Paylaş
AB Parlamentosu 751 üyeden oluşuyor. Her 5 yılda bir yapılan seçimlerde AB üyesi ülkelerde var olan partiler seçimlere giriyor ve merkezi Fransa’nın Strazburg şehrinde olan Parlamento’da üye ülkeler nüfusları oranında temsil ediliyor. Bu üye ülke partileri siyasi yelpazenin içindeki yerlerine göre, AB Parlamentosu içinde siyasi bloklar oluşturuyorlar.
AB’nin yürütme organları (AB Komisyonu ve Konsey) Brüksel’de iken AB’nin yasama organı sayılan Parlamento’nun Strazburg şehrinde bulunması bazen dikkat ve eleştiri çekiyor. Ancak, Fransa AB Parlamentosu’nun Brüksel’e taşınmasına karşı çıkıyor ve önlüyor. Her ne kadar genelde aldığı kararlar her zaman bağlayıcı olmasa da AB Parlamentosu önemli ve kararları AB üyesi ülkelerin görüşlerini yansıtabiliyor.
Buna rağmen üye ülkelerde AB Parlamento seçimlerine ilgi “geleneksel” olarak çok fazla değil. 2014 seçimlerinde katılma oranının sadece % 42,5 olduğu hatırlanıyor. Ancak Avrupa’da aşırı sağın yükselişi ve aşırı sağ partilerin üye ülkelerde ortaya çıkarttığı siyasi kutuplaşmanın AB Parlamentosu seçimlerine de ilgiyi bir ölçüde arttırdığı, geçen hafta içinde tamamlanan seçimlere katılım oranının %50’nin üzerine çıktığı izleniyor.
2019 seçimleri AB Parlamentosu içinde de kutuplaşmanın arttığı işaretlerini veriyor. Bir yanda bazen ırkçı, yabancı düşmanı, islamofobik eğilimleri bile yansıtan aşırı sağın, diğer yandan çevreci ve sol eğilimleri savunan yeşillerin Parlamento içinde güçlenmesi önümüzdeki 5 sene içinde AB Parlamentosu içinde artacak bir siyasi mücadelenin habercisi gibi görünüyor.
AB Parlamento seçimlerinin ortaya koyduğu diğer bir işaret de Türkiye-AB ilişkilerindeki zor şartların devam edeceği yönünde. AB Parlamentosunun oluşmakta olan yeni yapısıyla Türkiye’ye ve Türkiye-AB ilişkilerine bakışında yumuşama olmayacağını düşünmek gerekiyor. Ankara’nın AB Parlamentosu seçimlerini her üye ülkede (Türkiye ve Avrupa için) doğuracağı sonuçlar itibariyle yakından izlediğine şüphe yok.
Bununla birlikte 2 ülkede yapılan AB Parlamento seçiminin doğurduğu ve doğuracağı sonuçlar itibariyle daha da ilgi çekici olduğunu, Ankara’nın yakın takibinde bulunduğunu düşünmek mümkün. Bu ülkelerden ilki, AB Parlamento seçimlerine girmesiyle bile dikkat çeken Birleşik Krallık. Birleşik Krallık’ta AB Parlamento seçimini ülkenin AB’den çekilmesini savunan Nigel Farange’in Brexit Partisi’nin kazanması gerçekten ilginç.
Bakıldığında esasen Birleşik Krallığın 31 Mart 2019 tarihi itibariyle AB’den çıkmış ve AB Parlamento seçimlerine de katılmamış olması gerekiyordu. Ancak Birleşik Krallık hala AB üyesi ve AB Parlamento seçimlerine de katılmak zorunda bile kaldı. Ülkede Brexit nedeniyle kafalar Başbakan Theresa May’ın 7 Haziran tarihi itibariyle Muhafazakar Parti liderliğinden ve Başbakanlıktan ayrılacağını açıklamasıyla daha da arttı. Başbakan May’ın ilk önce makam aracının arka koltuğunda çekilen gözleri yaşlı resimleri, daha sonra istifasını açıklarken kendisini tutamayarak ağlaması Dünya kamuoyunun ilgisini bir daha Brexit üzerine çekmiş durumda.
