Paylaş
Türkiye Dışişleri ve Savunma Bakanları ile Türk İstihbarat Örgütü’nün başı birlikte Rusya’ya giderek Moskova’da Rus karşıtlarıyla görüştüler ve Rusya Devlet Başkanı Putin tarafından kabul edildiler.
Esasen Çavuşoğlu, Akar ve Fidan’ın Putin’le yaptıkları görüşmede, Rus karşıtlarının (Sergey Lavrov ve Sergey Şoygu) yanında Rusya’nın Suriye Özel Temsilcisi Aleksandır Lavrentiev’in de bulunması masadaki en önemli konunun Suriye olduğunu ortaya koymaktadır. Üç üst düzey Türk yetkilisinin birlikte Moskova’ya yaptıkları bu ziyaret İdlib konusunun Türkiye için giderek önem ve “aciliyet” kazandığını, Şam rejiminin İdlib’e yönelik askeri bir saldırısı ihtimalinin Ankara’da ciddi tedirginlik yarattığını göstermektedir.
Doğu Guta ve Dera’dan sonra Şam rejiminin (şimdi) İdlib’e karşı askeri bir operasyon başlatacağı yönündeki haberler bir müddetten beri gelmektedir. Ancak, Ankara’yı esas tedirgin eden hususun Rusya’nın Şam rejiminin İdlib’e yönelik askeri bir operasyonuna izin verebileceğini gösteren “işaretlerdeki” artış olduğu izlenmiştir.
Bu yöndeki bir “işaret” Ağustos ayı başında Rusya’nın Suriye Özel Temsilcisi Lavriev’den gelmiştir. Lavriev yaptığı bir açıklamada İdlib’te ılımlı muhalefetin kendisini radikal gruplardan kurtarması ve “temizlemesi” gerektiğini vurgulayarak, İdlib’teki mevcut durumun devam edemeyeceğini ve Rusya’nın “sabrının” artık “taşmakta” olduğunu ifade etmiştir.
İdlib Suriye’de Astana Süreci içinde kurulan ve muhaliflerin elinde kalan son “çatışmasızlık” bölgesidir. Astana Süreci içinde kurulan diğer üç “çatışmasızlık” bölgesi Şam rejimi tarafından (Rusya’nın desteğiyle) ele geçirilmiş, bu “çatışmasızlık” bölgelerindeki silahlı grup üyeleri ve (isteyen) sivil halk İdlib çatışmasızlık bölgesine taşınmıştır.
İdlib’te bugün ılımlı muhalefet yanında (El Kaide bağlantılı) aşırı radikal silahlı grupların ve Suriye’ye daha önce gelmiş silahlı yabancıların bulunduğu, bu gruplar arasında zaman zaman (İdlib’in kontrolü için) çatışmalar çıktığı bilinmektedir. Bu aşırı radikal unsurların büyük çoğunluğu İdlib’e Suriye’nin diğer bölgelerinden (bu bölgeler ele geçirilirken) Şam rejimi ve Rusya tarafından taşınmıştır.
Birleşmiş Milletler yetkililerinin de sıklıkla vurguladıkları şekilde İdlib’te çözüm mutlaka görüşmeler yoluyla bulunmalıdır. İdlib’e Şam rejimi tarafından yapılacak askeri bir saldırı (sivil halkın yoğun olarak yaşadığı) bu bölgede ciddi bir insani krize yol açacak, sivil halkın çatışmalardan çok olumsuz şekilde etkilenmesi kaçınılmaz olacaktır. İdlib’te masa basında bulunacak bir çözüm Rusya’nın Suriye sorununu diplomatik yollarla çözme konusundaki kararlılığının da önemli bir göstergesini teşkil edecektir. İdlib yanında, Suriye’de siyasi çözümü sağlayacak yeni bir anayasa yapılması çalışmaları ile ülkedeki geçiş süreci konularının 7 Eylül’de Tahran’da yapılacağı açıklanan 3’lü (Rusya, Türkiye ve İran) zirvede ele alınacağı anlaşılmaktadır.
Rusya Dışişleri Bakanı Lavrov’un Ankara’ya yaptığı ziyaretten hemen sonra gelen 3 üst düzey Türk yetkilisinin Moskova’da yaptıkları temaslarda Türkiye-Rusya ilişkilerinin de masada olduğu açıktır. Türkiye-Rusya ilişkilerinin Rus savaş uçağının düşürüldüğü Kasım 2015 öncesine döndüğü izlenmektedir. İkili ilişkilerin geliştirilmesi konusunda hem Ankara hem de Moskova’da olan istek ve kararlılık, iki ülke arasında olan bağların oldukça kısa bir zamanda eski seviyelerine çıkarılabilmesinde önemli bir rol oynamaktadır.
