Paylaş
Birkaç istisna dışında bu ülkelerdeki sokak gösterilerinin sebepleri benzerlik gösteriyor, halkın bozulan ekonomiye, yeni vergilere, gelir dağılımı adaletsizliğine, yolsuzluk ve işlemeyen siyasi sisteme tepkilerini yansıtıyor. Şili gibi bugüne kadar ekonomik alanda “başarılı” gösterilen ülkelerde sokak gösterilerinin bu ölçülerde büyümesi, gösterilerde hayatlarını kaybedenlerin sayısının artması konuyu yakından izleyenlerde “şaşkınlık” yaratıyor.
Hong Kong’da devam eden sokak gösterileri ise farklı sebeplerden kaynaklanıyor. Çin bir süreden beri kendisine ait özel bir bölge statüsündeki Hong Kong üzerindeki kontrolünü arttırmak istiyor; Hong Kong’un yönetimine karışıyor. Bu durum şimdiki Hong Kong yöneticisi Carrie Lam’ın 2017 yılı Mart ayında göreve seçilmesinden bu yana artmış gibi gözüküyor. Hong Kong’da göstericiler bu duruma karşı çıkıyorlar, Hong Kong’da demokrasinin, çoğulculuğun devamı için çalıştıklarını savunuyorlar.
İspanya’nın Katalonya bölgesindeki gösterilerin sebebi ise bağımsız bir devlet kurma arzusu. 1 Ekim 2017 tarihinde düzenlenen bağımsızlık referandumundan bu yana Katalonya’da sular durulmuyor; İspanya-Katalonya ilişkileri kötüleşmeye devam ediyor. Son gösterilerin sebebi de İspanya’da Katalon bazı politikacılara verilen ağır hapis cezaları.
Geçen haftalarda yoğun gösterilere sahne olan Birleşik Krallık’ta ise durum yatışmış gibi. Birleşik Krallık 12 Aralık’ta seçime gidiyor. Bu seçim Brexit durumuna da açıklık getirecek. Brexit’in “nasıl” gerçekleşeceği, hatta gerçekleşip gerçekleşmeyeceği bile 12 Aralık seçiminden sonra açıklık kazanacak gibi görünüyor.
Yapılan referanduma ve aradan geçen 3 sene kadar bir süreye rağmen Birleşik Krallık Brexit’i gerçekleştiremeyerek Dünya’da büyük bir şaşkınlığa sebep olmuş durumda. Brexit’in şimdiye kadar gerçekleşmemesinin sebebi Parlamentonun bu konuda çok bölünmüş olması. Birleşik Krallık sadece Brexit konusunda değil, Brexit’in nasıl gerçekleştirileceği konusunda da anlaşamıyor.
Şimdi 12 Aralık seçiminden sonra ortaya çıkacak Parlamentonun Brexit konusunda son sözü söyleyeceği ve nihayet Birleşik Krallığın Brexit düğümünü
çözeceği ümit ediliyor. Tabii Theresa May’ın 2017 yılı Haziran ayında aynı düşünce ile seçime gittiğini, ancak ortaya çıkan durumun Brexit çıkmazını daha da katılaştırdığını hatırlayanlar durumdan o kadar da ümitvar değiller.
Dünya’da yayılan gösterilere baktığımızda, bütün bu sorunlu ülkeler arasında Türkiye’den en fazla ilgi çeken ikisinin Lübnan ve Irak olduğuna şüphe yok. Bu iki ülkede meydana gelen gelişmelerin sonuçta Türkiye’ye yansımalarının ve etkilerinin olacağı düşünülüyor. Lübnan’ın geçmişte yaşadığı iç savaş sırasında terör örgütlerinin bir merkezi durumuna geldiği ve Lübnan’dan kaynaklanan istikrarsızlığın bölgemizi olumsuz bir şekilde etkilediği hala hatırlarda.
