Yap bir babalık!

Sevimli Tom Hanks'i sevmeyebilirsiniz. Hatta bizim Cem Yılmaz'ı bile sevmeyebilirsiniz.

Ama Tuncay'ı sevmemek mümkün değildir. Güleç, hareketli, zeki ve saygılı bir delikanlıdır. Yani bana göre delikanlı sayılır. Yoksa otuzunu devireli çok oldu. Demek ki şeytan dediğimiz, tavuk gibi bol tüylü bir mahlukmuş ve tüylerinin yarısını bizim Tuncay yolmuş, ‘‘Adamda şeytan tüyü var’’ derler ya, işte öyle şeytan tüyü bir delikanlıdır.

Bazen arabasıyla gelir beni dışarı çıkarır. Sevdiğim meyhanelerden birine götürür. Tesadüfen o meyhanelerde hep onun arkadaşlarına rastlarız. Hemen masalar birleştirilir. Kocaman bir sofra kurulur. Beni baş köşeye oturturlar. O masanın adı artık ‘‘Oğuz Baba’’nın masasıdır. Garsonlar bile sanki öğretilmiş gibi,

‘‘Oğuz Baba'nın masasına 4 piyaz, 6 ızgara köfte, 3 şiş çeek!.. Oğuz Baba'nın masasına iki de büyük aaç... Tekirdağ olsuun’’ diye ocağa seslenirler.

Ben aslında mahcup biriyimdir. Böyle pöhpöhlenmekten rahatsız olurum. Berbere bahşiş verirken bile ensemi ter basar. Hele ‘‘abi’’likten ‘‘baba’’lığa terfi ettirilmek yaşım gereği canımı sıkar. Ama size baba deyip saygı gösteriyorlarsa siz de gelenek ve göreneklerimizin gereği babalığınızı göstermelisiniz. Yani 18 kişilik masanın hesabını ödemelisiniz. Hatta çocuklara vestiyer parası bile verdirmemelisiniz.

*

Bir gün Tuncay yine alı al, moru mor geldi.

‘‘Hayrola, bir terslik mi oldu, bu halin ne?’’

‘‘Bu halim işten atılmış adam hali Oğuz Baba!’’

‘‘Niye attılar?’’

‘‘Çekemezlerin gammazlığı yüzünden.’’

‘‘Yoksa bir halt mı ettin?’’

‘‘Sen bunca yıllık evladını tanımıyor musun Oğuz Baba'cığım. Bende yamuk yoktur. Ama yap bir babalık, beni tekrar işe almalarını söyle.’’

‘‘Benim sözümle seni işe alırlar mı yahu?’’

‘‘Alırlar babacığım. Sen, sadece bizim değil bütün basının da babasısın artık. Bizim yazı işleri müdürüne iki cümle döşen yeter. Yap bir babalık be babacığım.’’

‘‘Sizin yazı işleri müdürü Selami değil mi?’’

‘‘Evet.’’

‘‘Hah işte, seni işe alacağı varsa bile ben söyleyince almaz. Yıllar önce muhabirken o herifi ben merdivenlerden atmıştım.’’

‘‘Daha iyi ya babacığım, artık hiç karşı gelemez.’’

Sonra da Tuncay,

‘‘Benim Oğuz Baba'mdan gayrı hayatta kimim var?.. Biz baba yüzü mü gördük?’’ diye ellerime sarılıp ağlamaya başladı.

Tuncay, gerçekten babadan yana biraz sorunluydu. Oğlan küçükken anası babası ayrılmışlardı. Tuncay'ı üvey babası okutmuştu. Ama adamcağız genç yaşta kalbine yenik düşmüştü. Bir zamanlar, bizim gazetede işe başlayınca sanırım beni babası tayin etmişti.

Tuncay, ‘‘Babam, yap bir babalık!’’ diye höykürünce ben de bir tuhaf oldum. Gözüm yaşardı. Burnumdan da yaş geldi. (Ama o yaş sizi ilgilendirmez. İhtiyarların burunları Bekir'in itleri gibi hep ıslak oluyor.)

*

Selami,

‘‘Herif, haftada üç gün işe lütfen geliyor. Dört gün ya hasta ya da bir yakını vefat ettiği için cenazede... Sayesinde her hafta en az beş haber atlıyoruz. Bilirsin sevimli çocuktur. Ben de seviyorum ama beni yayın müdürüne kaç kere rezil etti’’ diye başlayan bir sürü Tuncay öyküsü anlattı. Ama baba olmak ve baba kalmak kolay değil. O gazeteye benim ‘‘Utanmaz Adam’’ çizgi romanımın bedavadan yayınlama haklarını verip Tuncay'ı eski işine geri aldırdım. Selami, beni onu attığım merdivenlerin başına kadar geçirdi. Sonra da pis pis sırıttı. 20 yıllık Utanmaz Adam'lar bedavaya gitmişti.

*

‘‘Yap bir babalık Oğuz Baba...’’

‘‘Ne oldu yine?’’

