanın ABD lehine işlediğini, ağır siyasi ve ekonomik yaptırımların İran’daki rejimi bir noktada “teslim olmaya” (ABD ile baş başa masaya oturmaya) iteceğini düşünmekte, stratejisini ona göre kurmaktadır. Tahran ise Körfez bölgesinde Suudi ve müttefiklerinin menfaatlerini doğrudan hedef almakta, (askeri çıkışlarla) zaman zaman tansiyonu yükseltmekte, mevcut durumun herkesin aleyhine olacağını göstermeye çalışmaktadır. Dünya ise bu oyunun daha ciddi sıcak bir çatışmaya dönüşüp dönüşmeyeceğini kaygı ile izlemeye devam etmektedir.
Paylaş