BM ve ABD-Çin çatışması

Geçen hafta başında Türkiye’nin dikkatleri Birleşmiş Milletler olağan Genel Kurul toplantısının yapıldığı New York’taydı. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Genel Kurul toplantısında Türkiye adına konuşmak için New York’ta olması Türk dış politikasının nabzının buradan atmasına neden oldu.

Haberin Devamı

Cumhurbaşkanı Erdoğan Genel Kurul’un yıllık olağan toplantısının açılışının ilk gününde yaptığı konuşmada, beklenildiği gibi, Birleşmiş Milletlerin Dünya sorunlarının çözümünde başarısız olması üzerinde ağırlıkla durdu. BM reformu isteğini tekrar gündeme getirerek, Güvenlik Konseyi’nin Dünya sorunlarını çözmedeki başarısızlığının Suriye ve Yemen gibi ülkelerde yaşanan insani krizlerinin nedeni olduğunu vurguladı.

Türkiye’nin BM Güvenlik Konseyi’nin mevcut yapısının Dünya’daki siyasi ve ekonomik dengeyi artık yansıtmadığını, Konsey’in sınırlı (15 üyeli) yapısının yetersiz kaldığını ve genişletilmesi gerektiğini, Konsey’de 5 daimi üyeye (ABD, Rusya, Çin, İngiltere ve Fransa) verilen veto hakkının ise BM’in uluslararası sorunları çözmede başarısız kalmasının temel sebebi olduğunu savunduğu biliniyor. Bu görüş Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın sıklıkla dile getirdiği “Dünya 5’ten büyüktür” ifadesinde zaten açık bir şekilde ortaya konuluyor.

Haberin Devamı

Cumhurbaşkanı Erdoğan, Genel Kurul konuşmasında Ankara’nın başta Suriye olmak üzere önemli uluslararası sorunları nasıl gördüğünü de ifade etti. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın konuşmasında BM sistemi içinde bir “Gençlik Örgütü” kurulmasını ve bu örgütün merkezinin de İstanbul’da yapılanmasını önermesi de dikkat çekiciydi. Türkiye’nin New York’ta ortaya koyduğu bu önerinin gerçekleşmesi için önümüzdeki dönemde iyi takip edilmesi ve bu yönde gerekli kararların BM organlarından çıkarılmasının sağlanması gerekiyor.

Cumhurbaşkanı Erdoğan New York’ta bulunduğu sırada BM Genel Kurul toplantısı marjında diğer ülke devlet ve hükümet başkanlarıyla ikili görüşmeler de gerçekleştirdi. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın görüştüğü ülke liderleri arasında Fransa Cumhurbaşkanı Macron, İran Cumhurbaşkanı Ruhani, İngiltere Başbakanı May, Belçika Başbakanı Michel, Japonya Başbakanı Abe, Yunanistan Başbakanı Çipras da bulunuyordu.

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın aynı gün New York’ta bulunan ABD Başkanı Trump’la görüşüp görüşmeyeceği basın-yayın organlarının yoğunlukla üzerinde durduğu bir husustu. İki tarafın da böyle bir görüşme için randevu istemeyeceklerini açıklamalarına rağmen, basın-yayın organlarının bu görüşmenin (bir şekilde) yapılıp yapılmayacağı konusundaki ilgisi devam etti. Beklendiği gibi Cumhurbaşkanı Erdoğan ve Başkan Trump BM Genel Kurul Salonu dışında karşılaştılar ve el sıkışarak (ayaküstü) kısaca sohbet ettiler. İki Devlet Başkanı arasında aynı gece BM Genel Sekreteri’nin verdiği akşam yemeğinde ise (basın-yayın organlarının beklentilerini aksine)  bir karşılaşma ve konuşma olmadı.

Haberin Devamı

BM Genel Kurul olağan toplantısının açılış haftasında beklendiği üzere Dünya kamuoyunun dikkatleri (zaman zaman beklenmeyen diplomatik olmayan davranışlar yapan) Başkan Trump üzerinde toplandı. Trump’ın Genel Kurul toplantısına geç gelmesi ve konuşma sırasını kaçırması basın-yayın organlarının dikkatinden kaçmadı. Başkan Trump’ın Genel Kurul’da ABD adına yaptığı konuşmada kendisini ve yönetimini övmesi de dikkat çekti ve Trump’ın kendi hükümetinin ABD’nin gördüğü “en başarılı” yönetim olduğunu söylemesi Genel Kurul salonunda reaksiyona ve gülüşmelere neden oldu.

