Paylaş
Penceremin altında çalınan sahur davuluyla uyandım. Hemen mutfağa gidip kendime sahurluk biraz öteberi hazırlamaya koyuldum. Sonra elimde soymaya çalıştığım salatalıkla mutfağın ortasında kalakaldım. Çünkü vakit sahur vakti değildi, mutfak saati öğleden sonrasının 3'ünü gösteriyordu. Zaten aylardan Ramazan da değildi. Pencereyi açıp beni öğleden sonrası uykumdan zıplatan herife,
‘‘Niye davul çalıyorsun be!’’ diye sordum.
‘‘Maçımız var ağabey.’’
‘‘Davulcularla zurnacıların maçı mı?’’
‘‘İtalyanlarla Gassaray'ın maçı.’’
‘‘Niye gidip İtalya'da çalmıyorsun?’’
‘‘Maç burada.’’
‘‘Yani bizim sokakta mı?’’
‘‘Dalga geçme ağabeyciğim, maç Ali Sami Yen'de.’’
‘‘O zaman benim penceremin altında niye patırdayıp beni niye öğlen uykumdan ediyorsun? Git Ali Sami Yen'de çal.’’
‘‘Daha kapıları açmadılar. Stadın etrafı davulcu dolu. Benimkinin sesi arada hallaç yellenmesi gibi kaynayıp gidiyor. Zaten param yetmediği için bu iki yamalı külüstür davulu zor alabildim. Burada rahat rahat çalıyorum.’’
*
Ben bu çalışma evini alırken ilerde çok pahalıya ödeyeceğim bir hata yapmıştım. Kendimi pencereden görünen Salacaklı deniz manzarasına kaptırdığım için sol tarafıma dönüp bakmayı akıl edememiştim. Solumda 30 bin kişilik Ali Sami Yen Stadı vardı ve maç günleri gürültü, patırtı, bağırışlar, çığlıklar sabahın köründe başlıyordu. Evde birbirimize sesimizi duyurmaktan çoktan vazgeçtiğimiz için, film-roman oynar gibi konuşabiliyorduk. Ya da birbirimize mektup yazıyorduk. Gecenin köründe oynanacak olan maçın tezahüratı, sabah 10'da başlıyordu. Allah göstermesin (ama çok sık gösteriyordu) bir de Galatasaray yenince patırtı bitmiyor, sokak aralarında sabaha kadar sürüyordu. Üstelik hepi topu 3 buçuk sloganları var. Arada bir şarkı söyleyecekleri de tutuyor. Ama, yıllardır hababam debabam ‘‘Bu gece barda gönlüm hovarda’’ şarkısını söylüyorlar. Üstelik sadece birinci kıtayı ezberlemişler. ‘‘Hayda hayda di haydaa!..’’ diye bitirince, yine ‘‘Bu gece bardaaa....’’ diye ilk dizeden başlıyorlar.
İnsan yaşamında biraz değişiklik yapar. Ezo Gelin, Çökertme gibi türküleri ya da Bethoven'in 9. senfonisinin koral kısmını filan repertuarına alır.
Ayrıca maçın nasıl gittiğini televizyondan izlememe hiç gerek yok. GÜRRRR!.. diye bir uğultu başlayıp da gürleme devam ederse Galatasaray gol atmış, çabuk kesilirse gol kaçırmış, ani sessizlik olursa gol yemiş, hakeme cinsel tekliflerde bulundukları zaman Emre ya da Haci'nin kart görmüş olduğunu anlıyorum.
Böylece sahada iki saat koşuşturan futbolculara karşılık, tam 12 saat çile çekiyorum. Ama Galatasaray Kulübü'nün nankör yöneticileri, futbolcularına milyonlarca dolar verirken bu fedakárlığıma karşılık bana beş para ödemiyorlar.
İtiraf edeyim ki, yıllarca futbol üstüne yazıp çizmeme rağmen artık futboldan da pek hoşlanmıyorum. Keçiboynuzu çiğner gibi bir oyun. Gol oldu olacak diye iki saat beklemek, beni açmıyor. Üstelik golün de garantisi yok. Maç 0-0 da bitebilir. Futbolseverler beni bağışlasın ama, insan beyninden en uzak nokta olan ayakla oynanmaya çalışılan bu oyun, bana ilkel ve komik geliyor. Çektiğim tüm cefaya rağmen son yıllarda futbolu aşıp sosyal bir sevinç kaynağı olan Galatasaray'a karşı içimde gizli bir sevecenlik uyanmaya başlamıştı. Ama başladığı gibi bir anda bitti. Çünkü Adnan Polat, diktiği at organı misali bir gökdelenle penceremden görebildiğim iki karışlık denizin manzarasını da kapattı. Bildiğiniz gibi Adnan Polat, yıllarca Galatasaray Futbol Şubesi'nin yöneticiliğini yapmış Galatasaray hastası bir işadamıdır.