Irak ise 378 km kara sınırını paylaştığımız bir komşumuz. PKK terör örgütüne karşı Irak içinde yürüttüğümüz mücadele sınır ve ülke güvenliğimiz için hayati bir önem taşıyor. Türkiye, Irak’la yoğun bir ekonomik işbirliği de yürütüyor. Türkiye-Irak ticaret hacmi 2018 yılında 10 milyar dolar civarında gerçekleşmiş.
Türkiye, Irak’a 2018 yılında 8.35 milyar dolarlık mal satmış, bu ülkeden 1.42 milyar dolarlık mal satın almış. Türkiye’nin hem Lübnan hem de Irak’la ekonomik ilişkileri sadece ticaret alanında değil. Türkiye ile bu iki ülke arasında yoğun bir ulaşım ağı var. Irak’tan Türkiye’ye 2018 yılında gelen turist sayısı 1,2 milyona yaklaşmış.
Lübnan’da halk gösterilerinin bu ülkenin zaten kırılgan olan siyasi yapısını daha da bozmasından, ülkeyi yine bir iç savaş eşiğine taşımasından endişe ediliyor. Ülkede kronik hale gelen kötü yönetim ve yolsuzlukların çözümünü sokaklarda aramak zorunda bırakılan Lübnan halkı çaresiz görünüyor; Lübnan siyasi yapısı ülke sorunlarının çözümüne hizmet etmiyor.
Lübnan’ın sorunlarının temelinde, Fransızlar tarafından ülkedeki din ve mezhep ayrımları üzerine kurulan siyasi yapı olduğuna inananların sayısı oldukça çok. Lübnan’da Cumhurbaşkanı Hıristiyan, Başbakan Sünni Müslüman ve Meclis Başkanı Şii Müslüman kesimden geliyor. Meclis’teki partiler de Lübnan toplumunun dini ve mezhepsel temelde bölünmüşlüğünü yansıtıyor.
Din ve mezhep temelinde oluşan bu siyasi yapı Lübnan’da Meclis aritmetiğinden (koltukların dağılımından) Bakanlıkların dağılımına kadar tüm siyasi hayata uygulanmış durumda. Lübnan’ın Fransa’dan bağımsızlığını kazandığı sırada oluşturulan bu siyasi yapı, Lübnan iç savaşını bitiren 1989 Taif Anlaşması ile de onaylanmış ve “güncelleştirilmiş”.
Şimdiki Cumhurbaşkanı Michel Aoun, her ne kadar Hıristiyan kesimden gelse de, Şii Hizbullah’la ittifak halinde. Micheal Aoun’un, uzun süren bir boşluktan sonra,
Cumhurbaşkanlığına seçiminde Hizbullah’ın desteği rol oynamış. Başbakan Saad Hariri’nin ise bir yandan Suudi Arabistan’a diğer yandan Fransa’ya yakın olduğu biliniyor. Meclis Başkanı Şii Emel Hareketi lideri Nebih Berri ise çok uzun zamandan bu yana Lübnan siyasetinde yer alıyor.
Lübnan Meclisi’nde en büyük bloku ise Şii Hizbullah oluşturuyor. Hizbullah’ın desteği olmadan Lübnan’da ne Cumhurbaşkanını ne Meclis Başkanını seçmek çok zor görünüyor. Aynı durum Hükümeti oluşturma için de geçerli. Hizbullah desteği olmadan Hükümet kurulması imkanı yok gibi. İstifa eden şimdiki Hükümette de Hizbullah yer alıyor ve 3 Bakanlık Hizbullah’a verilmiş.
Lübnan’da işleri daha da karıştıran husus ülke siyasi hayatında büyük bir rol oynayan Hizbullah’ın aralarında Suudi Arabistan, İsrail ve ABD’nin de bulunduğu dış güçler tarafından “terörist” örgüt olarak kabul edilmesi. Bunun nedeni de Hizbullah’ın İran’la olan “yakın” bağları. Hizbullah’ın Suriye Savaşı’nda da Şam rejimini ayakta tutabilmek için önemli bir rol oynadığı biliniyor. Şam rejimi, Rusya’nın doğrudan müdahalesinden önce, düşmemesini Hizbullah’a borçlu gözüküyor.