Başkan Trump’ın Genel Kurul’da yaptığı konuşma yeni bir unsur içermiyordu. Trump konuşmasında (beklendiği şekilde) İran’a önemli bir yer ayırdı, İran rejimini eleştirdi ve ABD’yi İran Nükleer Anlaşmasından çekme kararını savundu, ABD’nin Orta Doğu politikasının Filistinlilerin de “lehine” olduğu görüşünü ortaya koydu, (Orta Doğu danışmanı ve damadı) Jared Kushner’in İsrail-Filistin sorununu çözecek bir plan üzerinde çalıştığını ifade etti, (daha önce küçük roket adam olarak isimlendirdiği) Kuzey Kore lideri Kim Jong-un’ü övdü ve ikinci bir ABD-Kuzey Kore zirvesinin olabileceğini bildirdi.

Haberin Devamı

Başkan Trump, esas dikkati çeken ve sonuçları önümüzdeki dönemde görülebilecek, konuşmasını ise BM Güvenlik Konseyi’nde yaptı. Başkan Trump ABD’nin dönem başkanı olması nedeniyle, Güvenlik Konseyi toplantısını yönetti ve burada konuştu. Başkan Trump bu konuşmasında da İran’a yönelttiği eleştirileri sürdürmekle beraber, esas “sürprizini” Çin’i Kasım ayında yapılacak ABD ara seçimlerine müdahale etmekle suçlayarak gerçekleştirdi.

Başkan Trump konuşmasında Çin’in Kasım ayında yapılacak ara seçimleri Cumhuriyetçi Partinin kaybetmesine çalıştığını ifade etti ve Pekin’in, Yönetiminin dış ticarette aldığı “kararlar” nedeniyle, kendisi ve Cumhuriyetçi Parti aleyhine döndüğünü anlattı. Trump’ın konuşması ve yönelttiği suçlamalar toplantıda ülkesini temsilen bulunan Çin Dışişleri Bakanı Wang Yi tarafından tepkiyle karşılandı ve Wang Yi, Çin’in diğer ülkelerin “içişlerine karışmama” prensibine bağlı olduğunu, diğer ülkeleri de bu prensibe uymaya davet ettiğini ifade etti.

Haberin Devamı

Başkan Trump’ın Çin’i ABD’nin iç işlerine ve Kasım ayında yapılacak (ABD için çok önemli) ara seçimlere müdahale etmekle suçlayan bu konuşması ve Trump ile Çin Dışişleri Bakanı Wang Yi arasında meydana gelen “tartışma”, Trump Yönetimi iktidara geldiğinden beri, Vaşington ile Pekin arasında yaşanan ve giderek büyüme eğilimi gösteren çatışmayı çok açık bir şekilde ortaya koymaktadır.

Trump’ın daha seçim kampanyası sırasında “tek Çin” politikasını sorgulayan ve Milliyetçi Çin (Taiwan) ile ilişkilerin seviyesinin yükseltebileceği yönündeki ifadeleri Pekin’de tedirginlik yaratmış, Vaşington-Pekin ilişkilerinin zor bir döneme girmekte olduğunun ilk işaretlerini vermişti. Her ne kadar “tek Çin” politikası konusunda bir değişikliğe gitmese de, Başkan Trump’ın Çin’i ABD’nin temel “rakibi” hatta “hasmı” olarak gördüğü açıktır. Nitekim Trump iktidara geldikten sonra Vaşington-Pekin hattında gerilim hızla artmaya başlamıştır.

Haberin Devamı

Bugün Trump Yönetiminin aldığı kararlar ve Çin’in misillemeleriyle, ABD ve Çin arasında bir “ticaret savaşının” başladığı izlenmektedir. ABD, Çin’den yaptığı 250 milyar dolarlık ticarete (6 binin üzerinde Çin malına karşı) ek ithalat vergileri koymuştur. Çin ise misillemede bulunarak, ABD’den yaptığı 60 milyar dolarlık ithalatı etkileyecek şekilde yeni ek vergiler getirmiştir. Çin’in ek vergilerinin daha çok ABD tarım ve gıda maddelerini hedef aldığına ve Trump’ın seçmen tabanının önemli bir bölümünü oluşturan çiftçi kesimini etkileyeceğine işaret edilmektedir.

Vaşington ile Pekin arasındaki çekişmenin sadece ekonomi ve ticaret alanında kalmadığı, askeri ve siyasi alanlara da yayılmakta olduğunu gösteren işaretler çoğalmaktadır. Trump Yönetimi, Güney Çin Denizi anlaşmazlıklarında Çin tezleri karşıtı tutumunu daha açık olarak göstermektedir. Kısa bir süre önce Çin ABD savaş gemilerinin Hong Kong’a yapacağı “liman ziyaretini” engellemiş, iki ülke deniz kuvvetleri arasında üst düzeyde yapılması planlanan ABD-Çin askeri görüşmeleri iptal edilmiştir. Vaşington’un Çin’in Afrika’da artan faaliyetlerinden ve Afrika kıtasında Çin’in en etkili ülke durumuna gelmesinden de “memnun olmadığına” değinilmektedir.