Birleşik Krallık’ta ülkenin AB’den çekilmesi (Brexit) kararının çıktığı referandum 23 Haziran 2016’da yapıldı. Zamanın Başbakanı David Cameron sonucun AB’de kalma yönünde olacağına inanarak referanduma gitti ve beklemediği bir sonuçla karşılaştı. Birleşik Krallık halkı (% 51,9 ayrılma, % 48,1 kalma oyuyla) Brexit’e karar verdi. Bu “beklenmeyen” sonuç Başbakan Cameron’a görevine mal oldu ve istifa etti.
David Cameron yerine Theresa May iktidardaki Muhafazakar Parti Başkanlığına seçildi ve Birleşik Krallığın ikinci kadın Başbakanı oldu. Theresa May de David Cameron gibi referandum sürecinde AB’den ayrılmayı değil Birleşik Krallığın AB’de kalmasını savunmuştu. Bununla birlikte Başkanlığına seçildiği Muhafazakar Parti’nin büyük çoğunluğu Brexit yönünde oy kullanmıştı.
Theresa May Başbakan olduktan sonra 2016 Haziran referandumu sonuçlarını kabul ettiğini ifade ederek, Birleşik Krallığın AB’den ayrılması sürecini başlatacağı ve Brexit’i sağlayacağı sözünü verdi. Nitekim Birleşik Krallık 2017 yılı Mart ayında Brüksel’e başvurarak Lizbon Anlaşması’nın 50. maddesini devreye soktu. Buna göre Birleşik Krallığın 31 Mart 2019 tarihinde AB’den ayrılması süreci başladı.
Birleşik Krallığın önünde AB’den ayrılma konusunda 2 seçenek bulunuyordu. Brexit, Birleşik Krallık ile AB arasında bir Anlaşma yaparak veya bir Anlaşma yapılmadan sağlanabilecekti. İlk seçeneğe Yumuşak (Anlaşmalı) Brexit, ikinci seçeneğe Sert (Anlaşmasız) Brexit adı veriliyordu. Başbakan Theresa May ilk seçeneği tercih ettiğini açıkladı ve Birleşik Krallıkla AB arasında “Brexit Müzakereleri” başladı.
İşte burada Theresa May büyük bir hata yaptı. AB’den ayrılma sürecini başlattıktan hemen sonra erken seçime gitti. 2019 Ekim ayında yapılması planlanan seçimleri erkene aldı. Başbakan May’ın amacı seçimden daha kuvvetli çıkmak ve AB ile müzakerelerde elini parti içi muhaliflerine karşı kuvvetlendirmekti. 2017 Nisan seçimlerinin sonucu Başbakan May’ın istediğini sağlayamadığı gibi, Muhafazakar Parti Parlamentodaki çoğunluğunu kaybetti.
2017 Nisan seçiminden Muhafazakar Parti en büyük parti olarak çıktı, ancak Parlamento’nun alt kanadındaki çoğunluğu 330’dan 317’ye düştü. Başbakan May bu kez küçük bir Kuzey İrlanda partisinin (Demokratik Birlik Partisi) dışardan desteklediği azınlık hükümeti kurmak zorunda kaldı. Bu gelişme Theresa May için sonun başlangıcını oluşturdu. Muhafazakar Parti içinde Başbakan May’e muhalefet arttı, kendi partisi içinde sert (Anlaşmasız) Brexit’i savunanların May’ın başarısızlığı yönünde açıkça çalıştıkları ortaya çıktı.
Theresa May uzun süren müzakerelerden sonra AB ile “Yumuşak Brexit’i” sağlayacak bir Anlaşmayı ortaya çıkarttı. Ancak bu Anlaşmayı bırakın Parlamento’dan geçirtmekte, kendi Hükümeti içindeki Bakanlara kabul ettirmekte bile başarısız oldu. Çok sayıda Bakan tek tek May Hükümetinden istifa etti. Theresa May’ın AB Brexit Anlaşması ise Parlamento’da 3 kez reddedildi. Birleşik Krallık tarihinde görülmemiş bu başarısızlığa rağmen Theresa May Anlaşmayı 4. kez oylama için Parlamento’ya getirmek istedi, ancak kendi Partisi içindeki muhalefetin harekete geçmesi sonucu istifa etmek zorunda kaldı.
