Nurtopu gibi yeni bir köşe yazarı

Gazetedeki odamda pofurdayarak sigara üstüne sigara içiyordum. Kanlı perşembe yine gelip çatmıştı.

Yani benim bu yazıyı yazma günüm!.. Ağzımda bir, kül tablasında iki sigara yanıyordu. Onlar nöbetçi sigaralardı. Ufak tefek kavruk biri, ‘‘Selamın aleyküm’’ deyip odama daldı. Gazete çalışanlarından değildi. Kapı kontrolünden, güvenlikten nasıl geçmişti bilinmez. Paltosunu çıkarıp portmantoya astı. Sonra masamın karşısındaki koltuğa kurulup bacak bacak üstüne attı ve,

‘‘Orta şekerli olsun abicim’’ dedi.

‘‘Ne orta şekerli olsun?’’

‘‘Kahve söyleyeceksin ya...’’
Telefonu açıp şekersiz bir çay söyledim. Pişkin pişkin sırıttı.

‘‘Aslında çay istediğimi nasıl da anladın abicim. Siz gazeteci milleti çok uyanık oluyorsunuz yahu!’’

‘‘Ben çayı sana değil kendime söyledim. Vaktim yok, yazı yetiştirmem gerek... Ne istiyorsun?’’

‘‘Köşe yazarı olmak istiyorum.’’

‘‘Haydaa, ben de hukuk profesörü olmak istiyordum, ama ola ola karikatürcü oldum. Ha deyince köşe yazarı olunmuyor.’’

‘‘Ama ben bir köşe yazarının bütün özelliklerine sahibim.’’

‘‘Eğitimin ne?’’

‘‘Lise 1'den terk yetmez mi? Liseyi bitirmemiş hiç köşe yazarı yok mu yani?’’

‘‘Vardır mutlaka... Yabancı dil biliyor musun?’’

‘‘İngilizce, Almanca, Rusça biraz da Arapça...’’

‘‘Liseyi bile bitiremeden bunları nasıl öğrendin?’’

‘‘Kapalıçarşı'da bir derici dükkánında çığırtkanlık yaparken mecburen öğrendim. Mesela bir kadın turiste takıntı oldun,
'Hişst, madam dis ledir is silk... Ven yu viir yu siim layk Şaron Ston namussuzum!' Ya da bir Alman yakaladın, 'Kom mayn her... Das iz şöön mont Allahıma... Aba für könig!..'

‘‘Tamam, bu işin mektebi yok ama bence köşe yazarları gazetecilikten gelmeli.’’

‘‘Gazeteciliği ben çocuk yaşta yapıp bitirdim. Mesela, gazete satarken manşette Feşmekan banka battı diye bir haber varsa ben,
'Benzine sigaraya zam geliyoo!' diye bağırırdım. Ayrıcana köşe yazarı olmak için gazetecilik yetmez abicim. Hayatta birçok iş yapıp birikimin olmalı. Ben garsonluk, at yarışı tüyoculuğu, büfe işletmeciliği, balıkçılık, particilik, sinemalarda yer göstericilik, düğünlerde videoculuk, barlarda badigardlık, kalyon ve kaplan satıcılığı ve daha tonla iş yaptım. Bunca meslek birikimi hangi köşe yazarında var abicim?’’

‘‘Bunların ne birikimi olacak? Örneğin kalyon ve kaplan satıcılığı ne demek?’’

‘‘Şu demek, saat 9'da elinde uyduruk maket bir kayık ve alçıdan yapılmış üstü kaplan gibi boyanmış bir minik bibloyla meyhaneleri dolaşıyorsun. Tabii, kimse bu ıvır zıvırı satın almıyor. Aslında bu alıştırma turu. Saat 11'e gelince bütün sarhoşları,
'Ulan, evde çoluk çocuğum beni aç-bilaç beklerken benim bu meyhanede işim ne?' diyerekten bir suçluluk duygusu basar. Bunlar eve eli boş dönemezler abicim. Alçıdan kaplanı herife kakalarsın. O da 'Bak karıcığım sana ne aldım?.. Büfenin üstüne ne güzel yakışır!' diye senin tabloyu eve girmek için pasaport olarak kullanır. Her mesleğin bir inceliği vardır. Mesela sinemada bir delikanlıyı cici bir kızın yanına oturttun mu iyi bahşiş alırsın.’’

