Paylaş
ABD Dışişleri Bakanı Orta Doğu ziyaretine Ürdün’den başladı. Oradan Irak’a geçti. Irak’taki ABD askerlerini ziyaret etti; Irak Cumhurbaşkanı, Başbakanı ve Dışişleri Bakanı ile görüştü. Pompeo daha sonra Mısır’ı, Bahreyn’i, Birleşik Arap Emirlikleri’ni, Katar’ı, Suudi Arabistan’ı ziyaret etti. Pompeo’nun Arap başkentleri turunun son iki durağı ise Umman ve Kuveyt olacak. Dışişleri Bakanı Pompeo Kahire’de bulunduğu sırada Başkan Trump döneminde ABD’nin Orta Doğu politikası üzerine bir konuşma yaptı, Vaşington’un bölgedeki önceliklerini açıkladı.
Dışişleri Bakanı Pompeo’nun Orta Doğu ziyaretinin esas amacının bölge Arap rejimlerini (Suriye’den çekilme kararından sonra) ABD’nin bölgeye olan uzun dönemli taahhüdü, DEAŞ’la mücadeleye devam konusundaki kararlılığı konusunda ikna etmek olduğu ifade ediliyor. Pompeo’nun yaptığı konuşmalarda da ABD’nin Orta Doğu bölgesine uzun dönemli ilgisi konusunda (Vaşington’a yakın) Arap rejimlerini ikna etmeye özen gösterdiği izlendi.
Pompeo’nun Arap başkentindeki konuşmalarında Vaşington’un hedefinde İran olduğu açıktı. Basınında Pompeo’nun Kahire konuşmasında İran adının 25 kere geçtiğine işaret edildi. Vaşington’un Arap ülkelerini İran tehdidi karşısında birleşmeye çalıştığı anlaşılıyor. Vaşington tarafından ortaya atılan Orta Doğu Stratejik İttifakı fikrinin arkasında Mısır ve Ürdün’ü Körfez İşbirliği Konseyi (KİK) ülkeleri ile Tahran rejimine karşı birleştirme fikri var. Katar dışındaki KİK ülkeleri (Suudi Arabistan, Umman, Kuveyt, Birleşik Arap Emirlikleri, Bahreyn) İran “tehdidi” konusunda zaten Vaşington’a bakıyorlar. Pompeo’nun Orta Doğu ziyareti sırasında Orta Doğu Stratejik İttifakı (MESA) konusunun görüşmelerde masada olduğu ortaya çıkıyor.
Arap NATO’su olarak da taktim edilen MESA konusunda ciddi kaygılar da var. MESA’nın İslam Dünyasını daha da bölmeyi amaçladığı vurgulanıyor. MESA’nın gerçekleşmesi konusunda Suudi Arabistan ile müttefikleri ve Katar arasındaki sorunların ciddi bir engel oluşturduğu da ifade ediliyor. İran’ın MESA’ya en fazla tepki gösterecek ülke olduğu açık. Rusya ise MESA konusunda henüz açık bir muhalefet ortaya koymuş değil. Ama nereden bakarsanız bakın MESA akla Orta Doğu’da “Soğuk Savaş” dönemindeki gelişmeleri çağrıştırıyor.
Pompeo’nun Kahire konuşmasına açık tepki (beklendiği gibi) İran’dan geldi. İran Dışişleri Bakanı Zarif Orta Doğu’daki sorunların temelinde ABD politikalarının bulunduğunu, ABD’nin Orta Doğu’da girdiği her yerde “kaos” ve “kırgınlık” yarattığını açıkladı.
