Paylaş
Lizbon Anlaşması’na göre İngiltere’nin çıkmak için yaptığı resmi müracaatın 6 aylık süresi 29 Mart 2019 tarihinde doluyor ve İngiltere’nin bu tarihte AB’den ayrılması gerekiyor. Ama İngiltere ile AB’nin “ayrılmayı” düzenlemek için yaptıkları Anlaşma İngiltere Parlamentosu tarafından onaylanmadığı için şimdi bu ayrılmanın (Brexit) “anlaşmasız” olması gerekiyor. Yani üyelikten ayrılışından sonra İngiltere ile AB arasındaki ilişkilerin düzenlenmeden bu ülkenin AB’den çıkışı söz konusu. Buna “sert çıkış” veya “sert Brexit” de deniyor.
Geçen hafta İngiltere’de yapılan oylamaların ilkinde Parlamento yine büyük bir çoğunlukla Başbakan Theresa May’ın AB ile yaptığı Brexit (çıkış) Anlaşmasını onaylamayı 2. kez reddetti. Parlamento ikinci oylamada anlaşmasız (sert) bir çıkışı istemediğini ortaya koydu. Üçüncü oylamada Parlamento Brexit için tekrar halk oylamasına gidilmesi alternatifini, yani İngiltere halkına AB üyeliğini isteyip istemediğinin tekrar sorulmasını reddetti. Dördüncü oylamada ise Parlamento AB’den (Brüksel’den) Brexit tarihini ertelemesi için ek müddet istemesini onayladığını gösterdi.
İngiltere Parlamentosu’ndaki bu Brexit “oylamaları” İngiltere’de Brexit ve Brexit’in nasıl “gerçekleştirileceği” konusundaki görüş ayrılıklarını ve “kafa karışıklığını” ortaya koymaktadır. Parlamento bir yandan Başbakan May’ın, uzun bir süre AB ile yaptığı müzakereler sonucu ortaya çıkan, Brexit Anlaşmasını onaylamamakta, ancak anlaşmasız bir çıkışı da (sert Brexit) istememektedir. Parlamento tekrar başa dönüp İngiliz halkına AB üyeliğine evet veya hayır demesi imkanının verilmesini, yani AB üyeliği konusunda ikinci bir referandum yapılması alternatifini kabul etmemekte, buna karşılık Brexit’in 29 Mayıs yerine daha geç bir tarihte gerçekleşmesini, yani çıkış tarihinin ertelenmesini kabul etmektedir.
Konuyla ilgili yapılan yorumlarda Başbakan Theresa May’in Brexit stratejisini baştan itibaren İngiltere’nin AB üyeliğinden bir anlaşmayla çıkmak üzerine kurduğuna, bu yönde uzun müzakerelerden sonra AB ile (Brüksel’le) bir Anlaşmayı ortaya çıkarttığına, ancak Başbakan May’in varılan bu Anlaşmayı bırakın İngiliz Parlamentosu’na kendi Hükümetine bile kabul ettiremediğine işaret edilmektedir. Nitekim İngiltere-AB Brexit Anlaşmasına olan tepki nedeniyle Başbakan May kendi hükümet üyelerini bile Parlamento’daki oylamalarda (istedikleri şekilde oy vermek konusunda) serbest bırakmak zorunda kalmıştır.
Brexit Anlaşmasına duyulan tepkiye rağmen Başbakan May’in stratejisi değişmemiş, May Anlaşmayı onaylatmaya zorlamak amacıyla Parlamentoyu Anlaşmayı onaylamak veya anlaşmasız sert Brexit seçenekleriyle baş başa bırakmayı denemeye devam etmiştir. İngiliz Parlamento’sundaki son oylamalar sonucu ortaya çıkan durumda Başbakan May’in AB’den (Brüksel’den) Haziran ayı sonuna kadar bir erteleme isteyeceği ve bu süre içinde AB ile vardığı Brexit Anlaşmasını Parlamento’dan geçirmeyi bir kez daha (3.kez) deneyeceği konuşulmuştur. Brexit’in gerçekleşeceği 29 Mayıs tarihine sadece 10 gün kadar bir zaman kalması durumu ilginç bir hale getirmekte, Dünya kamuoyunun dikkatlerinin Brexit üzerine çevrilmesine sebep olmaktadır.
