Paylaş
Ancak İslam Dünyası’nın iyi bir dönemden geçtiğini söylemek çok zor. İslam Dünyası içinde bölünmeler yaşanıyor. İran ile Suudi Arabistan arasındaki rekabet ve mücadelenin birçok İslam ülkesine yayıldığı görülüyor. 6 İslam ülkesinde sivil halk üzerinde çok olumsuz etkileri olan iç savaşlar yaşanıyor. İç savaşların Suriye ve Yemen’de sivil halk üzerinde yarattığı olumsuz etkiler 2. Dünya Savaşı’ndan bu yana Dünya’nın karşılaştığı en büyük insanı krizler olarak nitelendiriliyor.
İslam İşbirliği Teşkilatı’nın (İİT) bugün 57 tam, 5 gözlemci üyesi var. Dünya’da 1,6 milyonun üzerinde Müslümanın yaşadığı biliniyor. İİT 1969 yılında Kudüs’le ilgili olarak Fas’ın Rabat şehrinde yapılan ve 24 ülkenin katıldığı bir konferansta kurulmuş ve örgütün ilk Dışişleri Bakanları toplantısı 1970 yılında yapılmıştır. İİT (tam veya gözlemci) üyesi olmayan ülkelerde de bugün önemli sayıda Müslüman yaşamaktadır. Bu ülkeler arasında Hindistan ve Çin başta gelmektedir. Bu iki ülke de İİT’na gözlemci üye olmak için geçmişte başvuru yapmışlar, ancak gözlemci statüleri henüz gerçekleşmemiştir.
İİT’nin merkezi Suudi Arabistan’da Cidde şehrindedir. Bu örgütün bütçesinin önemli bir kısmı Suudi Arabistan tarafından karşılanmaktadır. Bu çerçevede İİT üzerinde Suudi Arabistan’ın etkisi çok büyüktür. Birçok uluslararası ilişkiler yorumcusu İİT’nin başarısız kaldığına işaret etmekte, İİT’nin İslam ülkeleri arasında bugün yaşanan sorunların çözümünde hiçbir rol oynayamadığını vurgulamaktadır.
İİT’nin amaçları arasında üye ülkeler arasındaki dayanışma ile siyasi, ekonomik, kültürel ve bilimsel işbirliğinin arttırılması, uluslararası barış ve güvenliğe katkı yapılması, üye ülkelerde özellikle teknoloji ve bilimsel alanlarda eğitimin teşvik edilmesi bulunmaktadır. Bütün bu alanlarda İslam Dünyası’nın bugün içinde bulunduğu duruma bakıldığında İİT’nin başarılı olduğunu söylemek çok zor görünmektedir.
Bugün İslam Dünyası içinde dayanışma ve işbirliği düzeyi o kadar düşük bir seviyeye indirmiştir ki Rohingalar krizi bile İslam ülkelerini birleştirici bir etki yapamamakta, İİT’nin Rohingalar krizinde bile etkili bir rol oynaması mümkün olamamaktadır. İİT’nin üye ülkelerde yaşanan iç savaşlarda da sonuç getirici bir rol oynayamadığı görülmektedir. Bugün İİT uluslararası toplumun Suriye, Yemen, Irak, Libya, Somali ve Afganistan’da yaşanan iç savaşları sonlandırılma yönünde gösterdiği gayretlere hiçbir katkı yapamamaktadır.
İslam Dünyası coğrafi olarak çok geniş bir alana yayılmıştır. İslam Dünyasının merkezi olarak Orta Doğu gözükse de Kuzey Afrika ve Güney Doğu Asya da İslam’ın hakim olduğu alanlar olarak ortaya çıkmaktadır. Güney Doğu Asya’da bulunan Endonezya ve Malezya sosyal ve ekonomik gelişme alanında (var olan bütün sorunlarına rağmen, Arap Orta Doğusu ile karşılaştırıldığında) daha başarılı olarak görülmektedir.
Arap Dünyasının içinde bulunduğu çok zor şartlar bugün dikkat çekicidir. Bu durumun sebepleri çok karmaşık ve tartışmalıdır. Bununla birlikte Arap ülkelerinin içinde bulunduğu durumun ana sebebinin (bağımsızlıktan bu yana arka arkaya gelen) kötü yönetimler olduğu konusunda yaygın bir görüş birliği bulunmaktadır.