‘‘Hepsini anladım da bu üç buçuk karış boyunla nasıl badigardlık yaptın? Onu pek çakamadım.’’

‘‘Bak gördün mü abicim, siz köşe yazarları kendinizi gazete odalarına kapatıp pek cahil kalmışsınız. Yani halkımızın pisiko-sosyal hissiyatına Fıransız kalmışsınız. Söyle bakalım millet niye bara gider?’’

‘‘Tabii, eğlenmek için.’’

‘‘Türk milleti nasıl eğlenir? Kavga ederek... Adam niye kavga eder?.. Dayak yemek için!.. Yani bizim millet dayaksız eğlenemez. Sonra da yediği dayağı ballandıra ballandıra ömür boyu anlatır. Bar fedaileri de aynen şarkıcılar gibi eğlencenin bir parçasıdır. Hele benim gibi beberuhiden bozma badigardların müşterisi ganidir. Onca irikıyım fedai arasında beni görünce,
'Amanın bu herif ne yaman bir dayakçı olmalı ki bu yarmaların arasında yer tutmuş' deyip özellikle gelip kendilerini bana dövdürürler. Hem canları az yanar, hem de dayak namlı bir dayak olur. Millet dayağa öyle hazır gelir ki, parmağını dokundursan 'Amanın yandım!' diye kendini yere atıp debelenir.’’

‘‘Köşe yazarlığıyla adam dövmenin ne ilgisi var?’’

‘‘İkisi de aynı değil mi abicim?.. Yalnız siz koca koca adamları yumrukla değil de lafla dövüyorsunuz. Sonra da ortalıkta başpehlivan edalarıyla salınıp dolaşıyorsunuz. Kendi kredi kartının hesabını bilemeyen köşe yazarı Maliye Bakanı'nı yanlış ekonomi politikasından ötürü duvara çarpıyor. Aslında köşe yazarlığı yapıcı olmalı. Buluşlarıyla okurlarına yeni ufuklar açmalı!’’

‘‘Nasıl yani?’’

‘‘Bak bir örnek vereyim; dün Radikal gazetesinde okudum. Osmaniye'nin Kadirli ilçesinde Ersin Altan ve Osman Kızıl adlı iki ülkücü arkadaş töre icabı kafalarını tokuşturarak selamlaşmışlar. Ama bu selam tokuşturmasını biraz muhabbetli yapmışlar ve kafaları acımış. Bir ülkücü, öteki ülkücüye
'Ohha ayı!..' demiş. Öteki de 'Kafanı denk al, sensin ayı oğlu ayı!' deyince bıçaklarını çekip birbirlerini bıçaklamışlar. Şimdi bir köşe yazarına düşen görev nedir? Hemen bir Tos yastığı icat etmeyi düşünmektir. Hatta yastığın içine bir de kurt sesi düdüğü yerleştireceksin ki ülkücüler toslaşınca uluma sesi çıksın. Düşün abicim, milyonlarca ülkücü gencimiz var. Hem gençlerimiz rahatça toslaşır, hem de tos yastığını imal eden şirketler para kazanır ekonomimiz düzelir.’’

‘‘Aferin yahu iyi fikir.’’

‘‘Bende iyi fikirler tümen tümen!.. Bendeki fikriyat ne yazık ki diğer köşe yazarlarında yok... Eh, ne yapalım geri kalmış ülkelerin köşe yazarları da geri kalıyor. Örneğin, halkımızın futbol aşkı sevdasına kafayı takmışlar. Vay efendim bu futbol terörü önlenmeliymiş. Bunlar seyirci değil vahşi yamyamlarmış. Türk sporunun kara lekesiymişler. Şeref tribününde köşe yazarlarımızın medar-ı iftiharı Fatih Altaylı abimizi bile demir küllüklerle dövmüşler. Artık ülkemizde futbol bitmişmiş. Polis ve tabancasıyla Ceymis Bond gibi resim çektiren taze polis müdürümüz bunları kamerayla bir bir tespit edip ve nezarete tıkıp analarından emdikleri sütü burunlarından getirmeliymiş!.. Köşe yazarlarının cehaletine bak! Aslında bu babayiğit delikanlıları el üstünde taşımalıyız abicim.’’