Esasen Başbakan May’ın önünde başka bir seçenek de kalmamış görünmektedir. AB (Brüksel) Anlaşmayı yeniden müzakere etmeye yanaşmamaktadır. İngiliz Parlamentosu’nun Brexit Anlaşmasını ilk oylamasından sonra Başbakan May Anlaşmayı Brüksel’le görüşmeye çalışmış, Anlaşmaya getirilen bazı yorumlara dayanarak giriştiği Anlaşmayı Parlamento’dan 2.kez geçirme teşebbüsü de başarısız olmuştur.
Son olarak Londra’dan gelen haberler ise Başbakan May’in Brexit Anlaşmasını bu hafta içinde Parlamento’ya getirebileceğine ve Anlaşma üzerindeki 3 oylamanın bu hafta içinde yapabileceğine işaret etmektedir. Başbakan May’in bu kez Parlamento’yu Brexit Anlaşmasının onaylanmaması halinde AB’den (Brüksel’den) “uzun bir erteleme” isteyeceği (böylece Brexit’in uzun bir süre gerçekleşmeyeceği) hususuyla ikna ve Anlaşmayı onaylamaya razı etmeye çalışacağı izlenmektedir.
AB’nin (Brüksel’in) İngiltere’ye Brexit’in uygulanması için “uzatma” tanıyıp tanımayacağı da henüz açıklık kazanmamıştır. Şimdiye kadar AB yetkililerinin yaptığı açıklamalar (yararlı olması halinde) AB’nin uzatmaya karşı çıkmayacağına işaret etmiştir. Geçen hafta ortaya çıkan durum ise AB’nin artık İngiltere’den Brexit konusunda kesin bir karar beklediğini ortaya koymaktadır. Uzatma olsa da AB’nin (Brüksel’in) Brexit Anlaşmasını yeniden müzakere etmek istemediği ortaya çıkmakta, durum daha da karmaşık bir hal almakta, Londra’daki “kafa karışıklığı” ve “kararsızlık” Brüksel’i de etkilemektedir.
Brexit Anlaşması konusunda İngiliz Parlamentosu’nda en fazla tepki çeken hususun Kuzey İrlanda-İrlanda Cumhuriyeti arasındaki sınırla ilgili düzenlemeler olduğu ortaya çıkmaktadır. Brexit’in Kuzey İrlanda sorununu yeniden tetikleyebileceği baştan itibaren endişe doğuran bir husus olmuştur. Cebelitarık sorunu ve İskoçya’da bağımsızlık isteklerinin güçlenmesi gibi konuların Brexit’ten sonra İngiltere’yi daha fazla etkileyeceği de tartışılan konular arasında bulunmaktadır.
29 Mart tarihi yaklaştıkça sert (İngiltere’nin AB’den çıkışı düzenleyen bir anlaşma olmadan gerçekleşecek) bir Brexit’in İngiltere ve AB üyesi diğer 27 ülke için doğuracağı olumsuz sonuçlar da daha sıklıkla gündeme gelmektedir. Sert bir Brexit’in AB ile İngiltere arasındaki dış ticareti karmaşaya sürükleyeceği, iki tarafta da fiyat artışları meydana geleceği, İngiltere’de bir süre gıda maddeleri ve ilaç sıkıntısı dahi çekilebileceği tahmin edilmektedir. Ayrıca, İngiltere ile AB ülkeleri arasındaki yolcu trafiğinin olumsuz bir şekilde etkileneceği, pasaportlu ve vizeli yolculuğa geçişin uzun kuyruklara neden olabileceği, İngiltere ile AB üyesi ülkeler arasındaki hava trafiğinin bile olumsuz etkilenebileceği, iki tarafta yerleşik sayıları 5 milyonu geçen İngiltere ve AB üyesi ülke vatandaşlarının durumunun belirsiz hale geleceği de dile getirilen diğer hususlardır.
