Paylaş
Benim mektuplarım
Şarkıcı, sahnede şarkısını söyler az ya da çok alkışını alır. Oyuncu, seyircisiyle yüz yüze oyununu oynar. Seyircisinden gelen tepkiden beğenilip beğenilmediğini şıp diye anlar. Ama yazar ve çizer takımı, yazıp çizdiğini sanki derin bir kuyuya atar. Sonra da kuyunun taşına kulağını dayayıp bir ses gelecek mi diye bekler. Bu, káğıttan bir kayık yapıp ummana salmaya benzer. Çizgiler ve sözler kime varır, kim beğenir, ya da kim küfreder bilemezsiniz. Okurdan gelecek bir sesi ve bir nefesi yürek töpürtüleri içinde beklersiniz. Ellerine sağlık, onlar da arada iki satır yazıp gönlünüzü alır ya da düz giderler.
Düz giderler dedim de aklıma geldi. Yarım yüzyılı bulan gazetecilik yaşamımda almadığım kadar küfür mektubunu 'Sporun Padişahı' başlığıyla Hürriyet'te yazdığım spor yazıları yüzünden almıştım. Trabzonspor üstüne yazdığım biraz eğlenceli, biraz da ısırıcı bir yazı nedeniyle sülale efradımdan öpülme teklifi almayan kimse kalmamıştı. O kadar çok faks, mektup ve elektronik mektup gelmişti ki, taraftarı bu kadar çok okur yazar olan bir futbol takımının niye bu hallere düştüğüne şaşırmıştım. Hatta, birkaç babayiğit Trabzonlu delikanlı beni iki bacağımdan kurşunlayacağını bile yazmıştı. Ben de,
‘‘İki bacağımdan vurun ama, Allah rızası için üçüncüye dokunmayın!..’’ diye ayıpçı bir cevap vermiştim. Hatırladıkça hálá yüzüm kızarıyor. Oysa, Trabzon insanına biraz olsun katkıda bulunmak için bu yaşımda tek başına otel odalarında sürünüp cebimden para harcayıp, Trabzon Devlet Tiyatrosu'nda sahneye oyun koymak için aylarca debelendiğimi bilselerdi, sanırım onları ne kadar sevdiğimi anlarlardı.
*
Ne oldu, nasıl oldu bilmiyorum ama bu ara genç kız mektupları çoğaldı. Üstelik çoğu da aşk mektubuna benziyor. Şiir yazıp gönderen romantikler ve edebiyat severler bile var içlerinde... Hepsinin de huri gibi güzel kızlar olduğu, yazılarından besbelli... Geçen gün 18 yaşında olduğunu yazan bir hanım okurumdan sevgi sözcükleriyle dolu bir mektup alınca anlaşılan bana gelmişler!..
Oğlum,
‘‘Baba bir yerine bir şey mi oldu? Hasta mısın? Doktor çağırayım mı?’’ diye korku içinde odama daldı.
‘‘Hiçbir şeyim yok, arslanlar gibiyim. Hastalandığımı da nereden çıkardın?’’
‘‘Baksana pencereyi açmış, dışarıya ciyak ciyak bağırıyordun.’’
‘‘Ne diyordum?’’
‘‘Hain kızlaar!.. Zalim kızlaar!.. 30 yıl önce neredeydiniz diye bağırıyordun babacığım.’’
*
Tabii gelen mektupların hepsi gençlerden değil. Yaşıtlarım da arada bir yazıyorlar. Çoğu da gençlerden şikáyetçi. Gençlerin tembelliklerinden, açgözlülüklerinden, kültüre ve sanata olan duyarsızlıklarından, saygısızlıklarından yakınıyorlar. Tabii ben onlara katılmıyorum. Gençliğimde bana ve hallerime dik dik bakıp,
‘‘Devran döndü, ahlak bozuldu!..’’ diye homurdanan yaşlıları anımsıyorum. Üstelik bu gençler gökten zembille inmedi. Onlar, bizim biçimlendirdiğimiz dünyaya doğdular. Onları biz yetiştirdik. Günahları da sevapları da daha çok bizimdir.
Ama bazen yürek burkan dertleşme mektupları da geliyor. Onlardan birkaç satırı sizinle paylaşmak istiyorum.
‘‘...Torunlarım bile odama girmek istemiyorlar. Onları biraz görüp sevebilmek için rüşvet olarak çikolata alıyorum. Eskiden paketiyle veriyordum, onlar da çikolatayı kaptıkları gibi çekip gidiyorlardı. Artık biraz daha uzun görebilmek için küçük parçalar halinde veriyorum.
Zehra..... (İzmir)’’
‘‘...Evde oturunca 'Çık biraz dolaş, hava al' diye sokağa sepetliyorlar. Sokağa çıkınca insanlar, 'Bu herif ayak altında ne diye dolaşıyor' gibisinden kötü kötü bakıyorlar. Şoförlerden korkumdan karşı kaldırıma geçemiyorum. Bazen korna sesiyle karışık kötü sözler söylüyorlar. Aynı caddede bir aşağı bir yukarı dolanıp duruyorum. Zaten kaldırımları da öyle yükselttiler ki, inersem bir daha çıkamıyorum. Yani bize açık açık 'Bu dünyada senin yerin yok!.. Yollarımız, otobüslerimiz, dükkánlarımız, devletimiz ve belediyemiz sana göre değil!.. Git bir an önce öleceksen öl de ayak altında dolaşma!..' diyorlar.