Lizbon Anlaşmasının 50. maddesine göre Birleşik Krallığın AB’den ayrılması bu yılın Mart ayı sonunda gerçekleşmeliydi. Ancak Başbakan May AB’den uzatma istedi. AB’nin sağladığı ilk uzatma Birleşik Krallığa 12 Nisana kadar bir zaman tanıdı. Theresa May bu tarihe kadar Brexit Anlaşmasını Parlamento’dan geçiremediği için, Brüksel 31 Ekim 2019 tarihine kadar ikinci bir uzatma sağladı. Başbakan May Brexit Anlaşmasını 4. kez Parlamento’ya getirmek niyetindeydi, ancak Partisinin Başkanlığından ve Başbakanlıktan ayrılmaya zorlandı.
AB’nin Başbakan May’e tanıdığı 2. uzatmanın şartı Birleşik Krallığın geçen hafta içinde yapılan AB Parlamentosu seçimlerine katılması olmuştur. Başbakan May ikinci uzatmayı sağlayabilmek için ülkesinin AB Parlamento seçimine katılmasını kabul etmek zorunda kalmıştır. Şimdi bu seçimde 2016 referandumunda AB’den çıkmayı savunan Nigel Farage’in Brexit Partisinin (Muhafazakar ve İşçi Partilerini geride bırakarak) birinci parti olarak çıkması çok ilginç bir gelişme ve Birleşik Krallık halkının iktidar partisini (Brexit karmaşası için) cezalandırması olarak nitelendirilmektedir. Brexit’e açıkça karşı çıkan küçük partilerin gösterdiği başarı da Birleşik Krallık halkı içinde AB konusundaki bölünmüşlüğü ortaya koymaktadır.
Birleşik Krallık’ta iktidarda olan Muhafazakar Partinin yeni Başkanını Haziran ayı sonuna kadar seçmesi, yeni Hükümeti bu kişinin kurması gerekecektir. Muhafazakar Parti’de Başkanlık için Türk kamuoyunun yakından tanıdığı Boris Johnson dahil bir çok adayın ismi ön plana çıkmaktadır. Mevcut şartlar, özellikle AB Parlamento seçimi ışığında, yeni Başbakanın (AB yeni bir Anlaşmaya yanaşmazsa) sert Brexit’e daha yakın olabileceği beklentisini arttırmıştır. Bununla birlikte Theresa May’ın istifasının Brexit karmaşasını daha da arttırdığı, kafaları daha da karıştırdığı açıktır.
AB Parlamento seçimlerinden en çok etkilenen ülke Yunanistan olarak ortaya çıkmaktadır. Yunanistan’da geçen hafta sonu AB Parlamento seçimi yanında yerel seçimler de gerçekleştirilmiştir. İki seçimde de iktidardaki SYRIZA Partisi ciddi bir yenilgi almış, Başbakan Çipras Yunanistan’ın erken seçime gideceğini açıklamak zorunda kalmıştır.
SYRIZA Partisinin oy kaybında Çipras Hükümetinin son dört sene boyunca izlediği “kemer sıkma” politikaları ile komşu Makedonya’yla “isim sorununu” halletmek için verdiği “tavizlerin” rol oynadığına işaret edilmektedir. Çipras, Almanya ve Fransa’dan gördüğü baskılar sonucu “Kuzey Makedonya” formülünü kabul etmek zorunda kalmış, bu durum Yunanistan’da bir siyasi krize dönüşmüş, ancak Çipras bağımsız adaylardan aldığı oylarla iktidarda kalabilmiştir.