‘‘Hiçbir şey olmadı. Aslında çok güzel bir iş olmak üzere... Ama senin babalığına bakar ve mübarek ellerinden öper. Çoluk çocuk sayende kiralık evlerde sürünmekten kurtulacağız. Ev alıyorum babaa!..’’

‘‘Aferin, hayırlısı olsun.’’

‘‘Tabii, sayende hayırlı olacak. Ben peşinini verdim. Üç yatak odası bir salon. Hem de denizi görüyor. Düşün babacığım, senin koltuğunu denizi gören balkona çıkarmışız. Hanım, en sevdiğin favaları, domates soslu patlıcan kızartmalarını önüne getirmiş. Benim küçük oğlan,
'Afiyet olsun dedeciğim' diye kulüp rakını doldurmuş. Tabii, burası aslında benim değil babamın evi...’’

‘‘Estağfurullah, sağlıcakla oturursunuz inşallah.’’

‘‘Sayende oturacağız Oğuz Baba...’’

‘‘Niye benim sayemde?’’

‘‘Sen de bir imza atacakmışsın.’’

‘‘Ne imzası?’’

‘‘Kefalet imzası... Kalan borç için gösterdiğim kefiller içinde mal sahibim seni seçti. Tabii, herif insandan anlıyor babacığım.’’

Böylece Tuncay'a Ulus'ta deniz gören, bir daire almış olduk. Yani almış oldum. Çünkü borcunun ancak ilk taksidini ödeyebildi.

*

Bir sabaha karşı zurna gibi damladı. Ben afyonumu patlatmak için yüzüme soğuk sular çarparken o,

‘‘Babam ben bittim, ben mahvoldum, ocağım söndü. Tabancanı ver hiç olmazsa baba evimde öleyim!’’ diye feryat-figan, salya-sümük höykürmekte...

‘‘Benim tabancam filan yok. Hatta sapanım bile yok. İlle de intihar etmek istiyorsan sana beş on uyku ilacı vereyim. Ama nedir bu hicranlar ve figanlar?’’

‘‘Süheyla beni evden attı.’’

‘‘Niye?’’

‘‘Güya ben ona ihanet ediyormuşum.’’

‘‘Ediyor musun?’’

‘‘Yok be, bunca yıllık evladını tanımıyor musun babacığım?’’

‘‘Ulan, o kızı sana alabilmek için neler çektimdi.
'Yap bir babalık!' diye günlerce gelip ağladın. Hele, kızın babasını razı etmek için ne boyalara boyandım. Adam, dini bütün bir Müslüman'dı. Bakara suresini bile Arapça'sından ezberledimdi. Bakara en uzun süredir haberin var mı? Yalvar yakar araya şeyhler, şıhlar bile soktumdu. Kız da gül fidanı gibi bir kızdı. Boyun devrilsin Tuncay!..’’

‘‘Evet, bir eşşeklik ettim baba!’’

‘‘Çocuğunun anası, cetvel kadar dürüst, sümbül tanesi gibi nazenin Süheyla'ya kimbilir hangi Nataşa kılıklı karıyla ihanet ettin?’’

‘‘İhanet etmedim babacığım, sadece yakalandım.’’

‘‘Ne demek yani?’’

‘‘Şu demek ki ihanet yoktur, yakalanmak vardır. Yap bir babalık, bizi barıştır babacığım.’’

Bol çiçekli, çikolatalı ziyaretimizde oturduğum yer bile terledi ama sonunda Süheyla kızımı Tuncay'ın masumiyetine inandırdım.

*

Herhalde geceyarısını devireli birkaç saat geçmişti. Çünkü ben, en favori rüyalarımdan Robinson rüyamı görüyordum. Ucunu yonttuğum üç dişli ok haline getirdiğim zıpkın kamışımla balık avlıyor, ehlileştirdiğim keçimin yavrusuyla hoplayıp oynuyordum ki, kapının zili susmamacasına öttü.

Aykut, yanında sarartılmış saçlı, mini eteğinin altından uzayan güzel bacaklı, yeşil lens gözlü bir kızla içeri girdi.

‘‘Babalık böyle günde belli olur babam, yap bir babalık. Bu gece bizi misafir et.’’

‘‘Karşıda otel var.’’

‘‘Otel odaları romantik değil.’’

‘‘Bizim evde sadece bir yatak odası var.’’

‘‘Sen, salonda kanepede yatarsın. Yap bir babalık babacığım.’’

Hiç laf etmeden kitaplık ve marangoz odama döndüm. Bir zamanlar masa yapma sevdasıyla tornacıya çektirdiğim masa ayaklarından meşe olanını seçtim. Sonra da Aykut'a yer misin, yemez misin diye giriştim.

‘‘Dur bee, vurma bee, ne yapıyorsun bee?’’

‘‘Sen bana
'Yap bir babalık!' demedin mi? Ben de sana halisinden bir babalık yapıyorum oğlum!’’

Siz babalık yapmayı kolay mı bellediniz?
Yazarın Tüm Yazıları