Her ne kadar Kahire’de yaptığı konuşmada Filistin sorununa hemen hiç değinmese de, ABD Dışişleri Bakanı Pompeo’nun Arap başkentlerini kapsayan Orta Doğu turunun bir amacını da Vaşington’un Filistin sorununu çözmek amacıyla hazırladığı planı Arap ülkelerine “satmak” olarak görenler var. Vaşington bu planı “Asrın Çözümü” olarak nitelendiriyor. Plan henüz açıklanmış değil. Ama planın Başbakan Netanyahu’nun görüşleri doğrultusunda hazırlandığı anlaşılıyor. Filistinliler planı kabul etmeyeceklerini ve Trump Yönetimi döneminde ABD’nin Filistin sorunu konusundaki “inanılır, dürüst arabulucu” rolünü kaybettiğini zaten açıklamış durumdalar.
Vaşington’un Mısır, Ürdün ve Suudi Arabistan gibi Arap ülkelerinden Filistin yönetimini zorlamalarını ve Filistin Yönetimi’ne planı kabul ettirmelerini beklediği ortaya çıkıyor. Pompeo’nun “Çözüm planını” Kahire, Amman ve Riyad gibi başkentlerde ne ölçüde masaya getirdiği henüz açık değil. Ama Pompeo’nun Arap ülkeleri ile İsrail arasındaki yakınlaşmayı daha da ileri götürmeye çalıştığı izleniyor.
Başbakan Netanyahu’nun kısa bir süre önce Umman’ın başkenti Muskat’a yaptığı “sürpriz” ziyaretin arkasında Vaşington’un olduğu zaten biliniyor. Vaşington’un yeni “sürprizler” için çalıştığı yönünde işaretler ortaya çıkmış durumda. Önde gelen bir Amerikan gazetesinde Başbakan Netanyahu’nun Riyad’a da “sürpriz” bir ziyaret yapabileceği bile yazılabiliyor. Bunun Suudi Arabistan’da Suudi halkında doğuracağı tepki açık. Ama ABD’deki bazı çevrelerin Kaşıkçı cinayetinin Suudi Arabistan rejimi üzerinde yarattığı (ABD Kongresi tarafından arttırılan) baskıyı kullandıkları ve rejimi daha da İsrail’e itmeye çalıştıkları da düşünülemeyecek bir şey değil.
Pompeo, Orta Doğu ziyareti çerçevesinde (1,5 senedir açık bir çatışma içinde bulunan) Abu Dabi ve Riyad ile Doha’yı ziyaret etti. ABD’nin Arap ülkelerini İran karşıtı bir cephe içinde birleştirme çalışmalarının önünde Suudi Arabistan (ve müttefikleri) ile Katar arasındaki (azalmadan) devam eden çatışmanın bulunduğu ortada. Riyad ve Abu Dabi’nin sert (düşmanca) politikalarına karşı Katar, (Türkiye yanında) İran’la ilişkilerini geliştirmiş durumda. Pompeo’nun Riyad ve Abu Dabi ziyaretlerinde bu iki ülkenin Dünya’da giderek tepki çeken Yemen savaşındaki rollerinin de bulunduğu düşünülüyor. Birleşmiş Milletler’in Yemen’de sürdürmeye çalıştığı “barış çalışmaları” önemli zorluklarla karşılaşıyor.
Dışişleri Bakanı Pompeo’nun Orta Doğu Arap başkentlerine yaptığı tur ABD’nin Orta Doğu’ya yaklaşımına ve politikalarına açıklık getirmek olarak ortaya konulurken, ABD yetkilerinden Suriye’den “çekilme” konusunda çelişkili açıklamalar da gelmeye devam ediyor. Başkan Trump’ın son 32 kilometrelik tampon bölge açıklaması, (yine) Türkiye’ye yönelik ekonomik tehdit içermesi bakımından, Ankara’da hemen tepki doğurmuş görülüyor. Bir yandan Türkiye’yi tahmin, diğer yanda PYD/YPG’yi koruma gayreti içine girdiği anlaşılan Vaşington’dan “twitle” gelen Başkan Trump’ın son açıklamasının durumu daha da karıştıracağı ve Ankara’nın Vaşington’a yönelik “şüphelerini” arttıracağı düşünülüyor.