AB Parlamento seçiminde muhalefetteki Yeni Demokrasi Partisi oyların % 33,3’ünü almış ve birinci parti olarak çıkmıştır. İktidardaki SYRIZA Partisinin oy oranı ise %23,7’de kalmış ve ancak ikinci sıraya yerleşebilmiştir. Başbakan Çipras’ın SYRIZA Partisi ortanın solu, ülkedeki mevcut düzene ve düzeni oluşturan sosyal, politik alt yapı, değer ve prensiplere karşı bir parti olarak kurulmuş, ancak iktidara geldiği 2015 yılından sonra AB’nin baskısı altında Yunan halkını “bezdiren” ekonomik kemer sıkma politikalarını uygulamak zorunda kalmıştır.
Çipras’ı esas zor durumda bırakan husus (AB Parlamento seçimi kadar) yine geçen hafta sonu yapılan yerel seçimlerde SYRIZA’nın uğradığı oy kaybı olmuştur. Atina ve Selanik Belediye Başkanlıklarını Yeni Demokrasi Partisinin kazanacağı anlaşılmaktadır. Geçen hafta sonu yapılan yerel seçimlerin ilk turunda başkent Atina’da Yeni Demokrasi Partisinin Belediye Başkan adayının oy oranı % 43’ü bulurken, SYRIZA Partisinin adayının aldığı oy oranı % 16’da kalmıştır. Yerel seçimlerin ikinci turu 2 Haziran tarihinde gerçekleştirilecektir.
Başbakan Çipras’ın açıklanan erken seçim kararından önce Yunanistan’da genel seçimlerin 2019 Ekim ayında yapılması planlanmakta idi. Şimdi seçimlerin planlanandan 4 ay önce Haziran ayının sonunda yapılacağı anlaşılmaktadır. Yunanistan’da iktidarın ve hükümetin değişmesi ihtimali Ankara tarafından muhakkak ki çok yakından izlenmektedir. Yunanistan’da “ekonomik krizin” patlak vermeye başladığı 2009 yılında iktidarda Yeni Demokrasi Partisi’nin bulunması, şimdi bu Partinin yeniden iktidara hazırlanması cidden “ironik” bir siyasi gelişme olarak ortaya çıkmaktadır.
Yunanistan’ın yine erken bir seçime gitmek zorunda kaldığı 2009 yılı Eylül ayında Atina’da Büyükelçi olarak görev görmekteydim. Yunan halkı o seçimde ülkenin içine girmekte olduğu, belirtileri ortaya çıkan ekonomik krizden (kriz 2010 yılında patlak vermiştir) Yeni Demokrasi Partisini sorumlu tuttu, seçimde Yeni Demokrasi’nin oyları büyük oranda düşerek %33,5 civarında kaldı, muhalefetteki sosyalist PASOK partisi % 43,9 oy oranı ile iktidara geldi.
2009 Genel Seçimlerinden bu yana Yunanistan’ın içine düştüğü ekonomik krizin ve bunun ülkede sebep olduğu siyasi, ekonomik ve sosyal çalkantının büyüklüğü ortadadır. Şimdi Yeni Demokrasi Partisinin komşumuz Yunanistan’da tekrar iktidarın eşiğinde olması dikkatlerin 30 Haziran’da yapılması planlandığı anlaşılan seçim üzerinde olmasını sağlayacaktır. Ankara açısından Yunanistan’da iktidarda hangi partinin bulunduğu, Başbakanın kim olduğu büyük bir önem taşımaktadır.
Yeni Demokrasi Partisi içinde halen önemli görevlerde eski Başbakan Konstantinos Mitsotakis’in aile üyeleri ön plana çıkmaktadır. Yeni Demokrasi Partisi’nin Başkanı Kyrios Mitsotakis, Mitsotakis’in oğludur. Parti’nin Atina Belediye Başkan adayı ise Mitsotakis’in kızı (Türkiye’nin yakından tanıdığı) eski Dışişleri Bakanlarından Dora Bakoyannis’in oğlu (Mitsotakis’in torunu) Kostas Bakoyannis’dir. Bu durum kaçınılmaz olarak akıllara Yunanistan’da yeni bir Mitsotakis döneminin mi başlamakta olduğu sorusunu getirmektedir.
Paylaş