Brexit’in sonuçlarının tüm uluslararası sistemde hissedileceği açıktır. İngiltere gibi siyasi, askeri ve ekonomik bakımdan güçlü bir ülkenin AB’den ayrılması kaçınılmaz olarak Dünya’daki mevcut dengeleri etkileyecektir. Her şeyden önce kıta Avrupası Almanya-Fransa ekseninde AB içinde birleşmişken, İngiltere’nin AB’den ayrılmasıyla kıta Avrupası çevresinde Rusya, İngiltere ve Türkiye’den oluşan bir güç kuşağı ortaya çıkmış olacaktır. Brexit’in Avrupa’da Almanya-Fransa-İngiltere güç dengesinde ortaya çıkartacağı etkiler de büyük olacaktır. İngiltere’yi Avrupa’da kendi gücü açısından rakip gören Paris’in, Londra’ya Brexit konusunda güçlük çıkarttığı şimdiden konuşulmaktadır.
Bugün ise tüm Avrupa gibi uluslararası toplumun dikkati de Brexit’in nasıl ve ne zaman gerçekleşeceği, hatta gerçekleşip gerçekleşmeyeceği, Brexit’in İngiltere ve diğer 27 AB üyesi ülke ekonomileri arasındaki kısa ve orta dönem ekonomik ve sosyal işbirliği üzerindeki etkileri üzerinde yoğunlaşmış görülmektedir. AB yetkililerinin İngiltere’nin topluluktan ayrılmasını “felaket” gibi sözlerle nitelendirmeleri doğal olarak dikkat çekici bir husustur. Brexit’in ABD-AB ilişkilerinde, özellikle ABD-Almanya ittifakının sağlamlığı konusunda, şimdiki halde başlangıç safhasında gibi görünse de, bazı şüphelerin ortaya çıkmakta olduğu bir döneme rastlaması Brexit’in ilginçliğini arttırmakta, önümüzdeki dönemde bu alandaki tartışmaların ve ortaya çıkacak fikirlerin daha “yoğun” olacağının işaretlerini taşımaktadır.
Avrupa’da Brexit “karmaşası” yaşanırken, Riyad’ın da Kaşıkçı cinayetinin Suudi Arabistan için doğurduğu çok olumsuz sonuçlarla karşı karşıya kaldığı, ancak Suudi yönetiminin hala Kaşıkçı cinayetinin sonuçlarını tam olarak algılamakta ve gereğini yapmakta zorlandığı izlenmektedir. Kaşıkçı cinayeti geçen Ekim ayı başında işlenmiş, cinayetin üzerinden 6 ay kadar bir zaman geçmiştir. Bu zaman içinde ilk önce Kaşıkçı’nın Başkonsoloslukta olduğunu bile kabul etmeyen Suudi yönetimi ortaya çıkan tablo karşısında Kaşıkçı cinayetini kabul etmek durumunda kalmıştır. Ama Suudi yönetiminin hala cinayetin bazı Suudi yetkililerce bu yetkililerin kendilerinin aldığı yanlış kararlar çerçevesinde, hatta bir kaza sonucu işlendiği yönündeki, ortaya çıkan deliller karşısında artık savunulmasına imkan kalmamış, bir izahata sarılmaya çalıştığı izlenmektedir.
Riyad’ın cinayete karışanların yargılanması konusunda şeffaf davranmaması veya davranamaması Suudi yönetiminin cinayeti ört bas etme isteği olarak ortaya çıkmaktadır. Bu arada Suudi Arabistan üzerindeki baskının arttığı, sadece Kaşıkçı cinayetinin değil, tüm Suudi Arabistan insan hakları uygulama ve ihlallerinin uluslararası dikkatleri üzerine çekmeye başladığı izlenmektedir. Hatta Suudi Arabistan’ın Yemen’deki savaş dahil bölgesel politikalarında ve aşırı gruplarla ilişkilerinde de artık eskisi kadar serbest olmadığı, uluslararası dikkatlerin bu alanlara da yoğunlaştığını gösteren işaretler artmaktadır.
Riyad’ın Kaşıkçı cinayeti, insan hakları uygulamaları ve dış politikası üzerinde arttığını hissettiği bu uluslararası baskılardan hala Vaşington başta olmak üzere Batı başkentlerinde üst düzeylerde bulunan “dostları” sayesinde kurtulmayı planladığı, petrole dayanan ekonomik gücünün şu veya bu şekilde işleyeceğini ve arttırılmaya çalışılan bu baskıların sonuçta işlemeyeceğini düşündüğü açıktır. Esasen Riyad’ın elinde petrol ihracatından gelen ciddi bir ekonomik güç bulunduğu ve Vaşington başta olmak üzere çeşitli “etkili” başkentlerdeki “dostlarının” Suudi Arabistan’ı korumaya çalıştıkları da ortadadır.