‘‘Artık sapıttın ama, bunca rezilliğin futbolla ne ilgisi var?’’

‘‘Hay ağzını öpeyim abi, ben de onu söylüyorum zaten. Bu spor işi değil düşmanlık işi. Futbol kimin umurunda... Bizim aziz milletimiz düşmansız yaşayamaz. Düşmana her daim ihtiyacı vardır. Osmanlı'dan beri bu böyle... Düşmansız evinin yolunu bile bulamaz. Başına gelen bütün belaların müsebbibi kendisi değil düşmanlarıdır. Ayalinin bile hakkından gelemezse biri mutlaka büyü yaptırıp belini bağlamıştır. Onun için bırakalım, düşmanlar Fenerli'ler veya Gassaraylı'lar olsun.’’

‘‘Fenerli ya da Galatasaraylı niye düşman olsun? Altı üstü bir top tepiği oyunu bu yahu!’’

‘‘Abicim bu takım düşmanlığında kaç kişi öldürüldü?’’

‘‘On kişi olmuştur.’’

‘‘Pekiyi, sağcılık, solculuk düşmanlığında kaç kişi öldürüldü... Sen de 5 bin, ben diyeyim 10 bin. Futbol düşmanlığını yasaklarsan sağ-sol düşmanlığı, zengin-fakir düşmanlığı, Kürt-Türk düşmanlığı başlar. Sence hangisi ehven-i şerdir?’’

Galiba herif haklıydı. Yaşasın Beşiktaş, kahrolsun ötekiler be!.. Köşe yazarı adayı hızını alamamıştı.

‘‘Hangi televizyon kanalını açsan, hangi gazeteyi okusan mutlaka bir din haberine ya da tartışmasına rastlarsın. Vatikan devletinde bile bizdeki kadar din muhabbeti yapılmıyor. Dinimizi bize en sık hatırlatan uyarı nedir? Ezandır değil mi? Bebeklikten itibaren her gün ezan sesi dinleriz abicim. Sesi güzel olan da, karga gibi olan müezzin de günde 5 kez hoparlörden ezan okur. Ama niye enstrümansız çıplak sesle okur? Dinimizde ney, ut, tambur sesi yasak değildir. İlahiler okunurken saz da çalınır. Kitabımız Kuran'da da ezanı ille de çıplak sesle okuyacaksın diye bir emir yoktur. Müezzin ezanı okurken arkadan pileybek müzik sesi de gelse daha hoş olmaz mı? Zaten birçoğu ezanı teypten okuyor değil mi Ertuğrul Abi'ciğim?’’

‘‘Güzel ve değişik fikirlerin var ama sen köşe yazarı olamazsın.’’

‘‘Niye be Ertuğrul Abi'cim?’’

‘‘Çünkü ben Ertuğrul Abi'ciğin değilim. Ertuğrul Özkök Abi'ciğinin odası 10. katta. Seni yanlış adrese göndermişler. Adamını bulamazsan köşe yazarı olamazsın. Ben ancak yeteneğin varsa seni karikatürcü yapabilirim.’’

Sıska herif koynundan bir tomar káğıt çıkardı.

‘‘Ben çok güzel karikatür de çizerim. Şu Cork'lara, Muhlis Bey'lere, En Kahraman Rıdvan'lara bir göz at abiciğim’’ dedi. Yakında Hürriyet'te kel kafalı, hafif şaşı, koca burunlu bir köşe yazarı resmi görürseniz sakın şaşırmayın. Benimki 10. katın yolunu bulmuş demektir.
Yazarın Tüm Yazıları