ABD ile Çin arasındaki giderek büyüyen ticaret savaşının Dünya ekonomisine olan olumsuz etkilerinden korkulduğu gibi, Vaşington’un Çin’i rahatsız etmek ve Çin’deki insan hakları sorunlarını daha da büyütmek (ve kendi amaçları yönünde kullanmak)  için Uygur ve Tibet sorunlarının üzerine gitmesinden çekinilmekte, daha da kötüleşecek Vaşington-Pekin ilişkilerinin, Kore Yarımadasındaki sorunlar dahil iki ülke arasındaki siyasi diyalog ve işbirliğini de olumsuz şekilde etkilemesinden endişe edilmektedir.

Çin’in Başkan Trump karşısındaki tutumu ilk önce Trump’ın egosunu “pohpohlamak”, Trump’ı “övmek” olarak şekillenmiş, Trump Yönetiminin Çin aleyhindeki tutumu fiilen sertleşmeye başlayınca Pekin daha çok “sessiz kalmayı” ve “aşırı tepki” göstermemeyi seçmiştir. Aynen Avrupa başkentlerinde olduğu gibi Pekin’de de liderliğin Başkan Trump döneminin “kazasız belasız” nasıl atlatılabileceğinin, Başkan Trump ile nasıl başa çıkılacağının, Trump’ın nasıl “idare edileceğinin” hesaplarının yapıldığı anlaşılmaktadır. Ancak, Avrupa’la ilişkilerin bozulmaması konusunda Vaşington’da Trump karşısında (Kongre ve basın basta olmak üzere) ciddi bir direniş varken, Çin’le ilişkiler konusunda Trump’ın benzer engellerle karşılaşmaması, Pekin için daha büyük bir sorunu ortaya çıkartmaktadır.

BM Genel Kurulu olağan toplantısının ilk haftası marjında New York’ta Orta Doğu’yu ilgilendiren gelişmeler de meydan gelmiştir. ABD’nin verdiği yardımı kesmesinden sonra Filistin Mültecilerine Yardım Ajansı’nın (UNWRA) faaliyetlerinin etkilenmemesi için gerekli paranın bulunması için, Türkiye’nin de katkısıyla, yapılan toplantıda 118 milyon dolar ek kaynak bulunmuştur. UNWRA’nın bu seneki faaliyetlerinin aksama olmadan planlandığı şekilde yürütülebilmesi için 69 milyon dolara daha ihtiyaç olacağı anlaşılmaktadır.

Orta Doğu ülkelerinde yaşayan Filistinli mültecilere yardım götüren, tüm eğitim ve sağlık hizmetlerini karşılanan UNWRA’nin 1,2 milyon dolarlık yıllık bütçesinin %30 kadarını bugüne kadarını ABD sağlamıştır. Trump Yönetiminin Jared Kushner tarafından (büyük ihtimalle Başbakan Netanyahu’nun istekleri doğrultusunda) hazırlanan ve kısa bir süre sonra açıklanacağı anlaşılan çözüm planını Filistinlilere kabul ettirmek amacıyla aldığı kararların bir parçası olduğu izlenimini veren kararıyla, Trump Yönetimi ABD’nin UNWRA’ya yaptığı bu katkıyı geçen ay kesmiştir. New York toplantıyla Trump Yönetiminin yarattığı bu boşluğun önemli bir bölümü doldurulmuş (ve Orta Doğu’da yeni bir insani kriz önlenmiş) olmaktadır. Önemli sayıda Filistinli mülteciye ev sahipliği yapan Ürdün’ün Dışişleri Bakanı bu gelişme için (AB yanında) İsveç, Almanya, Japonya ve Türkiye’ye ismen teşekkür etmiştir.

Gelen Kurul marjında New York’ta gerçekleşen diğer bir gelişme de uzun bir aradan sonra Körfez İşbirliği Konseyi (KİK) ülkelerin aynı toplantıda (Mısır ve Ürdün’ün katılımıyla) bir araya gelmeleri ve Katar ile Suudi Arabistan Dışişleri Bakanlarının aynı masada oturmalarıdır. Toplantının Vaşington’un girişimiyle yapılması ve toplantıya ABD Dışişleri Bakanı Pompeo’nun da katılması olayın daha da dikkat çekici olmasını sağlamıştır. Pompeo’nun toplantıda “Orta Doğu Stratejik İttifakı” gibi bir öneriyi ortaya attığı basında bildirilmektedir. KİK içindeki ilişkilerin tamamen bozulduğu bir ortamda ABD’nin Orta Doğu Arap ülkelerini aynı politikalar çevresinde “birleştirmeyi” hedefleyen bu önerisinin arkasında ne bulunduğu önümüzdeki günlerde konuşulacaktır. Konunun bütün bölge ülkeleri başkentlerinde ve özellikle Tahran’da dikkatle dikkatle izlendiğine şüphe yoktur.   

 

Yazarın Tüm Yazıları