Lübnan’da göstericiler ilk istekleri olan Saad Hariri ve hükümetinin istifasını sağladılar. Ama Lübnan’ın işi bundan sonra daha zor görülüyor. Göstericiler Lübnan’da mevcut siyasi yapı ile doğrudan ilişkisi olmayan bir teknokratlar hükümeti kurulmasını, yeni Başbakanın da mevcut siyasi yapı içinden gelmemesini istiyorlar.
Halbuki Cumhurbaşkanı Auon ve Lübnan siyasi hayatında etkin rol oynayan Hizbullah, siyasi hayattaki etkin rollerini kaybetmek istemiyor ve tamamen teknokratlardan kurulu bir hükümete sıcak bakmıyorlar. Auon ve Hizbullah’ın istediği karma (teknokratlardan ve siyasilerden) kurulacak bir hükümet ise göstericileri tatmin etmiyor.
Lübnan’da en fazla endişe edilen husus sokak protestolarına devam eden göstericilerle Hizbullah destekçileri arasında bir çatışma tehlikesi. Böyle bir çatışmanın yayılarak Lübnan’ı daha da istikrarsızlığa sürükleyeceğinden, zaten çok kötü olduğu belirtilen ekonominin daha da çıkmaza sürüklenebileceğinden, Lübnan’ın tekrar 1989 Taif Anlaşmasından önceki durumuna sürüklenebileceğinden korkuluyor.
Daha yeni bir iç savaştan çıkmakta olan Irak’ta da benzer bir durum var. 2018’de yapılan seçimlerin ve yeni Başbakan Adil Abdulmehdi’nin kurduğu hükümetin Irak’a istikrar getirmediği görülüyor. Irak’ta sokak gösterilerinde hayatlarını
kaybedenlerin sayısı hızla büyüyor, ülkede istikrarı tekrar sağlama yönündeki ümitler hızla kayboluyor.
Bakıldığında Irak bağımsızlığını kazandığı 1932 yılından bu yana iyi idare edilmiyor, ülkenin büyük yeraltı zenginlikleri iç ve dış maceralarla, yolsuzluk ve suiistimaller ile heba ediliyor. Saddam Hüseyin rejiminin Irak’ı bir dış maceradan diğerine sürüklediği, İran ile yaşanan 1980-1988 savaşının Irak için bir felakete anlamına geldiği, buna rağmen Saddam Hüseyin’in bu savaş biter bitmez bu kez 1990 yılında Kuveyt’i işgal ettiği hatırlanıyor.
1991 ve 2003 yılında Saddam Hüseyin’in yanlış politikaları sonucu Irak’ın yaşamak zorunda kaldığı 2 Körfez Savaşının bu ülkeyi bir felaketin kenarına ittiği gayet iyi bilinmektedir. Bununla beraber ABD’nin 2003 yılında Irak’ı tekrar işgal etmesi ve Saddam Hüseyin rejimini devirmesi de Irak’ı sonuçları bugüne kadar gelen bir iç savaşın içine sürüklemiştir. Irak’ta çok uzun zamandan bu yana taşlar yerine oturmamakta, ülkede istikrar ve refah sağlanamamaktadır.
ABD’nin 2003 yılında Irak’ı işgalinden sonra yapmaya devam ettiği hataların Irak’ın bugünkü sorunlarının temelinde bulunduğuna inananların sayısı oldukça fazladır. ABD tarafından getirilen 2005 Anayasası bu hataların başında gelmektedir. Lübnan’daki din ve mezhep esası üzerindeki siyasi yapının Irak’a uygulanması bu ülkeye de istikrar değil, istikrarsızlık ve çatışma getirmiştir.
Bugün Irak’ta Cumhurbaşkanı Kürt, siyasi gücü elinde bulunduran Başbakan Arap Şii Müslüman ve Meclis Başkanı Arap Sünni Müslüman kesimden gelmektedir. Irak’ta siyasi partiler, Meclis ve hükümet içinde bakanlıkların bölünmesi bu siyasi yapı üzerinden şekillenmekte; Irak toplumu içindeki etnik ve dini bölünme bu şekilde sürekli hale getirilmiş olmaktadır.