Böylece solumda Ali Sami Yen'in gümbürtüsü, önümde Adnan Polat'ın gökdeleni beni iyice azılı bir Galatasaray düşmanı yaptı. Cim Bom'un Milan'ı perişan ettiği gece penceremi açıp ve keyifli naralar atmama bakıp bendeki bu düşmanlığın sona erdiğini sanmayın sakın!.. (Kahrolsun Cim Bom, yaşasın Erol Ersoy!..)
*
Davulcuya en bet sesimle,
‘‘Ulan hıyar Galatasaraylı, çaldığın o davulun tokmağını Mustafa Denizli ile Baliç senin kulağına sokacak!..’’ diye bağırdım.
Penceremin altında keyifle davul çalan delikanlı tokmağı havadayken birden film karesi gibi dondu. Sonra da çıldırdı. Ali Şen, Mustafa Denizli, Rapayiç, Yıldırım filan hakkında söyledikleri umurumun onbeşiydi. Ama eski bir İstanbul delikanlısı olarak anlı şanlı sülalem ve atalarım konusundaki laflara dayanamadım.
‘‘Erkeksen kaçma, şimdi aşağıya geliyorum. Elindeki o tokmağı senin kulağına ben şahsen sokacağım. Zaten Lefter'le Can, Turgay'ı Kova Osman'dan bile beter etmişlerdi!..’’
Delikanlı bir Fener'li bulmanın umudu ve öfkesiyle davula hem zıplayıp vuruyor, hem de bana dümdüz gidiyordu.
‘‘Geçen gün sizi sümüklü Fransızlar bile dövdü lan!.. Parle vu Franse Koşon Galatasaraylı?.. Erkeksen ben aşağıya inene kadar tüyme!..’’
Davulun sesi daha şiddetlenirken ben de soyunmaya başladım. Çünkü o sabah duş yapmadığım aklıma gelmişti. Tabii suyun ısınmasını da biraz bekledim. Bornozumu giyip banyodan çıkarken gözüm aynaya takıldı. Yine kronik tembelliğim tutmuş, tam 4 gündür tıraş olmamıştım. Sakallarım davulcu Galatasaraylıyı dövmeme engel değildi. Ama ben herifi paspas gibi çiğnerken ya bir polis gelip de bizi karakola götürürse?.. Ben bir karış sakalla komiserin karşısına nasıl çıkarım?.. Benim devlete karşı her zaman saygım olmuştur.
Bir koşu pencereyi açıp davulcu Galatasaraylıya kaçmamasını sıkı sıkı tembihledikten sonra yine bir koşu banyoya dönüp sinekkaydı bir tıraş oldum. Tıraş konusunda ben tutucu biriyim. İki ya da üç kesici yeni tıraş bıçağı makinelerine, fışkıran köpük ve jel tüplerine rağmen ben hálá bir tıraş sabununu fırçayla köpürtüp yüzüme sürüyorum ve de alttan burgulu bir makineye bıçak takıp sakallarımı kesiyorum. Bu işlem biraz uzun sürüyor tabii. Ama nasıl olsa ihtiyarların zamanı bol... Bu arada, döveceğim Galatasaraylı kaçabilirdi. Telaşla tekrar pencereye koştum.
‘‘Oradasın değil mi?’’
‘‘Buradayım ve bekliyorum.’’
‘‘Kör müsün burada tıraş oluyoruz... Sen davulu kesince kaçtın sandımdı.’’
‘‘Kolum yoruldu be, artık ineceksen in.’’
‘‘Şimdi iniyorum. Sen davula öbür kolunla vur!..’’
Acaba hangi gömleğimi giyip hangi kravatımı taksam diye düşünürken, filmlerdeki gibi dövüş için dik yakalı bir kazak ve sert burunlu pabuçlarımın da kullanışlı olacağı aklıma geliverdi. Tam dövüş kılığıma bürünürken kapı çalındı. Yine bana dantelli yatak odası takımı satmaya çalışan gençler gelmişti. Tabii bana yakışan şekilde bu çocukları eve davet ettim. Pencereye koştum ve herife konuklarım olduğunu ve kendisini yarım saat sonra döveceğimi bildirdim. Sizlere sakal tıraşı ile satıcı konuklar arasındaki zamanda akşam yemeği için bezelyeli ve havuçlu tavuk pişirdiğimi söylemeyi unuttum. Ben dövüşünce çok acıkırım. Evde ağza atılacak tek lokma yoktu.
‘‘Sen hálá orada mısın?’’
‘‘Hayır, ben artık burada değilim. Çünkü az sonra maç başlıyor. Cebimdeki biletle şimdi giremezsem bir daha giremem!..’’
Herifin yeterince uzaklaştığına inanınca bağırmaya başladım.
‘‘Kaçma, buraya gel de suratını dümdüz edeyim lan ödlek Galatasaraylı!..’’
*
Ali Sami Yen'de kıyamet kopuyordu. Kendime bir kadeh rakı doldurup gol yemenin sessizliğini bekledim. Maalesef GÜRRRR diye bir patırtı koptu. Galatasaray'dan nefret ediyorum ama, kendime bir davul mu alsam yoksa yeni bir ev mi bulsam?
Paylaş