Türkiye ve Rusya ekonomilerinin birbirlerini tamamlaması da ilişkilerin yeniden hızla kurulmasında çok önemli bir etkendir. Her ne kadar Ankara, Rusya ile Suriye’deki işbirliğine başlangıçta bölgedeki şartlar ve ABD’nin yaptığı hatalar sebebiyle rıza göstermek zorunda kaldıksa da, bu işbirliği bugün Suriye’de kalıcı bir barış ve istikrar sağlanması konusunda büyük bir önem kazanmış, Ankara-Moskova işbirliğinin önemli bir boyutu haline gelmiştir. Öte yandan, Türkiye’nin Rusya’dan S-400 hava savunma sistemleri alma kararı iki ülke arasındaki işbirliğine askeri bir boyut da kazandırmıştır.
Rusya, Türkiye’nin artan enerji ihtiyacı için çok önemli bir kaynak durumundadır. Türkiye doğal gaz ihtiyacının çok önemli bir bölümünü Rusya’dan karşılamaktadır. Türkiye’nin enerji temini konusunda ithalat kaynaklarını çeşitlendirmek politikasına rağmen, Rusya’nın yeri önemini korumaktadır. Rusya ile enerji alanında işbirliği Türkiye’nin “enerji hub’ı ve koridoru” olma isteği için de önem taşımaktadır.
Vaşington’un Türkiye-Rusya ilişkilerini yakından takip ettiği şüphesizdir. Türkiye’nin Rusya’dan S-400 füzeleri almasına Vaşington’un gösterdiği tepkiler bilinmektedir. Yine geçen hafta içinde S-400 füzelerinin 2019 yılı içinde Türkiye’ye teslim edileceği ve füzelerin bedelinin ödenmesinde yerli para kullanımı kolaylıklarının sağlanacağı yönünde Rusya’dan gelen haberlerin Vaşington’daki rahatsızlığı arttırdığını düşünmek mümkündür.
Bu hafta başında 3 Temsilciler Meclisi üyesi ile Savunma Bakanlığı Müsteşar Yardımcısının da içinde bulunduğu bir ABD Kongre heyeti Türkiye’de temaslarda bulunmuştur. Kongre heyetinin Dışişleri ve Savunma Bakanlıkları ve Meclis’te yaptığı temaslarda S-400 füzeleri ve F-35 savaş uçaklarıyla ilgili konuları ele aldıkları, Amerikan tarafının iki konu arasında bağ kurmaya devam ettiği ve Türkiye’yi S-400 füzelerini almaktan hala vazgeçirmeye çalıştığı anlaşılmaktadır. Kongre heyeti Türkiye’de bulunduğu sırada İzmir NATO karargahını ve İncirlik Hava üssünü de ziyaret etmiştir.
Türkiye’nin Rusya ile artan işbirliği Ankara-Vaşington ilişkilerinde ciddi bir krizin yaşandığı, Ankara’da Vaşington’un Türkiye yönelik siyasi ve ekonomik “komplolar” içine girdiği algısının yayıldığı, iki başkent arasında (Trump Yönetiminin tehditkar ve yaptırımlara başvuran tutumu temelinde) “güven” bunalımının büyüdüğü bir döneme rastlamaktadır.
Trump yönetiminin Ankara’ya karşı “tehditleri” devam ettiği sürece Ankara-Vaşington hattında “krizin” sonlandırılabileceği ve ilişkilerin normale döndürülebileceği konusunda iyimser olmak zordur. Trump yönetiminin “tehdit” ve “yaptırım” politikası Türkiye’de mahkemesi devam eden rahip Brunson ile ilgili olabilecek gelişmeleri bile daha da zora sokmuş gözükmektedir.
Başkan Trump’ın bu hafta başında evanjelist liderlerle Beyaz Saray’da yaptığı ( ve evanjelist gruplarla yakın ilişkileri bulunan Başkan Yardımcısı Mike Pence’in de katıldığı) bir toplantıda “Brunson konusunu” açması ve Brunson’un “kurtarılmaya çalışıldığı” ve bu yönde “savaş verildiği” gibi ifadeler kullanması, Trump yönetiminin konuyu (Kasım ayında ABD’de yapılacak önemli seçimlerden önce) iç politikada malzeme konusu yaptığını açıkça ortaya koymaktadır.