Bu durumun en iyi örneği Irak’ta görülmektedir. Irak bağımsızlıktan sonra dışa bağlı rejimler ve darbeler sebebiyle istikrar kazanamamış, Saddam Hüseyin rejimi ise Irak’a büyük felaketler getirmiştir. Kendi halkını büyük bir baskı altında tutan, Şii ve Kürtleri dışlayan Saddam Hüseyin’in totaliter diktatörlük rejimi ilk önce İran ve daha sonra Kuveyt’te giriştiği savaş ve dış maceralarla Irak’ı adım adım felakete sürüklemiştir. Saddam Hüseyin rejimi Irak’ın petrol ve doğal gaz zenginliklerini Irak halkı ve ülkenin faydası ve kalkınması için değil dış maceralarda ziyan etmiş, (doğal kaynakları nedeniyle) Dünya’nın en zengin ve kalkınmış ülkeleri arasında yer alabilecek Irak sonunda istilaya uğramış ve iç savaşa sürüklenmiştir. Saddam Hüseyin’den sonra gelen Nuri Maliki rejiminin de Irak’taki “kötü yönetimi” devam ettirdiği izlenmiştir.
Arap Dünyası’nda bağımsızlıktan sonra askeri darbelerle gelen “Arap milliyetçiliği” iddiasındaki totaliter başarısız rejimlerin sonucu patlak veren Arap Baharı da bugün (bir ölçüde Tunus dışında) birçok Arap ülkesi için başarısızlıkla sonuçlanmıştır. Arap halklarının daha fazla yönetime katılma, çok partili çoğulcu yönetimler, daha fazla demokratik haklar, yolsuzluklara son verilmesi ve ekonomik kalkınma gibi çok haklı istekleriyle başlayan “Arap Baharı” kısa sürede birçok Arap ülkesini çatışmaların eşiğine taşımıştır. Suriye, Libya ve Yemen gibi Arap ülkeleri iç savaşa sürüklenirken, Mısır’da daha demokratik rejim yönünde atılan adımlar ve kazanımlar kısa bir süre sonra ortadan kaldırılmış ve eski duruma dönülmüştür.
Birçok Arap ülkesinde “Arap milliyetçiliğini” istismar eden totaliter dikta rejimlerine karşı halk ayaklanmalarının bu kez “İslam dinini” istismar eden El Kaide bağlantılı gruplar tarafından “kaçırıldığı”, DEAŞ gibi “çağ dışı” örgütlerin ortaya çıkmasıyla “Arap Baharının” başarısızlığının belirlendiği ve kaçınılmaz hale geldiği izlenmiştir. Suriye, Irak, Yemen ve Libya’daki iç savaşlar, bu ülkelerin geçmişte “üst kimlik“ yaratmadaki başarısızlıkları sebebiyle, ülke nüfuslarındaki mezhepsel, etnik ve aşiret bölünmelerinin etkisi altına girmiş ve alevlenmiştir.
Konuya Türkiye açısından bakıldığında Suriye’deki gelişmeler ön plana çıkmaktadır. Suriye’de 7 yıla yakın bir zamandan beri süren iç savaş birçok açıdan Türkiye’yi yakından etkilemiştir. Suriye iç savaşının sona ermesi, Suriye’nin toprak bütünlüğünü ve siyasi birliğini koruyarak siyasi istikrara kavuşması, Suriye’de ülkenin yeniden inşası için gerekli dış desteği sağlayabilecek birleştirici bir yönetim kurulması Türkiye’nin çıkarınadır. Suriye’nin Türk dış politikası içindeki öncelikli yerini uzun bir süre koruyacağı görülmektedir.
Suriye konusunda geçen hafta içinde önemli bazı gelişmeler olmuştur. ABD’nin Suriye Özel Temsilciliğine, geçmişte Ankara’da da görev yapmış olan, Büyükelçi James Jeffrey’i getirilmiştir. Jeffrey Türkiye’yi iyi tanıyan, Türkiye ile ilişkiler konusunda geçmişte olumlu görüşleri olduğu bilinen bir kişidir. Büyükelçi Jeffrey’in atanmasıyla Türkiye’nin Vaşington’da Suriye konusunda temas ve anlamlı bir diyalog kurabileceği bir yetkili ortaya çıkmıştır. Doğal olarak bu olumlu bir gelişmedir.
Türkiye’nin Menbiç’te ABD ile ortak düzenli askeri devriyeler gerçekleştirmesi yönünde çalışmaların hızlandığı, Ankara-Vaşington hattında son iki hafta içinde tehlikeli şekilde tırmanan krizin iki ülke arasında Menbiç’le ilgili olarak varılan mutabakatı etkilemediği izlenmektedir. Vaşington ve Ankara’dan gelen haberler Menbiç Anlaşmasının uygulanmakta olduğuna, Türkiye ile ABD arasında Suriye’deki askeri işbirliğinin devam ettiğine işaret etmektedir. Menbiç ve çevresinde iki ülkenin ortak askeri kontrolü başlatması Türkiye ve ABD ilişkilerinde önemli ve iyi yönde bir gelişme olacak, Trump Yönetiminin yanlış adımlarıyla bozulma ve tırmanma eğilimine giren ilişkileri yeniden doğru yöne çevirme konusunda da katkı yapabilecektir.