Remzi ..... (Nişantaşı)’’
‘‘...Bir haftadır kendime bir hırka almak için dolaşıyorum, ama bulamıyorum. Bütün mağazalardaki giyim kuşam, gençler için. Sanki para sadece onlarda var. Üzerlerinde de salakça bir sürü İngilizce yazı var. 70 yaşında, beli bükük, saçları dökük bir adamın 'I want you' yazılı bir kazakla ortalıkta dolaştığını gözünüzün önüne getirebilir misiniz?
Mukadder ..... (Ankara)’’
‘‘...Size bir sorum var Oğuz Bey, gençten biri vefat edince
‘‘Vah vah, pek de gençmiş...’’ diye acırlar. Ama yaşlı birine,
‘‘Vah vah, pek de yaşlıymış’’ diye niye acımazlar? Giden canın yaşı olur mu?
Sabahat ..... (Adana)’’
*
Dün fakstan çıkan, ilgimi çeken ve görmezden gelemeyeceğimiz bir mektubu daha sizlerle paylaşmak istiyorum.
‘‘Sevgili Oğuz Aral,
Yazdığınız, yönettiğiniz ve dekorladığınız Huysuz İhtiyar isimli oyunda sizlerleydik.
Gazete sayfalarından taşan karikatürlerle, cümlelerle yüzümüzdeki tebessümle hayatımıza yayılan bir yaşamı, sesiyle, oyunuyla, sanatıyla Türkiye'ye mal olan Müşfik Kenter'den izleme şansına eriştik. Oyunda güldük, tebessümlerimizle düşündük. Kulağımızın çınlatılması ise şaşırttı bizi...
Evet, oyunda kısa da olsa biz eşcinselleri anlatıyordunuz. Gazete sayfalarına yansıyan ve basitleşen magazin haberleri dışında ender karşılaştığımız bir yaklaşımla biz vardık sahnede. Örgütlenmek istediğimizi söylüyor, gruplarımızdan, dergilerimizden söz ediyordunuz. Saygı diyordunuz!..
Teşekkür etmek için bu mektubu kaleme aldık. Bizlerin de diğer insanlardan bir farkımız olmadığını, öcü olmadığımızı anlatmayı amaçlıyoruz....
.....Maalesef birçok arkadaşımız toplum tarafından fuhuşa itiliyor. İş bulamayan, toplumdan dışlanan, özellikle travesti ve transseksüel arkadaşlarımız fuhuş yapmak zorunda bırakılıyor. Toplumumuzdan gelen yoğun talep, fuhuşu cazip bir sektör haline getiriyor. Ancak şunun altını çizmek istiyoruz:
E-5'te, Merter'de ya da Türkiye'nin herhangi bir ilinde fuhuş yapmak zorunda bırakılan arkadaşlarımız, her gün ölerek yaşıyorlar. Bunu istedikleri için değil, hayatlarını sürdürmek nedeniyle yapıyorlar. Sokakta onların yüzüne tüküren, alay eden, aşağılayanlarsa geceleri birer müşteri olup onlarla ilişki kurmayı talep ediyorlar.
Unutmayın, ne yalnız ne de yanlışız. Sadece insanız!..
Onur.’’
Sayın Onur'un düşüncelerinin bir bölümünü paylaşmamak imkánsız. Ne olursak, kim olursak olalım hepimiz Allah'ın kulu ve doğanın bir parçasıyız. Bu nedenle de çiçekten böceğe, balıktan insana bütün varlıklar gibi saygıdeğeriz. Hiç kimsenin menekşeye yaprağın niye mor, ya da insana cinsel tercihin niye böyle diye sorgu sual edip, itip kakmaya hakkı yoktur. Ama fazla bir değer üretememenin ezikliğiyle erkekliğin zart zurtuna sığınmış çok fazla erkek taklidi yaparak yetişen bir toplumuz. Bu nedenle eşcinseller bir ara Nazi Almanya'sında yaşayan Yahudilere döndüler.
Ama mektuptaki ‘‘Birçok arkadaşımız toplum tarafından fuhuşa itiliyor...’’ sözüne katılmam olanaksız. Eğer Türkiye'de her işsiz fuhuş yapsaydı, ülkenin yarısı geneleve dönerdi. Ben de çok işsiz, hatta aç kaldım. Ama jigololuk yapmak aklımın ucundan bile geçmedi. Üstelik boylu boslu ve hanımların pek beğendiği bir delikanlıydım.
Fuhuş yapanlara arka çıkarak büyük bir yanlış yapıyorsunuz. Çünkü fuhuşla eşcinsellik özdeşleşiyor. Artık fuhuş yapan birçok travestinin kullandığı lüks arabalar, emeksiz, mesleksiz, sadece bir kıçla köşe dönmenin ülkede simgesi oldu. Fuhuşu eşcinsellikten ayırmazsanız, özlemini çektiğiniz insanca saygıyı daha çok beklersiniz.
*
Ne yapayım, bana gelen mektuplar da böyle oluyor işte... Zaten akıllı uslu mektuplar almaya başlarsam, ben bitmişim deyip dükkánı kapatır giderim.
Huysuz İhtiyar
Faks: 273 01 92
Paylaş