Vaşington’un hala dikkate almadığı hususun PYD/YPG’nin PKK’nin Suriye uzantısı olduğu ve bu terörist grupların Türkiye’nin güvenliğini için ciddi bir tehdit olmaya devam ettiği. Dışişleri Bakanı Pompeo son Orta Doğu ziyareti sırasında da Türkiye’nin terörle mücadele konusundaki kaygılarını “anladıklarını” tekrar belirtti. ABD yetkililerinin bu ifadeleri kullanırken Türkiye’ye Suriye’de PYD/YPG varlığına göz yummasını, hatta kendileri çekildikten sonra PYD/YPG’nin “koruyuculuğunu” Türkiye’ye bırakmak ister gibi davranmaları ise çok ilginç (ama Türkiye-ABD ilişkileri açısından çok talihsiz) bir durumu ortaya çıkartıyor.
ABD’nin, zamanında Türkiye’nin birlikte operasyon önerisini kabul etmek yerine, DEAŞ’la mücadeleyi bir terör örgütüyle yapmayı tercih etmesinin (ve muhtemelen bu terör örgütüne verilen sözlerin) sonuçlarıyla karşı karşıya olduğu açık. Başkan Trump’ın ABD’nin Suriye’deki varlığını sadece DEAŞ’la mücadeleye olarak gördüğü veya Başkan Trump’a durumun bu şekilde anlatıldığı, ancak Vaşington’daki bazı yetkililerin PYD/YPG ile işbirliğini başka “amaçlara” hizmet etmek için planladıkları da artık (daha açık bir şekilde) ortaya çıkıyor.
Beyaz Saray Milli Güvenlik Danışmanı Bolton’un İsrail’den sonra Türkiye’ye yaptığı ve basında genel olarak “başarısız” olarak nitelendirilen ziyarete ve Vaşington’dan gelen ve yine kafaları karıştıran farklı seslere rağmen, ABD’nin Suriye’den çekilmesinin başlandığı da anlaşılıyor. Basında ABD’nin Suriye’de bulundurduğu ağır silahlardan bazılarını çekmeye başladığı bilgileri yer alıyor. ABD’nin çekilmesinin bir süre alabileceği, çekilen askerlerin güvenliği için asker sayısının başlangıçta arttırılabileceği gibi bilgilerde basında konuyla verilen haberler arasında.
Bolton’un Türkiye ziyaretinden hemen önce (İsrail’de verdiği) talihsiz (ve anlamsız) Suriye’den çekilmeyi PYD/YPG’nin korunmasına bağlayan ve Ankara tarafından hemen reddedilen (ve ağır bir şekilde kınanan) demecine rağmen, Ankara ile Vaşington arasındaki görüşmelerin devam ettiği görülüyor. Türkiye’den bir heyetin ABD’nin çekilme sürecini ve Suriye’yi konuşmak için Ocak ayı sonuna doğru Vaşington’a gideceği açıklanmış durumda.
ABD’nin çekilmesinden sonra şuan da (ABD’nin desteğiyle) PYD/YPG’nin kontrol ettiği toprakların geleceğinin ne olacağı (kimin kontrolüne geçeceği) hem Ankara hem de Vaşington için önem taşıyor. Vaşington’un bu toprakların Şam rejiminin eline geçmesinin bölgedeki İran varlığını arttıracağını görmemesi imkansız. Suriye-Irak sınır bölgelerinin kontrolünün tamamen Şam rejiminin eline geçmesinin Irak üzerindeki İran etkisini arttırabilecek etkilerinin ABD yetkileri tarafından ciddi olarak değerlendirilmesi gerekiyor.
Doğu Suriye’nin geleceğinin tüm Suriye sorununun çözümü konusundaki önemi de devam ediyor. Suriye’nin daha özgürlükçü, halkın yönetime katılmasının sağlanacağı bir rejime sahip olabilmesi için Suriye’de ılımlı muhalefetin güçlendirilmesi gerekiyor. Vaşington’un (Türkiye’nin hiçbir şekilde kabul ve Suriye’de kalmasına müsaade etmeyeceği) PYD/YPG’nin koruyuculuğundan bir an önce vazgeçmesi Suriye sorununun genelinde Ankara-Vaşington işbirliğini hala başlatabilir.