ABD’den Suriye konusunda gelen diğer bir haber ise Vaşington’un Suriye’de kullanmak için ayırdığı 230 milyon doları keserek bu paranın başka dış politika alanlarında harcanmasına karar vermesidir. Bu meblağ ABD’nin DEAŞ’tan kurtarılan bölgelerde “istikrarın yeniden sağlanması” için Vaşington’un önceden ayırdığı bir fondur. ABD’nin Suriye için ayırdığı fonlar hemen tamamen PYD/YPG’nin kontrolü altındaki bölgelerde kullanılmaktadır. Vaşington’un 230 milyon doları Suriye’de harcamaktan vazgeçmesi Başkan Trump’un uzun zamandan beri uygulamaya koymak istediği bir politikanın parçası olarak görülmektedir.
Başkan Trump Suriye’den çekilmek istediğini, Suriye’de (ABD tarafından) harcanan paraların boşa akıtıldığını uzun bir zamandan beri dile getirmektedir. Başkan Trump ABD askerlerini Suriye’den çekeceğini daha önce birkaç kez açıklamış, ancak daha sonra Suriye’de “kalmak” konusunda “ikna” edilmiş, ABD askerleri de Suriye’den çekilmemiştir. Ancak Başkan Trump “bu kez” ABD’nin askeri desteğiyle Suriye’de PYD/YPG’nin kontrol altında tuttuğu bölgelerde masrafların “zengin” Arap ülkeleri tarafından karşılanmasını “ısrarla” istemeye başlamış, Trump Yönetiminin başta Suudi Arabistan olmak üzere petrol zengini Körfez Arap ülkelerinden (bu amaçla) 4 milyar dolar fon ayırmalarını talep ettiği yönündeki haberler basında çıkmıştır.
Nitekim Vaşington’un Suriye için ayrılan 230 milyon doları kestiğini açıkladığı günlerde, Suudi Arabistan’ın Vaşington Büyükelçiliği’nden, Suriye’de PYD/YPG kontrolü altındaki bölgelerde kullanılmak üzere, Suudi Arabistan’ın 100 milyon dolar fon ayırdığı açıklaması gelmiştir. Bu meblağ Vaşington’un “talep ettiği” bildirilen 4 milyar dolardan çok “az” olmakla beraber, ABD’nin Suudi Arabistan üzerindeki baskısının işlediğini göstermesi bakımından önem taşımakta ve arkasının gelmesi ihtimali de yüksek gözükmektedir. Ankara’nın konuyu Riyad’la ele alması, bu paranın nerede nasıl harcanacağı konusunda bilgi talep etmesi ve konuyu yakından izlemesi gerekmektedir.
Doğu Suriye DEAŞ örgütünden temizlenirken, ABD’nin hava saldırıları ve sokak çarpışmaları sonucu bugün PYD/YPG’nin kontrolü altında bulunan Rakka ve Der el-Zor gibi şehirlerin büyük yıkıma uğradığı bilinmektedir. Bu şehirlerin yeniden inşası ve alt yapının yeniden kurulması büyük miktarda para gerektirmektedir. Geçen sene Ekim ayında ABD’nin DEAŞ ile Mücadele Özel Temsilcisi Brett McGurk’un Suudi Arabistan’lı Bakan Tamir el Sebhan’ı Rakka’ya götürdüğü haberleri ile McGurk ve Sahhan’ın Rakka’da yıkıntılar içinde çekilen resimleri basında yer almış, Vaşington’un Riyad üzerinde “baskı” uyguladığı anlaşılmıştır.
Suriye konusunda esas dikkat çeken çok önemli haber ise Türkiye, Rusya, Almanya ve Fransa’nın 7 Eylül tarihinde İstanbul’da bir zirve toplantısı yapma konusunda anlaşmaları olmuştur. Türkiye, Rusya ve Fransa Devlet Başkanları ile Almanya Başbakanını bir araya getirecek İstanbul Zirvesi, iyi hazırlandığı takdirde, 7 yıllık iç savaştan sonra Suriye konusunda siyasi çözümün sağlanması yönünde yürütülen Cenevre Sürecine gerekli itmeyi ve politik desteği sağlayabilecektir. Bu 4 ülkenin siyasi çözüm ve parametreleri konusunda anlaşabilmeleri Suriye’deki savaşın ve siyasi krizin sona erdirilmesi için çok önemlidir.
Paylaş