Son hafta içinde Ankara-Vaşington ilişkilerinde “iyi” bir haber Suriye bağlantılı olarak Menbiç konusunda gelmiştir. Türkiye ile ABD arasında Menbiç konusunda varılan mutabakatın “işlediği” anlaşılmaktadır. Gerek Vaşington gerekse Ankara’dan gelen haberler iki ülkenin Menbiç’te “ortak devriye” operasyonlarına girişebilmek için eğitim çalışmalarını bu hafta içinde başlatacaklarına işaret etmektedir. İki ülke Savunma Bakanlarının bu hafta başında bir telefon görüşmesi yaptıkları ve Suriye’nin bu görüşmenin ana konusu olduğu basında bildirilmiştir.
Menbiç’te Türk-Amerikan “ortak devriye” operasyonlarının başlaması Ankara-Vaşington ilişkilerinde (arka arkaya gelen kötü haberlerden sonra) iyi yönde bir gelişme olacaktır. Ankara ile Vaşington’un daha sonra Menbiç mutabakatı doğrultusunda Suriye’deki işbirliklerini PYD/YPG kontrolündeki (Fırat Nehrinin doğusundaki) tüm Suriye topraklarına nasıl yayacaklarını konuşmaları gerekmektedir. Suriye’nin geleceği konusunda Ankara ile Vaşington arasındaki diyaloğun ve “işbirliğinin” tekrar başlaması önemlidir.
Vaşington’un Suriye konusundaki görüşleri hala tam olarak bilinmemekte, ABD’nin (Ankara’yı büyük ölçüde rahatsız eden) PYD/YPG ile bağlarını nerede kadar götüreceği konusunda da açıklık bulunmamaktadır. ABD bugüne kadar PYD/YPG ile bağlarının DEAŞ’la mücadele kapsamında olduğu “görüşünü” savunmuştur. Ancak, Vaşington’un PYD/YPG’yi Suriye’de ne amaçla kullandığı konusundaki “şüpheler” giderek artmaktadır.
Astana süreci temelinde Rusya, Türkiye ve İran Cumhurbaşkanlarının katılacağı zirvenin bu kez Eylül ayı başında Tahran’da yapılacağı açıklanmıştır. Bu zirveden sonra Türkiye, Rusya, Almanya ve Fransa liderlerinin katılımıyla İstanbul’da yapılması planlanan bir zirvenin ise hazırlıklarının hala yürütüldüğü anlaşılmaktadır. ABD’nin İstanbul’da (Suriye konusunda) yapılması üzerinde (halen) çalışıldığı bildirilen bu zirvede temsil edilmemesi dikkat çekici olacaktır. Başkan Trump’ın (muhtemel) İstanbul zirvesine katılmamasının ABD’nin genelde dış ilişkiler ve özelde Suriye konusunda zemin kaydettiği şeklinde yorumlanması kaçınılmazdır. Öte yandan, Başkan Trump’ın bu kadar önemli bir Zirve’de bulunmamasını Vaşington’un içine girdiği iç sorunlara ve Vaşington’daki iç politika karmaşasına da bağlayanlar olacaktır.
Başkan Trump’ın (iyi bir başlangıç yapmalarına rağmen) Fransa Cumhurbaşkanı Macron’la da ilişkilerinde bozulma yaşandığına işaret edilmektedir. Macron’un bu hafta başında (Fransız Büyükelçiler toplantısında) yaptığı konuşmada Avrupa’nın kendi savunması için (artık) ABD’ye güvenemeyeceğini açıklaması ilginçtir. Macron’un Avrupa ülkelerini kendi savunmalarını sağlama yönünde işbirliğine çağırmasının Trump yönetiminin Avrupa’ya “bakışını” daha da “sorunlu” hale getireceğini tahmin etmek zor değildir.
Vaşington’un Türkiye’nin Rusya ile artan işbirliğinden çekinmemesi gerekmektedir. Türkiye için Vaşington ve Moskova’yla ilişkiler birbirlerini ikame edici ve birbirlerine alternatif değildir. Ankara-Vaşington ilişkilerinde esas sorun Vaşington’un Türkiye’nin güvenini sarsıcı davranışlarıdır. Ankara’da Vaşington’un Türkiye’nin iç ve dış güvenlik ihtiyaçlarını ve endişelerini dikkate almadığı yönündeki görüş giderek yayılmakta, ağırlık kazanmaktadır. Trump yönetiminin Türkiye’ye karşı başvurduğu “tehdit” ve “yaptırımlar” Ankara’da Vaşington’a olan güvensizliği daha da büyütmektedir.
Paylaş