Doğu Suriye’de Münbiç Anlaşmasının hemen hayata geçirilmesi ve Münbiç yol haritasının Doğu Suriye’ye uygulanması gerekiyor. Münbiç Anlaşmasının ve Münbiç yol haritasının Doğu Suriye’de uygulanmasındaki gecikmeler Türkiye’yi zaten (ABD’ye rağmen) Doğu Suriye’de bir askeri operasyonu başlatmanın eşiğine getirmiş durumda. Halbuki ortada başarılı bir Afrin örneği var. PYD/YPG’nin çıkartılmasından sonra Afrin’de (önemli bir bölümünü Kürtlerin oluşturduğu) yerel halkın kuruduğu yönetim Afrin’i başarılı bir şekilde yönetiyor. Afrin modelinin şimdi (bu kez ABD’nin işbirliğiyle) Doğu Suriye’de uygulanması, bölge güvenliğinin ve yönetiminin (Türkiye ve ABD’nin işbirliğiyle) gerçek yerel Suriye halkına bırakılması ve bölgenin terörist örgütlerden (PYD/YPG ve DEAŞ) temizlenmesi gerekiyor. Vaşington’un bu durumu görmesi Suriye’de Ankara-Vaşington işbirliğinin yeniden başlatılmasının tek yolu olarak ortaya çıkıyor.
ABD’nin Suriye’de Türkiye’yle işbirliğinin önemini ve Türkiye’nin Kuzey ve Doğu Suriye için kararlılığını anladığı, ama bir türlü harekete geçemediği izlenmektedir. Bolton’un “talihsiz” bir şekilde başlayan ve “iyi gitmeyen” Ankara ziyaretinden sonra, hafta sonu Türkiye ve ABD Dışişleri Bakanları arasında yapılan telefon görüşmesi buna işaret etmiştir. Cumhuriyetçi Parti’nin önde gelen senatörleri arasında yer alan Lindsey Graham’ın Suriye ile ilgili yaptığı açıklamada Türkiye’nin Kuzey ve Doğu Suriye’deki güvenlik endişelerinin gerçekçi bir şekilde ele alınarak çözülmesi gerektiğini belirtmesi Vaşington’un Ankara’nın ne istediğini ve kararlılığını “anlamaya” başladığı göstermiş, ancak Vaşington’dan son olarak gelen Başkan Trump’ın “twiti” Trump yönetiminin çelişkili açıklamalarına yeni bir örnek oluşturmuştur. Vaşington’dan sürekli şekilde gelmeye devam eden çelişkili beyanlar, bundan önce olduğu gibi, Amerikalı yetkililerin ne söylediklerinden çok, ABD’nin alanda ne yaptığına bakılmasını gerekli kılmaktadır.
ABD Dışişleri Bakanı Pompeo’nun Orta Doğu ziyareti sırasında Şubat ayının ortasında Polonya’da yapılacağını açıkladığı İran toplantısının çok ilginç geçeceği açıktır. Bu toplantıda İran’ın Orta Doğu bölgesindeki faaliyetlerinin ele alınacağı anlaşılmaktadır. Toplantının bir Orta Doğu ülkesinde değil AB üyesi Polonya’da yapılacak olması, ABD’nin İran kadar, AB’nin Başkan Trump’ı izlemeyen İran politikalarını da hedef aldığını akla getirmektedir. İran Dış Bakanı Zarif’in Polonya’yı “umutsuz bir sirke” ev sahipliği yapmakla suçlaması ise, Vaşington’un İran karşıtlığını Orta Doğu boyutundan çıkartıp küresel bir boyut vermesinin Tahran’da yarattığı kızgınlığı göstermektedir.
Paylaş