Irak’ta Sünni Arap toplumunun büyük bir bölümü 2003 ABD işgalinden bu yana zaten dışlanmış ve aşırı uçlara itilmiş görünmektedir. 2003 yılından bu yana Irak’ta süren savaş ülkenin Sünni Arapların yaşadığı Batı bölgesinde büyük bir yıkıma neden olmuştur. Ülkenin ikinci büyük kenti Musul harabe haline gelmiş durumdadır.
Son gösterilerin Şii Arap bölgelerinde ve Bağdat’ın Şii kısımlarında patlak vermesi son derece ilginçtir ve Irak Şii toplumunun da ülkedeki gelişmelerden, çarpık yönetimden, yolsuzluk ve suiistimallerden bıktığını ve değişim, sorunlarına çözüm istediğini ortaya koymaktadır. Zaten Irak Şii toplumu içinde de Irak’ın sorunlarına, yönetimine, ABD ve İran’la ilişkilere bakışta önemli farklılıklar bulunmaktadır.
Irak’ta da göstericiler Başbakanın istifa etmesini talep etmekte; mevcut siyasi yapının ülke sorunlarına çözümler getiremediğini, siyasetten gelmeyen bir Başbakan ve teknokratlar hükümeti istediklerini ortaya koymaktadır. Bu esasında Meclisteki en büyük Şii blokun lideri Mukteda el Sadr’ın uzun zamandan beri konuştuğu bir çözümdür.
Irak’taki siyasi durum da, Lübnan gibi, dış güçlerce etkilenmektedir. ABD ve İran’ın Irak siyaseti ve Irak siyasetçileri üzerinde yoğun bir nüfuzu, Irak’ta askeri güçleri ve üsleri bulundurmaktadır. ABD’nin Irak’taki askeri varlığı daha “resmi” olup, İran bu ülkede Şii Haşdi Şabi milis güçleri yoluyla çok sayıda “eğitmen” bulundurmakta, İran Devrim Muhafızları Haşdi Şabi içinde yer almaktadır.
ABD’nin, Irak’ta halen 5 binin üzerinde askeri; biri (Kuzey Irak’ta) Erbil’de biri (Bağdat yakınındaki) Ain Assad’ta 2 büyük hava üssü bulunmaktadır. ABD, Suriye’deki küçük sayıdaki askeri varlığını da Irak üzerinden yönetmekte; ABD’nin PYD/YPG’ye askeri desteği de yine Irak üzerinden sağlanmaktadır. ABD Suriye’deki askeri varlığını ve terör örgütü PYD/PYG ile “ortaklığını” da Irak da (bölgede) DEAŞ ile mücadele ve Irak’taki (bölgedeki) İran etkisinin ve kontrolünün dengelenmesi “gerekçeleri” ile açıklamaya çalışmaktadır.
Irak petrol zengini bir ülkedir. Bugün Irak petrol üretiminde Dünya’da 4. sırada yer almaktadır. Irak petrol rezervleri bakımından da Dünya’da 5. sıradadır. Irak’ın günümüzde halkının temel ihtiyaçlarını bile karşılayamayacak bir duruma düşmesi/düşürülmesi gerçekten çarpıcı ve acı bir durumu ortaya çıkartmaktadır.
Irak’ta son gösterilerde hayatını kaybedenlerin sayısı 300’lere ulaşmıştır. Göstericilerle gösterileri bastırmak isteyen güçler arasındaki çarpışmalarda yaralananların sayısı ise binlerle ifade edilmektedir. Başbakan Abdulmehdi yerine bir Başbakan adayı “bulunması” halinde istifa edeceğini açıklamıştır. Abdulmehdi’nin isminin ABD ile İran arasında (defacto) bir “kompromi” sonucu ortaya çıktığı bilinmekte, iç siyasi yapının ve Irak’taki 2 dış gücün onaylayacağı yeni bir Başbakan isminin ortaya çıkartılmasının zorluğuna işaret edilmektedir.
Paylaş