Buna rağmen Veliaht Prens Salman’ın Suudi Arabistan’da iktidara geldiğinden bu yana arka arkaya yaptığı hataların birikmekte olduğu, Kaşıkcı’nın İstanbul’da Suudi Arabistan Başkonsolosluğu’nda korku filmlerine taş çıkartan bir biçimde öldürülmesinin bu hatalar zincirinde önemli bir yer tuttuğu, Vaşington’daki “dostlarının” da Riyad’ı “korumakta” zorlandığı izlenmektedir. Son bir iki ay içinde ABD Kongresi’nde Suudi Arabistan’la ilgili alınan bir seri kararın başka şekilde izah edilmesi imkanı yoktur.
Suudi Arabistan Kaşıkçı cinayeti konusunda uluslararası bir incelemeye kapalı olduğunu açıkça ortaya koymaktadır. İstanbul’da Başkonsoloslukta işlenmesine rağmen Riyad, Kaşıkçı cinayetinin Suudi yargı sistemini ilgilendiren bir iç “mesele” olduğunu savunmaktadır. Buna karşılık son bir ay içinde 2 üst düzey Suudi Arabistan yetkilisi Cenevre’ye giderek Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Konseyi’nde konuşmak ve Konseyi ikna etmeye çalışmak zorunda kalmıştır. İlk önce dış ilişkilerden sorumlu Devlet Bakanı Cubeyri, daha sonra da ülkenin İnsan Hakları Komisyonu Başkanı Bandar Aiban Cenevre’de İnsan Hakları Konseyi toplantılarına katılmıştır.
BM Keyfi ve Yargısız İnfazlar Raportörü Agnes Callamard’ın Kaşıkçı cinayetiyle ilgili (Türkiye’ye gelerek) hazırladığı raporu İnsan Hakları Komisyonu’na önümüzdeki Haziran ayında sunması beklenmektedir. Callamard’ın raporunun Riyad’ın pek de hoşuna gitmeyeceği yönündeki işaretler şimdiden ortaya çıkmıştır. Her ne kadar İnsan Hakları Konseyi’nin Callamard raporu üzerine ne karar alacağı, hatta ciddi bir karar alıp almayacağı belli olmasa da, Riyad istese de istemese de Kaşıkçı cinayeti (ve bununla birlikte Riyad’ın insan hakları sicili) uluslararası bir denetim altına girmeye başlamıştır. Suudi Arabistan’da Kaşıkçı cinayetiyle ilgili yargılandığı belirtilen kişiler konusundaki gelişmeler bu uluslararası denetimle ilgili gelişmelerde rol oynamaya devam edecektir.
Konunun Suudi Arabistan dış politikasını ilgilendiren yanına gelince, Riyad’ın Kaşıkçı cinayetinden büyük ölçüde etkilendiği ortadadır. Kaşıkçı cinayetinden bu yana Veliaht Prens Salman’ın hiçbir Batı ülkesi başkentini ziyaret etmemesi ilginçtir. Dış politika alanında Kral Salman’ın daha fazla görünür olacağı ve önemli kararların Kral tarafından alınacağı yönündeki söylentiler de (doğruluğu tam olarak bilinmemekle beraber) ilginçliğini korumaktadır. Kaşıkçı cinayeti kadar bu cinayetin işlenmesi için Türkiye’nin (Suudi Arabistan’ın İstanbul Başkonsolosluğu’nun) mekan olarak seçilmesi büyük bir hatadır. Bu hatayı yapan Riyad olduğuna göre cinayetin ikili ilişkiler üzerine bıraktığı olumsuz etkiyi kaldırmak görevi de Riyad’a düşmektedir.
18 Mart Şehitler Günü’ydü. Başta Cumhuriyetimizin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk olmak üzere, aralarında İstiklal Savaşı şehidi olan dedemin de bulunduğu, ülkemizin tüm şehitlerini bir kez daha saygı, minnet ve rahmetle anıyorum, ruhları şad olsun.
Paylaş